34,5467$% 0.18
36,0147€% -0.62
3.005,41%1,48
5.110,00%0,95
20.381,00%1,12
2.705,79%1,29
9.549,89%1,94
Saadet Işıl Aksoy uzun süredir birçok farklı projede çalışıyor. Bu dönem artık onların meyvesini toplama vakti. Öncesinde bir araya geldik. Dışarıdan cool dursa da biraz sohbet ettiğinizde karşınızda küçük bir kız çocuğu varmış gibi hissediyorsunuz. Sıcak, cana yakın… Yine çok güzel. O derin mavi gözlerine çok bakmanızı tavsiye etmem çünkü kaybolabilirsiniz!
◊ Avrupa Film Akademisi üyesi oldun. Bu akademide Cate Blanchett, Ben Kingsley gibi dünyaca ünlü sanatkarlar ve 4 binin üzerinde film profesyoneli var. Sen nasıl girdin?
Amerikan Film Akademisi’nin, Avrupa sinemaları ve Avrupa sineması için olan hali gibi düşünülebilir. Akademi her yıl Avrupa’nın birçok yerinden çeşitli film profesyonellerini bünyesine katıyor. Birazcık tavsiye ve referansla oluyor. Onlardan bana o denli bir davet gelince havalara uçtum.
◊ Bunu duyduğun gün “Bu mesleğe başlarken hayran olduğum, gıptayla baktığım ne varsa dönüp dolaşıp beni buldu” demişsin. Neydi seni bulanlar?
Öğrenciyken şenlikleri çok takip ederdim. Mesela İstanbul Film Şenliği maratonum vardı. Sabahtan akşama, arada yemek yiyip arka geriye sinemalara girerdim, bir hafta o denli geçerdi. Orada o kadar hayal dünyasının içinde oluyordum ki, inanılmaz hayranlık duyuyordum o dünyaya. Sanki neresinden dahil olabilirim diye daima düşünürdüm. Çok şükür istediğim öykülerin içinde, öyküsünü anlatmak isteyen insanlara destek olabildim. İlk sinemam ‘Yumurta’ydı. O sinemayla Cannes’a gitmiştim, o kadar genç ve deneyimsizdim ki “Loto herhalde bana denk geldi” demiştim. Ve oraya gittiğimde Türkiye’de başladığım dalın aslında ne kadar büyük ve sonsuz olduğunu deneyim ettim. ‘Acaba ben de bu konuda ehil hale gelebilecek miyim?’ diye çok düşünürdüm. O yüzden Avrupa Film Akademisi’ne üye olmaya layık gördüklerine göre biraz olsun yol kat etmişimdir herhalde diye düşünüyorum.
◊ Sinemaları mi puanlayacaksın?
Oscar’lar gibi aslında… Üyelere sinemaların kopyalarını yolluyorlar, değerlendirme yapılıyor.
◊ Hepsini izleyecek misin?
Aşırı görev şuuru olan bir beşerim, onun için kesin izlerim, bir de merasime gideceğim olağan.
◊ Peki, karşı koyamadığın direktörler kimler son devirde?
Yorgos Lanthimos mesleğinin başından beri beni çok etkileyen direktörlerden. Nuri Bilge Ceylan her zaman çok etkilendiğim bir yönetmen. Doğal sinema seyircisi olarak ilgimi çeken çok isim var. Özellikle bir direktörün yaptığı sinemada kendinin uzman olmadığı kısmı görüp sonraki sinemada ona çalışmış ve o konuda yol kat etmiş olduğunu görmek beni heyecanlandırıyor.
◊ Lanthimos’un son dönem çalıştığı favori oyuncusu Emma Stone. Sen hangi direktörün Stone’u olmak isterdin?
Son yaptığımız sinemada Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti ile çalıştık, böyle bir hissimiz oldu. Onlarla her zaman, her yerde, her durumda güzel bir ruhta çalışırım gibi hissettim. Kaan Müjdeci’yle de çok güzel çalışmıştık. Bahsettiğim projeler zor projeler, bir direktörle o zorluğu birlikte aşabiliyorsan, her yola onunla çıkabilirsin gibi geliyor.
◊ İzleyici olarak ne tıp sinemalara karşı koyamazsın?
Her zaman romantik güldürüleri seviyorum. Hiç sıkılmam, en klişe romantik güldürüye bile okey’im. Ekranda ‘Friends’, ‘Sex and the City’yi defalarca izleyebilirim.
◊ Bir süredir ekranda mahrum. Başka neler yapıyorsun?
Aslında bir sinema sineması, üç dizi çektim. İki senede bayağı yoğun şekilde çalıştım. Yakında ‘Lilith’ karakteriyle ekranda olacağım. Ayrıca Ezgi Mola ile bir dizi çektik, onun da çıkmasını bekliyoruz. Hepsi yavaş yavaş yayımlanmaya başlayacak. Sinemamız şenlik sürecinde izleyiciyle buluşacak. Adı ‘900’. Daha önce ‘Sibel’ sinemasını çeken, biraz önce bahsettiğim Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti’nin yeni sineması. Çok bilgi veremiyorum ama benim için fevkalade bir deneyimdi. Dört gözle bekliyorum.
◊ Ekranda popüler işlerdesin, sinemada bağımsız sinemaların yıldızı üzeresin. Sen ne kadar bağımsız sinemaların kadını, ne kadar popüler kültürün parçasısın?
Kendimi böyle bir yere konumlandırarak adım atmak yerine, önüme çıkan durumlara karşı durum alıyorum. Hiçbir zaman popüler film, bunda oynamayayım ya da bu bağımsız film, kesinlikle oynayayım gibi bir yaklaşımımım olmuyor. Benim için galiba en değerlisi hikâye. Düşünsene, seni hiç ilgilendirmeyen bir kıssayı nasıl anlatabilirsin, kendi yaşadığın öyküleri daha tutkulu anlatırsın, yani bu kadar basit bir yerden bakıyorum.
KENDİMİ ÇOK SIKTIĞIM DURUMLAR YAŞADIM
◊ 10 yıldır Pamir Kırener ile evlisin. Şimdi aşkın hangi halini yaşıyorsunuz?
Çocuk güya uzaydan, üst düzey bir varlık eve düşmüş gibi hissettiriyor. Şimdi ne yapacağız diye acayip bocalamalar yaşıyor insan. Bir de Marisa’nın doğumu pandemiye denk geldi. Tek başımızaydık çocukla ve bir şeyleri öğrenirken de kim olduğunu unutuyorsun, o kim olduğunu unutuyor, herkes birbirinin içine geçtiği bir evin içinde yaşıyor. Sonra en zorlu kısımları geçtikçe, tekrardan bir dakika ya, benim zevklerim bunlardı, ben bunları severdim, ortak zevklerimiz bunlardı diyorsun. Tekrardan çift olmayı hatırlıyor, çocuğa da “Bir dakika! Biz senin anne-babanız, üçlüyüz ama ayrıca da biz iki kişiyiz” kısmını anlatıyorsun. Şu an tam olarak o denli bir dönemdeyim.
◊ Marisa Gülcan ismini nasıl seçtiniz?
Marisa’yı ben seçtim. Köpeğimiz Kaju’nun ismini de ben koymuştum. Bir an böyle, “Bu olsun” demiştim. Marisa’da da o denli oldu. Bir de her lisanda kolay söylem edilebilsin istedik. Bir de Marmaris’te çok güzel anılarımız vardı. Bu isim bize Marmaris’i çağrıştırdı ve denizden gelen anlamına geliyormuş. Gülcan da Pamir’in annesinin ismi. Biz tanışmadan vefat etmiş, onu da ben istedim, güzel bir miras gibi geldi. Benim Saadet ismim de babaannemin ismi.
◊ Annelik nasıl etkiledi seni?
O kadar etkiledi ki, bizim çocuklarımıza bir şey öğretmemizden daha çok bence çocuklarımız bize öğretiyor.
◊ Sen en çok ne öğrendin?
Kızım bana kim olduğumu ve kendim olabilmeyi tekrar hatırlattı. Bir de insan çocuğunu büyütürken kendi çocukluğunu tamir etme fırsatı eline geçiyor, bu hayatın sana verdiği ikinci bir baht gibi. O yüzden kendi çocukluğumuzla ilgili travmalarımızı tamir ettikçe çocuğumuza karşı daha şefkatli davranabiliyoruz. Kendimize ne kadar şefkat gösterirsek çocuğumuza o kadar şefkat gösteriyoruz.
◊ Annen ve baban polisti. İkisi de çalışıyorlar, disiplinli olsalar gerek. Zor muydu çocukluk yılların?
İkisi de emniyet mensubu, babam çok daha erken emekli olmuş. Olağan bayağı gerilimli bir işleri vardı. Annem bu arada disiplinliydi ama gerçekten çok da sevgi doluydu. Benim için daha sert tarafı, devlet memuru ve bürokrat arasında kalmış bir ailede büyümenin zorluklarıydı. Çünkü daima bir protokol vardı bir yerlere girdiğinizde. Biri annenin üstü, babanın müdürü falan, böyle ast-üst alakası var, ona çok maruz kalıyorsun büyürken. Ben de şimdi susmalıyım, iyi kız olmalıyım, kötü bir şey yapmamalıyım, annemleri mahcup etmemeliyim şuuruyla büyüdüm. Oralarda kendimi çok sıktığım durumlar yaşadım. Şimdi geri dönüp baktığımda onları fark ediyorum.
NE OLDUĞUNU SÖYLEMEYECEĞİM!
◊ Çok güzel bir bayansın, hiç güzellik başına bela oldu mu?
İnsanın sahip olduğu hiçbir özelliği bence başına bela olamaz.
◊ İsminin başına konan sıfatı hayat uzunluğu müdafaaya çalışmak zor mu?
Bu son vakitlerde düşündüğüm bir şey. Bir kızım var; 4,5 yaşında, onu olabildiğince güzellik algısı olmadan büyütmeye ihtimam gösteriyorum.
◊ Nasıl?
“Güzel kızım” diye seviyorum ama “Komik, cesaretli, güçlü kızım” diye de seviyorum. Onu tek o yapan şey güzel olması değil. Ve aslında güzel kızım diye sevmemin nedeni de fizikî hoşluğu değil, onu bir bütün olarak güzel bulmam. Ya da selfie çekerken hiçbir zaman filtre kullanmıyorum. Çünkü kendini ekranın diğer tarafından filtreli görsün istemiyorum. Sonra aynaya baktığında aynı kişiyi göremediğinde bu sorun yaratabilir.
◊ Estetik müdahale var mı sende?
Bunu herkese soruyorsun, değil mi? Var ama söylemeyeceğim ne olduğunu. Kimsenin anlayacağı bir şey değil.
◊ Neden söylemiyorsun?
Dikkat oraya çekilmesin diye. Yoksa herkes kendini nasıl iyi hissediyorsa o denli yapsın. Beni üzen şey, çok genç ve çok güzel kızların o güzelliklerini gölgelemeleri. Yargılamak için değil ama “Aşkım sen ne kadar güzelsin zaten” diyesim geliyor onlara.
◊ Madem bu kadar imgeden konuşuyoruz. Mesleğini yaparken hiç fizikî baskılar yaşadın mı?
Evet, ama ben açıkçası kendi adıma bunu baskı gibi çok algılamıyorum. Bir sinemaya hazırlanırken bunlar çok doğal şeyler. Yönetmen “Birazcık yanakların dolsun, çok zayıf görünüyorsun” diyebiliyor… Bunun şiddet ve baskı noktasına gelmesi ince çizgi. Birisi sana daima “Onu yiyecek misin şimdi, yeni projeye başlıyorsun” derse, bu maruz kaldığınız bir şeye dönüşüyor ve o zaman bu şiddet demek. Mesela bir sinemada yönetmen bana “Biraz kilo alabilirsin” demişti. Sonra araya 3-4 haftalık zaman girdi, beni görünce “Aa biraz yeme bence, abartmışsın” dedi.
HAYATTA HİÇBİR ZAMAN TEK BİR SEÇENEK YOK
◊ Bir ayağın Los Angeles’taydı, o hikâye bitti mi artık?
Ben bitti diyene kadar bitmez. Al sana başlık (gülüyor). Araya küçük çıkışlar yerleştiriyorum. Ev duruyor. Bir şey epeyce gidip geliyoruz, o ilişkiyi koparmak istemiyorum, hâlâ menajerlerim var ve deneme çekimi istiyorlar. Ama orada yaşamak istiyor muyum? Emin değilim.
◊ Neden?
Seyahatlerim sırasında ne birilerini ne bir yeri çok özlerdim. Ama Amerika’da o kadar uzun kaldıktan sonra insanın doğup büyüdüğü, kuşaklardır yaşadığı toprakla çok derin bir bağının olduğunu kendi içimde fark ettim. İstanbul’da yaşıyor olmak beni çok besliyor, ilham alıyorum ve dünyanın burasında olmak istiyorum. Aynı zamanda da burası benim konutum, artık oraya yerleşmek gibi bir planım yok, başka bir gezegen gibi geliyor.
◊ Hem yurtdışında hem Türkiye’de bu işi yaptın, yapıyorsun. En çok neye maruz kaldın?
Hayalsizliğe maruz kaldım.
◊ Biraz açsana bunu…
Büyük hayal kuran insanların hafife alındığına şahit oldum. Bir çark var, siz başka bir yoldan gitmek istiyorsanız onaylanmıyor. Çünkü insanlar bilmediği şeyden korkup imtina ediyor.
◊ Peki, meslek seyahatinde hiç fizikî ya da psikolojik şiddete, tacize maruz kaldın mı?
Evet, fizikî değil ama psikolojik ve sözsel tacize maruz kaldım. Özellikle bu mesleğe yeni başladığım vakitlerde… Daha genç olduğunuzda, daha deneyimsiz olduğunuzu varsayıyorlar ki o denli zati, siz de nasıl bir yolun mümkün olduğunu çok bilmiyorsunuz, o yüzden bulundukları pozisyondan yarar sağlamak isteyen beşerlerle karşılaşıyorsunuz. Çok daha kırılgan bir pozisyonda olduğunuz için daha kolay yaklaşılabilir olduğunuzu görüp buradan faydalanmaya çalışanlar çok oluyor. Bence bu herkesin başına gelmiştir çeşitli versiyonlarda. Vakit geçtikçe bir şekilde tanıyor insanlar sizi, yaşınız da belli noktaya geliyor, bir hayat deneyimi kazanıyorsunuz. O zaman bu gittikçe azalıyor.
◊ Bunları yaşarken umudunu kaybettin mi hiç?
Tabii, kaybettiğin oluyor, bu iş galiba bana göre değil, eğer bu şekilde olacaksa olmasın gibi hislere kapılabiliyorsunuz… Ama hayatta hiçbir zaman tek bir seçenek yok, sonsuz seçenek var. Ümitsizliğe kapılmışken hayat karşınıza başka bir şey sunuyor, kendin olduğunda, kendin gibi ihtimalleri etrafına çekebildiğini görerek tekrar umutlanıyorsun. Yürüyemeyeceğim artık dediğinde biraz durup kalkıyor ve devam ediyorsun.
HEP KORUNUYOR HİSSEDERDİM
“Son vakitlerde en çok sokak köpekleriyle ilgili çıkacağı söylenen yasanın uygulamaya konma ihtimali üzüyor beni. Bu şehirde doğdum, büyüdüm; çocukluğumda benim için oyun arkadaşı gibilerdi, hayvanlara yaklaşabilmeyi onlarla öğrendim, genç bir kadın olduğumda karanlık, sessiz bir sokakta yürürken etrafta köpekler varsa kendimi daima korunuyor hissederdim. Şimdi konutumuzun yakınındaki parktaki canların hepsi benim kızımın arkadaşları gibi.”
Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa Haber – Bursa Gündem – Bursa Gündem Haber – Bursa Haberleri – Bursa Son Dakika
Bizi İnstagram’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi X’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr
Bizi Facebook’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi Youtube’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi Linkedin’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Havalara Zıplamak İçin Neden Çok