34,5467$% 0.18
36,0147€% -0.62
3.005,41%1,48
5.110,00%0,95
20.381,00%1,12
2.705,79%1,29
9.549,89%1,94
Bordachev, Çin’in son yıllarda Avrupa kıtasına yönelik ekonomik atılımlarını ve ABD ile arasındaki gerilimi Rusya açısından değerlendirirken, “Pekin, AB’nin önde gelen devletlerinin ilgileri koparmak istemediğini biliyor ve onların kararlı kalacağına inanıyor.” ifadesini kullandı.
ANALİZ: ÇİN, BATI’YI BÖLECEĞİNİ UMUYOR VE ZAYIF HALKANIN NEREDE OLDUĞUNU BİLİYOR
“Paranoyakların bile gerçek düşmanları vardır” sözü, geçmişin önde gelen bir siyasi figürüne atfedilen ünlü bir aforizmadır. Bunun anlamı, etrafınızdaki herkesten bir komplocu olduğundan şüphelenme alışkanlığının bile bu çeşit kuşkuların asılsız olduğunun garantisi olmadığıdır. Dolayısıyla İngiliz ve Amerikalı gözlemcilerin Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in Fransa, Macaristan ve Sırbistan’a yaptığı ziyarete tepkisi prensipte haklıdır.
Şi’nin gezisi geçen hafta gerçekleşti; seyahatin bir özelliği de Çin önderinin üç Avrupa ülkesinde de sıcak bir şekilde karşılanmasıydı.
Ancak ABD ve İngiltere’nin huzursuz reaksiyonlarının bir nedeni var:
Çin, aslında Batı’yı bölme yönünde bahis oynuyor. Daha spesifik olarak, dünya problemlerinde hegemonyasının çöküşünü engellemeyi amaçlayan geniş Batı koalisyonunun “zayıf halkası” olarak Fransa, Almanya ve diğer bazı AB devletlerini kullanıyor.
Böyle bir bölünme ABD’nin Batı Avrupa’daki konumu açısından ölümcül olmayacaktır; sonuçta Amerikalılar küçük müttefikleri üzerinde sıkı bir denetime sahip. Lakin Çin ile kıta Avrupası’nın bir kısmı arasındaki yakın ilişki, mevcut durumlarındaki birçok boşluk nedeniyle “yıpranmış” olan ABD diplomasisi için bazı meselelere neden olabilir.
Şunu belirtelim ki Çinli yetkililer hiçbir zaman Avrupalıları ABD’den ayırmak istediklerini söylemediler. Üstelik Pekin, kamuoyuna yaptığı açıklamalarda bunu her zaman vurguluyor ve bunu kapalı iletişim kanalları aracılığıyla uzman topluluğa açıkça ifade ediyor. Bunu o kadar inandırıcı bir şekilde yapıyor ki, bazı Rus gözlemcileri bile endişelendiriyor. Lakin gerçekte Çinli dostlarımızın kolektif Batı’nın dar saflarına şüphe tohumları ekme istikametindeki her türlü eforunu memnuniyetle karşılamalıyız.
Çin’in eylemleri çeşitli niyetlere, varsayımlara ve dünya siyasetine ilişkin öznel görüşüne dayanmaktadır.
Birincisi Pekin, ABD ve müttefikleriyle doğrudan çatışmaya girme sürecini mümkün olduğu kadar ertelemeye çalışıyor. Bu yüzleşme tabiatı gereği stratejiktir ve dünya kaynaklarına ve pazarlarına erişim için temel rekabetle irtibatlıdır. Bir başka potansiyel parlama noktası ise Çin’den fiilen bağımsızlığını koruyan ve silah tedarik etmeye devam eden ABD tarafından desteklenen Tayvan adasıdır.
Prensip olarak Batı Avrupalıların ABD ile Çin arasındaki çatışmada önemli bir çıkarı yok. Buna katılma konusundaki tavırları tamamen olumsuzdur. Bu yüzleşme iki şekilde bedellendirilmektedir. Bir yandan, Çin’le karşı karşıya gelmek ABD’nin Avrupa’daki varlığını azaltmasına ve Rusya’yla savaşmanın yükünü Batı Avrupalı müttefiklerine yüklemeye devam etmesine yol açabilir. Öte yandan Paris ve Berlin, Batı’daki pozisyonlarını güçlendirme ve Moskova ile bağlantıların kademeli olarak olağanlaşmasını sağlama fırsatına sahip. Her ne kadar bir dizi kısıtlamanın baskısı altında olsa da, uğruna çabaladıkları şey açıkça ikincisidir.
Bu davranışa dayanarak Pekin, Batı Avrupa’nın tavrı ne kadar bilinmeyen olursa Washington’un Çin’e karşı o kadar geç kararlı bir saldırı başlatacağına inanıyor gibi görünüyor. Bu sonuçta Çin’in ana stratejisinin lehine işliyor: Çinlilerin haklı olarak korktuğu şey, doğrudan silahlı çatışmaya girmeden ABD’yi yenmek.
İkincisi, Pekin’in Batı Avrupa ile ekonomik bağlarını kesmek muhakkak yerel halk için bir darbe olacak, lakin Çin’in refahına ve iktisadının durumuna daha da zarar verecek. Şu anda AB, Çin’in ASEAN ülkelerinden sonra ikinci önde gelen dış ekonomik ortağıdır. Bu, tüm ülkeleri hesaba katıyor, lakin elbette herkes en büyük katkıyı sağlayanların kıtasal ortaklar (Almanya, Fransa ve İtalya) olduğunu biliyor. Biraz da Avrupa’nın ulaşım merkezi olarak Hollanda. Yani Çin’in bu ülkelerle ilgileri sıcak olarak nitelendiriliyor ve karşılıklı ziyaretlere her zaman yeni yatırım ve ticaret mutabakatlarının imzalanması eşlik ediyor.
Bu nedenle, Batı Avrupa ile ilgilerin kopması bir yana, erozyonu bile Çinli yetkililerin 1970’lerden bu yana elde ettiği temel başarı olan halkın refahını sağlayan Çin iktisadı için büyük bir tehdit oluşturuyor. Pekin bunu riske atmak istemiyor zira aksi takdirde hükümetin siyasetlerine temel destek kaynağı ve ulusal gurur kaynağı ortadan kalkacak. Üstelik Çin, Batı Avrupalıların ABD’nin Rusya’ya karşı yaptırım kampanyasına katılma konusunda ne kadar isteksiz olduklarının çok iyi farkında. Bu, önde gelen AB ülkelerinin Çin ile ekonomik bağlarını isteyerek kesmeyeceğinin ispatıdır. Başkan Şi’nin özellikle önemli bir şekilde sıcak karşılandığı Sırbistan örneğinde, siyasi konumları Batı’dan devralma fırsatı var. Sırbistan’ın AB’ye veya NATO’ya katılma ihtimali yok, dolayısıyla Çin, parasıyla Belgrad için gerçek bir alternatif.
Üçüncüsü, Çin, iktisadın dünya siyasetinde merkezi bir rol oynadığına samimiyetle inanıyor. Kadim köklerine rağmen Çin dış politika kültürü aynı zamanda Marksist niyetin bir eseridir. Temel, siyasi üstyapı açısından hayati öneme sahiptir. Özellikle Çin’in son yıllarda dünyadaki siyasi pozisyonunun ekonomik muvaffakiyetinin ve kendi yarattığı zenginliğin bir ürünü olduğu göz önüne alındığında, bu görüşe karşı çıkmak imkansızdır.
Ekonomik muvaffakiyetin, Pekin’in dünya siyasetindeki gerçekten önemli meselelerden herhangi birini (Tayvan sorunu, Tibet’in Çin olarak tam olarak tanınması veya Vietnam ve Filipinler ile denizdeki toprak anlaşmazlıkları) çözmesine izin vermemesi önemli değil. Önemli olan Çin diplomasisinin sesinin dünya siyasetinde duyulmasıdır. Bu, anavatanlarının parlak geleceğine duydukları itimadın ulusal dış siyasette önemli bir faktör olduğu sıradan Çin vatandaşları tarafından da ziyadesiyle hissediliyor. Sonuç olarak Pekin, güçlerinin ABD’nin maceracı siyasetlerini dizginlemesini sağlamanın en kesin yolunun AB ile ekonomik bağları derinleştirmek olduğundan emin.
Peki, Batı Avrupalıların Çin ile bağlantılardan neye ihtiyacı var? Burada işler farklı. Almanya ve Fransa için Çin’in ekonomik tarafı önemli. Şi Jinping’in ziyaret ettiği küçük ülkeler, Çin yatırımlarının Brüksel ve Washington’un tesirini dengelemesini istiyor. Macaristan’da Çin’in ekonomik varlığı her zaman önemli olmuştur.
Siyasi açıdan bakıldığında Çin, Fransa’nın ABD’ye tam itaat ile bir dereceye kadar bağımsızlık arasında hareket yaparken yaptığı bir başka argümandır. Paris’in Çin’in Ukrayna kriziyle ilgili planlarını desteklemesini önemli olarak beklediğine inanmak için hiçbir neden yok. Pekin’in Moskova üzerindeki önemli tesirine de güvenmiyorlar; Emmanuel Macron olsa bile o kadar da aptal değiller. Fakat Paris’te Fransız diplomasisi için bir kaynak olarak görülen şey tam da Çin başkanıyla yapılan toplantılar ve müzakerelerdir. Tıpkı Kazakistan’ın Rusya ile müzakerelerde Batı veya Çin’i ile teması kaynağı olarak görmesi gibi. Elbette orada kimse ABD’yi kızdırmayacak; bunun için önemli misillemelerle karşılaşabilirler. Ama küçük bir bağımsızlık oyunu oynamayı asla reddetmeyecekler.
Tüm bunların Rusya açısından ne bir dış politika sorunu, ne de pozisyonumuza (Rusya) yönelik bir tehdit olduğunu söylemeyi cüret ediyorum. Moskova ile Pekin arasındaki ilişkiler, birbirinin gerisinden önemli entrikalara girişecek seviyede değil. Hatta Çin ile Batı arasındaki rekabetin yavaşlaması ve çatışmaya doğru kayma başlı başına taktiksel açıdan avantajlı bile olabilir: Rusya’nın dünya iktisadının çöküşüyle veya Pekin’in Amerikan saldırısını savuşturmak için tüm kaynaklarını yoğunlaştıracapına inanmak için hiçbir neden yok.
Russian Today
Başbakan NATO Karşıtı Olduğu İçin Vuruldu; Suikast Kestirimi Tuttu