‘Asla Yalnız Yürüyemeyiz’

Ümran Avcı - “Geçmiş vakitleri yaşlılar özler ama ben hâlâ 10 yaşımda olmama rağmen 10 yaşımın yarısını özlüyorum…”Sinem Sal, son romanı “Mihrap”ta 12 Eylül Darbesi’nin yarattığı kâbustan hissesini alan küçük bir çocuğun kırık dökük ama umut dolu dünyasına götürüyor okuru. Sal’ın okurlarının tanıdığı bir sima aslında Mihrap. Yazarın “Bizim Zamanımız” romanındaki ana karakterlerinden Mihrap, bu kez aynı kendi ismini taşıyan romanda yeniden karşımızda. Askeri darbe İstanbul Hasköy’deki bir mahallede her evde farklı travmalar yaşatırken, Mihrap kendi darbesini anlamaya çalışıyor. Öyle bir çocuk ki Mihrap; tuhafiyeci annesine “Askerlerin hepsi aynı kıyafeti giyiyor. Onlardan dikseydin zengin olmuştuk” diyecek kadar esprili. “Belki de devlet bizden büyüktür, yine de annem hükümet gibi kadındır…” diyecek kadar derinlikli. “Babam darbe oldu dedi. Kardeş hengamesini önlemek için yaptılarsa keşke annemlere söyleselerdi, bitirirlerdi. Bunun için sokak yasaklanır mı?” ya da darbeciler için “Bizimle tanışmadılar, tanışsalardı bizden memnun olurlardı” diyecek kadar doğuştan sosyolog ve psikolog. “Helvasını tatmayacak kadar seviyorum babamı” diyecek kadar hisli bir çocuk…

Darbenin getirdiği yıkımı 10 yaşındaki bir çocuğun gözünden anlatıyorsunuz. Bu seçiminiz bir kederi ajite etmeden anlatmayı ve ajite olmadan anlamayı sağlıyor.

Darbeyle değişen hayat büyüklerin hayatı gibi görünse de çocuğun dünyasında daha büyük anlamsızlıklar var. Çünkü etrafında gördüğü, hayatında şahit olduğu değişikliklerin kaynağına dair bir fikri yok. Bir anda mahallenin ağabeyleri, ablaları konutlarından alınıyor, sokaklarda oyun bitiyor, eve giriş çıkış saatleri değişiyor, daha önce duymadığı sözleri cümle içinde kullanmaya başlıyor. 12 Eylül’de herkes kayıplarının; ellerinden alınan hakların, özgürlüğün, kaybedilen evlatların peşinde. Mihrap’sa babasının ölümünü tüm bu olanlara bağlıyor. Kaybedildiğinde yokluğunu en net hissettiği şey: Sevinç. Mahallenin sevincini geri getirdiğinde babasının da döneceğine inanıyor. Hem çocuk olması hem de dünyasının bayanlardan oluşması bir acıyı anlatırken bile ister istemez neşeyi ve organik yollarla gelişen dayanışmayı beraberinde getiriyor.

Mihrap sizi de kendi çocukluğunuza götürmüş olmalı...

Kesinlikle götürdü. Her ne kadar çocukluğumun geçmediği ‘80’li yıllara dönmüş olsam da geçmişe dönmek romantize edilmiş bir nostalji hissinden çok daha fazlasını geri çağırıyor. Biz üstünden zaman geçmiş her ânı iyi, komik ya da güzel hatırlamaya eğilimliyiz. Hâlbuki öyle değil. Kendi kişisel tarihimize bir psikolog olmadan da inebiliriz. Mihrap, “Bizim Zamanımız” romanındaki kadının çocukluğu aslında ve bu tersine okumayla birlikte onun hangi kararları neden aldığını anlıyorsun. Benzer okumayı ister istemez kendi hayatımda da yaptım. Sezen Aksu’nun “Kolay olmayacak” diye uyardığı çeşitten bir tehlike ama şüphesiz alışıyorsun.

Yasla, kayıplarla baş etme metotlarına de tanıklık ediyoruz romanda. Çocuklar ve yetişkinler farklı şekilde savunma geliştiriyor.

Yas bir boşluğu manalandırmak ya da o boşlukla nasıl başa çıkacağına dair aldığın kararlarla yaşamak gibi. Yetişkinlerle çocukların yası birbirinden çok farklı. Yetişkin başına gelenin az çok farkında. Çocuktaysa terk edilme, ölüm gibi kavramlar tahminen de ilk yas sürecinde tecrübeleniyor. Psikiyatrist Kübler-Ross’un teorisi yasın beş kademesi (inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme) benim için önemli bir referans noktasıydı. Ama Mihrap’ın yas tecrübesine baktığımda ve kendi yasımla bağlantı kurduğumda bunun da faso fiso olduğunu görüyorum. Bazen de kabullenmiyorsun ya da yas tamamlanan bir şey değil. Sevmeyi tercih ettiğin beşerde, çalışmayı seçtiğin işte, korktuğun işverende, çekindiğin ebeveyninde, tahminen boca ettiğin sevginde bir kaynak noktası.

Dertleşme panosu herkese açık

Mihrap’ın “Herkesin evinde bir darbe var” sözü bir ölümün, bir kaybın, acının nasıl bir domino etkisi yarattığını gözler önüne seriyor…

Acı ve ızdırap kaçınılmaz şekilde ortaklaştığımız bir deneyim, kavram. Yine de bu ortaklık insanları birbirine yakınlaştırmaktan öteye gitmiyor. Çünkü empati kurmaya başladığımız anda kendi acımızı yüceltmeye eğilimliyiz. Empati güya “Seni anlıyorum” diye başlayıp “ama ben” ile devam ediyor.

Mihrap’ın “Senin darbe ne? Darbeni de al gel” sloganıyla yaptığı “dertleşme panosu ve içini dökme buluşması” bölümü hayli etkileyici. Burada omuz omuza vermenin, kaygısını paylaşmanın sağaltıcı yanını konuşalım mı?

Mihrap, 10 yaşında olmasına rağmen, oğlu gözaltında kaybedilen Pamuk Anne’yi sadece onu anlamak için dinliyor ya da eşi tarafından çalışmasına engel olunan Tülay Teyze’yi, dükkânı tek başına ayakta tutmaya çalışan annesini. Tüm bu kadınların sevincini çalan nizama kafa tutmak için bir arada olup birbirlerini dinlemelerini istiyor. Çünkü bence kendisi de oburunu dinlediğinde anladı asla yalnız yürümeyeceğini.

Roman boyu kulağımıza gelen müzikler var. Müzeyyen Senarlar, Muazzez Abacılar, Selda Bağcanlar, Ahmet Kayalar… 

Mihrap’ın adı da bir müzikten geliyor. O bölümleri o müziklerle yazdım. Okur da tahminen bölümü bitirince aynı şarkıyı dinler.


Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa Haber - Bursa Gündem - Bursa Gündem Haber - Bursa Haberleri - Bursa Son Dakika 

Bizi İnstagram'da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi X'de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr

Bizi Facebook'da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Youtube'da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Linkedin'de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber