DOLAR

34,5467$% 0.18

EURO

36,0147% -0.62

GRAM ALTIN

3.005,41%1,48

ÇEYREK ALTIN

5.110,00%0,95

TAM ALTIN

20.381,00%1,12

ONS

2.705,79%1,29

BİST100

9.549,89%1,94

Yatsı Vakti a 19:12
Bursa HAFİF YAĞMUR
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
SON DAKİKA

DOLAR 34,5467

EURO 36,0147

ALTIN 3.005,41

BİST 100 9.549,89

Yatsı 19:12

Son Dakika… Dışişleri Bakanı Hakan Fidan: Nükleer Savaş Riski Var, Bu Şaka Değil

ad826x90

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, aralarında Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Didem Özel Tümer’in de bulunduğu gazetecileri kabul etti.

Bakan Fidan’ın açıklamaları şöyle: Beğenilen geldiniz. Sizlerle en son Ocak ayında bir araya gelmiştik. Bu süre zarfında, dünyada da bölgemizde de çok şey oldu ve olmaya da devam ediyor. Ocak ayındaki buluşmamızda, belli şeylerin emarelerini görüyorduk. Devam eden dinamik olaylar o günden bugüne nihayete ermiş değil. Ukrayna-Rusya savaşı da, Gazze’deki soykırım da devam ediyor. İsrail’in Lübnan’a da saldırmasıyla bölgedeki gerilim yeni bir boyuta taşındı. İran’la hala savaş riski var.

Amerika’da seçimi kimin kazanacağına dair tartışmalar da Kasım ayında geride kaldı. Dört yıllık bir ortadan sonra şimdi Trump’ın ikinci devrini yaşayacağız. Trump bu kez, Kongre’nin iki kanadında da artık üstünlüğü ele geçirdi. Bu her zaman her öndere tek seçimde nasip olmaz. Böyle bir üstünlüğü var.

Tabii burada Demokratların dönüp bakıp “Biz ne yaptık, niçin bu kadar büyük bir kayba uğradık?” diye bir sorması lazım. Amerikan seçmeninin tercihine etki eden koşullarının herkes tarafından iyi analiz edilmesi lazım. Trump’ın kazanmasıyla bir arada şu anda gündemimizi meşgul eden birtakım jeopolitik krizlerin biraz daha netleşeceği söylenebilir. İyi veya kötü yönde olmasından bağımsız, belli mevzularda belirsizliğin kalkacağı algısı var. Natürel bu bizim ne kadar lehimize olur, ona da bakmamız gerekecek.  Rusya-Ukrayna savaşını durdurmayla yönelik ne tipten bir adım atılacak merak ediliyor. Gazze sorununda ABD İsrail’e daha ne kadar destek verecek? Savaşı durduracak mı yoksa yaygınlaşmasına mı destek verecek? Bu konuda açıkçası, “Yüzde yüz şunu yapar” dememizi mümkün kılacak fazla bir veri yok.

“ADIMLARIN HER BİRİ BİZİ YAKINDAN İLGİLENDİRİYOR”

Temelde iki konu var. Birincisi, eğer Kabineye bakarsanız, görülen emare, bu kadar İsrail yanlısı bir kabinenin Netanyahu’nun bütün yayılmacı emellerini destekleyeceği yönünde. İkincisi ise Trump’un “Ben savaşları bitirmeye geliyorum, yeni savaş çıkarmaya değil” diyor olması. Bu sözünü esas alırsanız, buradan hareketle tam aksi yönde bir emareden söz etmek de mümkün. Şimdi bu iki farklı, iki tezat emeranin birbirini ne kadar dengeleyeceğini, bunun bölgeye nasıl yansıyacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Bu esnada alışılmış Gazze savaşıyla, Lübnan’daki savaşla ve İran’la muhtemel tansiyonla ilgili devam eden görüşmeler, konuşmalar, stratejik tahliller var. İşte bölgede muhataplarımızla yaptığımız istişareler var. Onları da tahminen ilerleyen dönemlerde paylaşırız.

Bu jeostratejik kırılmaların sebep olduğu belli yakınlaşmalar da var. Siz de takip ediyorsunuzdur. Mesela Rusya ile Çin’in yakınlaşması ne derece olacak? Hindistan bunun neresinde kalacak? Kuzey Kore’nin şimdi Rusya’nın yanında savaşa girmiş olması, dolayısıyla başka bir askeri cephenin oluşacak olması önemli. Amerikalıların eski Genelkurmay Başkanı var, Trump’a faşist diyen, Mark Milley. Geçen sene onun bir konuşmasını dinlemiştim. Bu sabah aynı konuşmayı tekrar dinledim. “Bizim bir numaralı önceliğimiz ne yapıp edip Rusya ile Çin’in bir araya gelmesini önlemek” diyor. Aslında satranç oynarcasına, hangi taşın, hangi taşla ne kadar güç kazanacağını görüyor. Gereksiz yere Amerika’nın karşısına daha büyük bir askeri gücün çıkmaması için neler olacağına ilişkin bir varsayımda bulunuyor. Ama şimdi Amerika’nın uyguladığı politika bunu beraberinde getiriyor. Nasıl beraberinde getiriyor? İki kanadın farklı görüşleri var. Cumhuriyetçiler Çin’e yönelik yoğun baskı siyasetini tercih eden taraftalar. Demokratlar ise neredeyse bir rejim değişikliğine gitmeyi arzulayacak kadar Rusya’ya baskı yapılmasından yana. Şimdi, Çinliler de Amerikan idarelerinden hissesine düşen gerilimi alıyorlar. Ruslar esasen aldılar. Biden giderayak daha ileri önlemler geliştiriyor. Sonuç itibarıyla Rusya ve Çin’in şu anda Amerika’ya karşı daha farklı iş birlikleri arayışı içinde olmasını gerektirecek sebepleri şahsen Amerika üretiyor. Şimdi ABD bunu ne tür bir siyasetle ya da hangi diplomatik adımla başarabilecek, onu göreceğiz. Bu adımların her biri bizi yakından ilgilendiriyor. Bunu çok yakından takip ediyoruz.

TRUMP’IN 5 HAMLESİ

Benim gördüğüm kadarıyla Trump’un dört beş hamlesi olabilir. Her bir atılımın de kendine göre artıları eksileri var. Benim Trump’tan aldığım izlenim, belli bahislerde söylemi devam ettirip kritik mevzuları ilk başta biraz akışına bırakacağı yönünde. Çok fazla radikal karar almayabilir. Radikal karar alacağı tahminen de en önemli konu, kendi konutuyla, yani Amerika’ya ilgili. Özellikle göçmenler sorununa dair yaptığı vaatleri yerine getirmek. Bu, hem iç siyasette hem de dış siyasette maliyeti en az olan konu. Burada başta Meksika olmak üzere bazı Latin Amerika ülkeleri ile daha yapısal bir iş birliğini kurması gerekiyor.

Demokratlar da son bir iki yıldır bunu gerçekleştirmeye çalışıyordu. Mesela mevkidaşım Antony Blinken, göçmen sıkıntısının nasıl yönetileceğini görüşmek üzere daima Meksika’ya gidip geliyordu. Demokratlar için göçmen sorununu yönetmek doğal ki biraz handikaplı bir husustu. Bir taraftan göçmenlerin oluşturduğu bir tabandan oy alıyorsunuz, diğer taraftan da göçün hem sisteme hem siyasete yük bindirmesini de engellemeniz gerekiyor. Dolayısıyla Demokratlar, içeride ve dışarıda deklare etmeden tedbir almayı tercih ettiler. Bunu deklare etmeleri siyaseten onlara maliyet üretecekti. “Gizlice işte Meksika ile konuşalım, diğer geçiş güzergahı olan Güney Amerika ülkeleriyle konuşalım, bir yapısal önlemler paketi üretelim ki, bizi siyaseten bu kadar baskı altında bırakan bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalmayalım” deseler de, açıktan bir göç aykırılığı yapamıyorlar. Olağan bunlar dediğim gibi, Amerika’nın şu anda kendi içinde yaşadığı olaylar. Trump icraatlarına bunlardan biriyle başlayabilir. Jeopolitik meselelerde, biraz daha bekle gör siyasetini veya öteleme siyasetini tercih edebilir. Ukrayna-Rusya savaşına, ilk etapta biraz daha aktif eğilebilir. Bunları daima birlikte göreceğiz.

SORU CEVAP

Trump döneminde, Suriye konusunda beklentileriniz neler? ABD’nin PKK/PYD ile bağı sürecek mi?

Suriye’de Trump’ın ne yapacağı konusunda şu an çok fazla emare yok. Ancak ilk dönemindeki birtakım yaklaşımlarından hareketle, bugün ne yapabileceğine dair iddialar var. Ama sadece bunu esas alırsak, isabetli düşünmeyiz diye değerlendiriyorum. ABD, Suriye’de YPG/PKK ile işbirliği yaptığı sürece Türkiye ile ilgili stratejik sorun alanı olağan ki devam edecektir. Güvenlik ağırlıklı bir dış politika izleyen Amerika’nın, aslında Türkiye’yi en iyi anlayacak durumda olması lazım. Bize düşen hem diplomatik hamlelerimizle hem alandaki duruşumuzla, bu bahisteki halimizi net ortaya koymaktır.

ABD, Trump döneminde Suriye’den çekilmeyi istedi, denedi. Ama, o dönem Amerikan sistemi bunu dinlemedi, razı olmadı. Liderin direkt buyruğunun savunma bürokratları nezdinde çok fazla bir kıymet-i harbiyesinin olmadığı görüldü. Trump geçmişte yaşananlardan alışılmış ki ders almış olmalıdır. Hakikaten şu anda, benzer hadiseleri bir daha yaşamamak için kendine daha sadık takımları iş başına getirme arayışında olduğunu görüyoruz.

Sanki şu anda Trump’ın gündeminde Suriye yok gibi görünüyor. Trump döneminde ABD Suriye’de sizce ne yapacak? Suriye’nin kuzeyindeki terör ögelerine karşı uğraşımız ne yönde seyredecek?

Suriye konusunda ABD’nin masasında şu anda birkaç konu var. Bu DEAŞ ne olacak? Al Hol kampındakiler ne olacak? Bunlara yönelik ne yapılacak? Bir diğer konu İsrail’in bölgede girdiği aktif savaş kapsamında Suriye’nin durumu. Biliyorsunuz, ABD’nin Orta Doğu’daki en önemli varlık sebeplerinden biri İsrail’in güvenliği. Dolayısıyla, İsrail’in güvenliğiyle ilgili hususlarda Suriye’nin bir etkisi olur mu olmaz mı? Bunu da çok önemli biçimde gündeme alacaktır diye düşünüyorum. PKK/PYD ile olan alakayı gözden geçireceklerini değerlendiriyorum. Çünkü, biz bu konuda ne kadar önemli olduğumuzu kendilerine her fırsatta iletiyoruz. Demokratlar böyle bir arayışın içerisine son vakitlerde girmişlerdi. Çünkü, bu iş birliğinin sürdürülemez olduğunu onlar da görüyorlar. Geçici olarak başlayan bir şeyin bu kadar uzun sürmesi ve Türkiye gibi bir müttefikin artık başka bir noktaya itilmesi, rasyonel olarak da stratejik olarak da izahı olmayan bir konu. Açıkçası biz bunu çok fazla sineye çekemeyeceğimizi, çekmeyeceğimizi gösteriyoruz onlara. Bu yolda da devam etmemiz gerekiyor.

Yeni devirde çeşitli alternatif senaryolar olabilir. Önemli olan tartışmaya devam etmek. Biz sahada terörle mücadele faaliyetlerimizde de, diplomasi masasındaki konumumuzda da son derece netiz. Savunmaya ve ileri teklifler getirmeye devam etmemiz gerekiyor. Bölgede bizim kendi güvenliğimizi sağlamak için her türlü adımı atacağımızı, atmaya hazır olduğumuzu Amerika görüyor. Belli mevzularda kendilerinden bir hal değişikliği beklediğimizi de görüyor. Hani belli operasyonları farklı çeşitten yapıyorsak, bunun sebebi beklentilerimizin karşılanmasına imkan sağlamaktır. Ama yerdeki durum daha farklı cinsten bir operasyonu zorunlu kılarsa, Cumhurbaşkanımız da ifade etti, elbette gereği yapılır.

Trump döneminde, Amerika’nın Suriye’den çekilmesi söz konusu olabilir mi?

Az önce de dediğim gibi Trump’un ilk periyotta Suriye’deki Amerikan askerlerini geri çekme girişimi savunma bürokratları tarafından akamete uğratılmıştı. Hatırlarsanız Cumhuriyetçilerin Afganistan’dan çekilme kararını hayata geçirmek Demokratlara kalmıştı. Ama Demokratlar o çekilme işini iyi yapamadılar. Zor durumda kalmaları, siyaseten de içeride büyük maliyet üretmişti. Aynı maliyeti bir kez daha yaşamamak için Suriye’den geri çekilme fikrini rafa kaldırdılar. Aslında Suriye’de 800 asker tutmanın ABD’ye çok fazla katkısı yok. Tam tersine, o askerlerin bölgedeki varlığı Amerikan askeri operasyonlarına adeta engel teşkil ediyor. Çünkü özellikle İranlı milislere yönelik yapılacak her türlü bölgesel operasyonda, Irak’taki ve Suriye’deki Amerikan askerleri adeta rehin olarak kullanılıyor. Amerika İran’ı veya İranlı milisleri bir yerden vurduğu zaman, bölgedeki askerleri ataklara hedef oluyor. Bu da olağan daima bir gerilim alanı oluşturuyor. Ama dediğim gibi Demokratlar döneminde, Amerikalılar Afganistan’da geri çekilmede yaşadıkları zorluğu, Suriye’de görmek istemediler. Şimdi Cumhuriyetçiler iktidarı devraldıklarına, bunu hayata geçirmeleri için alışılmış ki bir imkan olabilir. Benim değerlendirmem bu yönde. Olumlu adım atılabilir.

“İHTİMAL DIŞI DEĞİL”

Türkiye’nin Suriye’de teröre mücadele konusunda ABD’ye farklı bir teklif götürebilir mi? ABD’yi DEAŞ ile mücadele adına PKK/PYD ile işbirliği yapmaktan vazgeçmeye, doğrudan bizimle birlikte çalışmaya davet edebilir mi?

Bizim bu husustaki bildirimiz net. Milli Savunma Bakanlığımız da bizler de yaptığımız görüşmelerde muhataplarımızın daima dikkatlerini çektiğimiz bir konu var: Biz, bölgede terörle mücadele operasyonlarına kesinlikle destek veririz. Her zaman söylediğimiz gibi, bölgede DEAŞ’la mücadele etmek için Amerika’nın bir başka terör örgütü ile iş tutması yanlış. Buna gerek de yok. Ama Amerikalıların yanlışta ısrarları doğal ki ayrı bir konu.

Rusya ile yeni Amerikan Yönetimi arasında Suriye konusunda birtakım pazarlıklar olabileceğine dönük iddialar var. Dolayısıyla iki tarafın Bazı mutabakatlara varabileceği mümkünlüğünü da göz önünde bulundurursanız, Türkiye için bu ne ifade eder?

Ukrayna-Rusya savaşında bir donma ya da yumuşama olursa, Suriye probleminde de tahminen başka bahisleri konuşabilirler. Yani bu, ihtimal dışı değil. Gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Amerikalıların natürel bölgeden çıkarken üzerine yatırım yaptıkları aktörün zarar görmesini önleyecek birtakım arayışlara girmeleri de pekala mümkün. Önemli olan bizimi her türlü senaryoya hazır olmamız.

Esad rejimiyle, istihbarat üniteleri haricinde, diplomatik yönden herhangi bir temas söz konusu mu? Başkanların bir araya gelmesi gündemde mi?

Cumhurbaşkanımızın bu konuda biliyorsunuz önemli bir teklifi oldu. Ancak Suriye tarafı, özellikle şu süreç içerisinde belli hususları çok fazla değerlendirmeye hazır ve açık gözükmüyor. Yani kendi muhalefetiyle görüşmeye bile açık değil. Ben bunları anlattığım zaman, ‘Türkiye, Esad’ın muhalefetle muahedesini ön şart koşuyor’ diyenler oluyor. Hayır, bu bir ön şart olarak değil. Ama benim problemimi halletmesinin yolu pratikte bu tipten bir şeyden geçiyor. Yani bana şöyle demesi çözüm değil: ‘Ya biz seninle anlaşalım, sen bana güven. Ben terörle mücadele edeceğim, sen de benim sınırlarımdan çık, gerisine karışma’. Çünkü bunun gerçeklikte hiçbir bir karşılığı yok. Benim elimdeki veriler şunu gösteriyor. Ben orada olmadığım zaman, orada yaşayan insanlar da mülteci olarak benim ülkeme gelecek. Şam rejiminin belli kümelerin üzerine gitmesi sadece daha fazla mülteci, daha fazla istikrarsızlık üretecek.

Biz Astana Süreci sayesinde orada yerdeki güçler arasında sağladığımız ve yıllardır da devam eden bir ateşkes var. Yapılması gereken, bunu daha iyi bir yapısal düzenekle ve ancak daha iyi bir hedef için değiştirmektir. Bundan daha iyi bir alternatif sunmadığınız zaman, getireceğiniz her türlü teklif bizim için kabul edilemez bir teklif olacaktır. Daha iyi bir teklifin ne olacağı meselesi ise ancak oturup konuşmak suretiyle çözülebilir.

İsrail’in Lübnan’daki operasyonlarına devam ederken Suriye’de Şam rejiminin en önemli destekçisi Şii milisleri de vurduğunu görüyoruz. Bu Suriye’nin geleceğini nasıl etkiler?

Suriye şu anda İsrail’in yoğun baskısı altında. Suriye rejimi şöyle davrandığını görüyoruz: ‘Milisler ile İsrail arasında devam eden savaşta ben taraf değilim. Suriye’de İran milisleri var. İsrail güçleri de geliyor buraya saldırıyor. Siz kendi aranızda savaşınızı yapın, ama bana dokunmayın, benim altyapıma saldırmayın, benim askerimi öldürmeyin. Birbirinizle savaşabilirsiniz, ben bunu önleyemiyorum, beni anlayın’.

Öte yandan Suriye’nin Arap Ligine dönmesini destekleyen bölgedeki diğer aktörler ise, bu atılımla Suriye’nin İran’dan uzak durmasını sağlayacaklarını zannediyorlar. Biz bunun mümkün olamayacağını baştan beri söyledik. Çünkü İran ile Suriye arasında çok iç içe geçmiş bir iş birliği var.

Ama Şam da, Bağdat da şunu görüyor. Her iki ülke de, ‘Tamam İran ile bağlarımız iyi olsun, zor vakitlerde dayanışma içerisindeyiz ama gelip de bizim idaremizde etkin olmasın’ diyor. Ama bu olgu, Ömer Seyfettin’in Diyet hikayesine dönmüş bir konu. Özellikle, Irak siyasetinde bu görülüyor. Suriye siyasetinde de giderek aynı şeyi görüyoruz. Bakalım İsrail ile devam eden süreç nasıl evrilecek? Onlar da belli hususlarda açıkçası Trump’ın iktidarı devralmasını bekliyorlar.

Cumhurbaşkanımızın Esad’a yaptığı çağrıyı Şam’dan şimdi somut bir karşılık gelmemekle birlikte ilgilerin normalleşmesinde Rusya’nın ya da İran’ın bir rolü olabilir mi?

Bu aslında Rusya ve İran’ın Suriye’ye yapacağı telkinle de biraz alakalı bir konu. Ne yönde telkin yaparlar, nasıl yaparlar? Açıkçası görüştüğümüz zaman onlarla konuşuyoruz. İran’ın Suriye’deki önceliklerinin arasında Türkiye ile Suriye’nin olağanlaşması yok. Rusya açısından da şu anda bölgede esasen bir ateşkes olduğu ve önemli bir tehdit çok fazla kendini göstermediği için, o tipten bir konu gündemde yok.

Biz Türkiye olarak bu konuda iyi niyetimizi ortaya koymuş bir ülkeyiz. Yani bizim saldırganlık veya işgal gibi bir kaygımız yok. Rejim değişikliği gibi bir kaygımız yok. Bunu ortaya koyduğunuz zaman diğer taraf bundan bir alarm vaziyeti üretmiyor. Bölgede geri kalan bahislerle ilgilenmeye yönelik çalışmalarına devam ediyor. Bizim değerlendirmemize göre şu anda, Astana’da başlattığımız sürecin devamının yeterli olacağını düşünen bir yaklaşım söz konusu. Ama natürel bunun sürdürülebilirliği meselesi var. Terörle mücadelede ve mülteciler konusunda atılması gereken adımlar atılmadığı için Suriye’nin içerisinde giderek evrilen bir tehdit. Bir başka deyişle, bizim daha sonra yok etme maliyetimizin her geçen gün arttığı bir tehdide evrilebilir. Bunun için bizim çözüm arayışlarımız var. Doğal bu çözüm arayışlarının diplomasiyle ve yapan yaklaşımla cevap alınamadığı yerde, başka cinsten adımları vakti geldiğinde mecburen nasıl atarız ona bakacağız.

Sayın Bakanım tam bölgeyle ilgili konuşurken, siz Plan ve Bütçe Komitesi’nde konuşurken vizyonunuz da ekonomiyi de dahil edecek şekilde dış siyasette vizyonu o şekilde koydunuz. Irak’ta hem kronik terör konusu var hem de petrol gelirlerinin artık devletin tamamına yayılacağı şeklinde bir beklenti oluşmuş. Irak Devleti bu gelirlerin tamamını kullanabilecek olgunluğa ulaşmış vaziyette mi? Yani orada bir bütünlük sağlanmış mı? Irak çerçevesinde önümüzdeki dönemi nasıl görüyorsunuz?

Öncelikle dış politika ile ekonomiyi nasıl yürüttüğümüz sıkıntısına değineyim. Barış ve refah dediğimiz zaman burada güvenlik ve ekonomi mevzuları devreye giriyor ister istemez. Yani güvenliğe önemli bir stratejik zaman ayırmanız gerekiyor. Bölgede hem enerji geçiş çizgileri hem ticaret alanlarının iyi işletilmesi hem güzergahlar bizim öncelik verdiğimiz konular. Irak’la bizim ilgilerimizin ve perspektifimizin ağırlıklı olarak yani güvenlik üzerinden değil de ekonomi ve diğer konular üzerinden de gelişmesi, güvenlikle kontaklı mevzuların da daha rahat çözülmesine sebep oluyor. Biz bunu ülkelerimiz arasındaki güvenlik muahedesini hayata geçirirken de gördük. Uzun zaman ekonomi ve kalkınma konuşunca geldiğimiz bir noktada şunu söyledik. Şimdi buraya Kalkınma Yolu’nu yapacağız ama bunlar için uluslararası finansa ihtiyaç var, bankalara ihtiyaç var. Karlı proje de olsa, silahlı kümelerin olduğu, terör örgütlerinin olduğu bir yere finansman ve yatırımcı getirmek zor. Dolayısıyla bunları bir temizlemek lazım. Irak Merkezi Yönetimi, silahlı ögelerin olduğu, bir yerleri işgal altında tuttuğu çatışma bölgelerine Avrupa’dan veya başka bir yerden büyük bir finans kuruluşunun kredi vermeyeceğini, verirse de maliyetler inanılmaz derecede yüksek olacağını biliyor. Bu başarılamazsa Irak’ın kendi öz kaynaklarıyla bunu hayata geçirmesi gerekecek.

Bağdat-Erbil arasındaki bağlantılarda, özellikle boru hattı ve petrol gelirinin paylaşımı probleminde önemli ölçüde anlaşma sağlanmış görünüyor. Erbil ile Bağdat prensipte aslında anlaşmıştı. Ama Bağdat’ın Erbil ile daha önce kontrat imzalamış olan şirketlerle anlaşma imzalaması gerekiyordu, ki bunlar da ağırlıklı olarak Batılı şirketler. Erbil’le yaptıkları mutabakattaki her varil başına belli bir ücreti ödenmesi konusu vardı. Şimdi onu tekrar Bağdat’la yapmaları gerekiyor. Anladığım kadarıyla belli bir uzaklık katedilmiş. Yakın devirde boru hattının açılmasını bekliyoruz. Irak tarafının bize söylediği bu. Boru hattının açılması natürel ki bölgede onların da lehine çok hareketlilik getirecektir.

Sayın Bakanım, dünkü bütçe konuşmasında yanlış hatırlamıyorsam Irak ile ilişkiler çerçevesinde Ovaköy Sınır Kapısı’nın kısa zamanda açılacağını söylemiştiniz. Bir de Kalkınma Projesi’nin çok önemli olduğunu vurgulamıştınız. Anladığım kadarıyla Rusya’nın da bu proje içerisinde yer almak gibi bir niyeti mi var?

Kalkınma Yolu Projesi ekonomi ile birleştireceğimiz zaman bizim siyasi olarak da çok desteklediğimiz bir proje. Her zaman da şöyle onu izah ediyoruz. Son 20 yıldır Irak malumunuz inanılmaz derecede savaş, işgal, iç savaş ve birçok konuya maruz kaldı ve iç bölünmeyle baş başa kaldı. Şimdi geldiğimiz noktada, son 3-4 yıldır giderek daha sakinleşen, silahların sustuğu, biraz daha başka alanlara yer açıldığı bir Irak var. Natürel Irak’ın petrol geliri önemli bir rakam. Yani bu sayılar uzun yıllardır ihmal edilmiş, yapılamamış. Yani Irak halkına altyapı götürme hizmetlerinin tamamlanması gerekiyor. Irak Başbakanı Kalkınma Projesini bize ilk getirdiği zaman biz hemen kabul ettik. Bölgedeki aktörlerin de iştirakini da teşvik ederek, gerçekten Irak’ı ilk sefer son 20 yılda müspet bir şekilde gündeme getiren bir proje. Biz bunun için destekliyoruz. Ben daima konuşmalarımda da diyorum. Yani bölgemizin bir barış ve refah alanı olması gerekiyor. Çatışmaların ve tehditlerin azaltıldığı, ekonomik iş birliklerinin çoğaltıldığı bir atmosferi oluşturmamız lazım. Profesyonel çalışmaları yapmamız lazım. Kalkınma Yolu’nu da öyle bir fırsat alanı olarak biz görüyoruz.

Ruslar burada ne niyetle devreye giriyorlar? Rusların aslında haritaya baktığımız zaman Ukrayna savaşından sonra Batı’yla olan münasebetleri her alanda kesildiği gibi bu lojistik güzergahlar da kesildi. Artık Rusya’ya ne deniz yoluyla ne karayoluyla ne demiryoluyla Batı’dan bir şey gelmiyor. Dolayısıyla Ruslar dünya pazarlarına açılımını Baltık’taki yerlerine ilaveten Basra’ya çıkarak yapmak durumundalar. Bunun için de kuzey-güney açılımına giriyorlar. Şimdi kuzey-güney açılımına baktığımız zaman, Rusya’nın kuzey kentlerinden başlayıp Azerbaycan’dan geçen ve İran topraklarına giren, İran’ı da kuzeyden güneye uzunluktan boya geçen büyük bir demiryolu projesinden bahsediyoruz. Bununla ilgili çalışmalara başladılar ve geleceği nokta da Basra Körfezi. Tam o noktada, yani aynı havzada, Basra Körfezi’ne açılan yerde Fav Limanı var. Fav, Irak’ın Basra kentinde Körfez’e açılan ufak bir şehir. Kalkınma Yolu Projesi’nin -hangi yönden geldiğinize bağlı olarak- başlangıç veya bitiş noktası. Orası karayoluyla, demiryoluyla gelen ürünlerin dünya pazarlarına da açılabileceği, bölgeye de açılabileceği bir yer. Avrupa’yla irtibatını yapıyor. Şimdi Avrupa’yla ilişkisini kuzey, batı ekseninde yapamayan Rusya’nın aslında bu eksenden de istifade etmesi mümkün olacak. Aynı şekilde bizim bu Orta Kuşak dediğimiz, yine bir lojistik hat, Asya’dan gelip Hazar üzerinden Kafkaslardan geçip Türkiye’den geçen, doğu-batı eksenli Orta Koridor hattı da yine Rusların yapacağıyla kesişecek olan bir güzergah projesi. Bunlar natürel ki Bakanlık olarak da bizim yakından takip ettiğimiz projeler. Özellikle diplomasi ile ilgili senaryo formülasyonlarını yaparken ekonomi alanındaki en önemli mevzulardan birini bu bağlantısallık meselesi oluşturuyor. Bizim yoğunluk verdiğimiz bir alan.

Sanırım Irak, Türkiye-Suriye bağlarında de kolaylaştırıcı olmak istiyor. Böyle bir teşebbüsleri var galiba. Bir konferans düzenleme teşebbüsleri olduğunu ifade ettiler. Türkiye’nin buna yaklaşımı nedir sanki?

Suriye ile olan konuda evet böyle bir niyetleri var. Biz de onlara, ‘Sizin bu konuda ortaya atacağınız adımlar veya uğraşlarınızı takdirle karşılarız’ dedik. Yani bir ev sahipliği yapmak isterseniz biz bu konuda da açığız. Çünkü Suriye, Irak ve Türkiye üçü birbirine kara hududu olan ülkeler. Üç ülkenin de bir araya gelip belli ağır hususları daha yapısal şekilde konuşmaları gerekiyor. Geçmişte bu vardı. Arap Baharından önce. Bunu şimdi yeniden hareketlendirmek gerekiyor. Özellikle Irak ve Suriye arasındaki sınır güvenliği olağanüstü önemli. Terörle mücadele önemli. Silah kaçakçılığını engellemek önemli. Bu konuda Irak’ın da çok muzdarip olduğu konular var. Yani bir üçlü iş birliği düzeneğini biz açıkçası destekliyoruz.

Sayın Bakanım, Erbil ile ilgilerimiz hayli müspet seyrediyor. Ama bir Süleymaniye gerçeği var, PKK terör örgütüyle ve Kerkük yönetimi özelinde de oldukça sorunlu seyrediyor. Mesajlar verildi, o noktada herhangi bir hal değişikliği bekliyor musunuz? Özellikle Irak Merkezi Yönetimi ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki son mutabakat ve atılan adımlardan ve terör örgütünün en azından yasaklı örgüt ilan edilmesi, bazı ofislerin kapatılması, birtakım ögelerinin tasfiye edilmesine ilişkin hareket de başlamışken, Süleymaniye’de Talabani tarafında bir değişiklik bekliyor musunuz?

Süleymaniye PKK ile ilişki probleminde bizi tatmin edici bir adım atmadı. Biz de bu yüzden onları tatmin edecek adımları atmıyoruz. Onlara yönelik önlemlerimize devam ediyoruz. Süleymaniye ne zaman PKK ile ilgisini bitirir, bizimle alakası o zaman olağanlaşır. Ama Türkiye büyük bir devlet. Türkiye ile bağları iyi tutmakta büyük yarar var onlar için. Ekonomik olarak, siyasi olarak, her türlü şekilde. Yani bu ezayı daha ne kadar bu şekilde taşımaya devam edecekler kendi içlerinde, onu da bekleyip göreceğiz.

Kerkük’te yapılan nüfus sayımı ile ilgili olarak nüfus kaydırmaları olduğu yönünde ifadeler var. Size ulaşan bilgiler ne yönde?

Biz, tüm kurumlarımızla Türkmenlerin yanındayız. Onların haklarını savunuyoruz. Nüfus değişikliğine, demografik değişikliklere olağan ki karşıyız. Sıkıntı bunu nasıl mümkün kılınacağı. Türkmen Cephesi ile daima önemli bir temasımız var. Nüfus sayımından önce orada bir valilik meselesi vardı biliyorsunuz. Gerçi şu anda aslında mahkemelik oldu. Biraz Süleymaniye ile Irak Türkmen Cephesi’nden ayrılmış eski başkanın iş birliği sonucunda belli bir şeye doğru gitmeye başladı maalesef. Onu bir noktaya getiriyoruz Bağdat’la konuşarak. Yani biz orada PKK’nın etkisi altında kalacak bir valilik görmek istemiyoruz. Tamam, orada bir dönüşüm sistemi var. Kürtlerin, Arapların ve Türkmenlerin sırayla dönüşümlü valilik yapması meselesi. Orada Kürtlerden kim olacak meselesi biraz sorun oldu kendi aralarında. Süleymaniye bir etki kullanma tarafına gidiyor ama oradaki nüfus sayımı daha önce 2017’de terörle mücadele esnasında oradan gitmiş olanların tekrar gelmesi meselesi. Bir hareketlilik var ama bunların ne kadarı eski nüfusun oraya dönmesi ve ne kadarı yeni bir mobilizasyon, ona yakından bakıyoruz. Burada Araplar da en az bizim kadar hassaslar. Onun da altını çizmek gerekiyor. Oradaki demografik yapının oldu bittiye getirilmesine onlar da izin vermemekte kararlı. Sayımdaki formlarda etnisite aslında sorulmuyor. Kerkük’ün tarih boyunca oluşmuş bir demografik yapısı var. Bu yapıyla oynanmaması, Kerkük’ün asli bileşenlerinin mutabık kaldıkları biçimde yaşamayı sürdürmeleri lazım. Bu bizim temel beklentimiz ve hassasiyetimiz. Herhangi bir oldu bitti kabul edilemez.

Sayın Bakanım, Plan ve Bütçe Komitesindeki bütçe görüşmelerinde, ana muhalefetten bir vekil, Avrupa Birliği’nin yolunun Kıbrıs’ta federasyondan geçtiğini, bu konuda mevcut iktidarın Türkiye’nin önünü tıkadığını ileri sürdü.

Bu iddiaya doğal ki katılmıyoruz. Diplomasi ve strateji denilen sanat bu tür bahislerde devreye giriyor. Menfaatinizi bir yerde devam ettirirken diğer yerlerdeki münasebetlerinizi daha kötü hale getirmemeniz, tam tersine ilerletmeniz gerekiyor. Sorunun tabiatına göre doğru atılımlar ve doğru formülasyonlar geliştirmelisiniz. Avrupa Birliği’nin Kıbrıs problemindeki yaptığı tarihi hata, Kıbrıs’ı bu haliyle kendi içerisine alması olmuştur. Bu, Avrupa Birliği’nin belli kurumlarını bu konuda bir konum almaya itiyor. Ama bu adadaki realiteleri değiştirmiyor. Türkiye’nin orada bir mazisi var, Türklerin bir mazisi var. Yani orada yaşanan katliamlar var. Daha sonra Barış Harekatı var. Daha sonra Türkiye’nin uluslararası topluluğun getirdiği tekliflere olumlu yaklaşımı var. Adadaki halkın referandumu var… Biz bu gerçekliklerden dolayı, çözüm problemini AB ile değil, Birleşmiş Milletler ile sürdürüyoruz. Bu konuda ortada büyük bir gerilim olmadığı sürece, iyi niyetli çalışmalar olduğu sürece, AB’nin mevcut zahmetlere ilaveten ağır bir kriz alanına girmeyi isteyeceğini düşünmüyorum. Bizim burada yapmamız gereken, bizim iyi niyetli tahlillere açık olduğumuzu göstermektir. Adadaki şu andaki pratik gerçekliği yansıtacak tahlili istiyoruz. Yani biz oraya bir çözüm empoze etmiyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin önünü tıkadığımız tarafındaki iddia tümüyle gerçek dışıdır.

Sayın Bakan, dün akşam Rusya Devlet Başkanı küresel savaş ifadesini kullandı. Bir, size göre küresel savaş var mı? İki, nükleer doktrini onayladıktan sonra dört unsurun üçü yerine gelmiş vaziyette. Pentagon, balistik füzeleri kullandığını önceden bildirdiğini ifade etmesine rağmen, siz bir nükleer doktrinin hayata geçirilme riskini görüyor musunuz? Ayrıca Kuzey Koreli askerler ifadesi Pentagon’un açıklamasında çok dikkat çekti ama bu savaş, yani Türkiye’nin bu konuda bir sefer bir bilgisi var mı, Ukrayna ve Rusya hattında ne kadar yabancı savaşçı olduğu konusunda. Bir, daha da yaygınlaşması, küresel savaş başladı mı ve nükleer savaş tehlikesini ne kadar gerçekçi buluyorsunuz doktrin çerçevesinde? Sayın Bakanım, bir ekleme yapmak istiyorum. Bu Rusya-Ukrayna savaşı, Rusya-NATO savaşına dönüşürse bizim buradaki halimiz ne olur? Şu an Macaristan ile Türkiye burada tarafsız kalmaya çalışıyor. Ama biz bu durumda hangi durumda olabiliriz ilerleyen süreçte?

Putin’in ifade ettiği küresel savaş riski, -tabii ki savaşı geniş manasıyla kullanmak koşuluyla- daima bizim de uyardığımız bir konu. Ukrayna’da devam eden savaşın, Gazze’de devam eden savaşın artık fay hatlarını giderek derinleştirdiğini ve belli aktörleri bir araya getirdiğini, kutuplaşmanın arttığını görüyoruz. Dolayısıyla belli kanatlar artık birbirini gözlemeye başlıyorlar. Bu manada bir küresel yaygınlaşma var. Şimdi yani Kuzey Kore’nin dünyanın öbür ucundan savaşa aktif taraf olmasını görüyoruz askerlerini göndererek. Amerika’nın baştan beri gönderdiği silahlar, Avrupa’nın gönderdiği silahlar, savaşa açıktan taraf oldukları bir durumu ortaya çıkardı. Şu anda hem ekonomik, hem siyasi hem de sıcak savaş olarak devam eden topyekun bir mücadele var. Bunu sözün geniş manasıyla bir küresel savaş olarak nitelendirmek mümkün. Önemli olan bunun şiddetinin artmaması. Belli yerlerdeki ekonomik ve siyasal savaşın, sıcak savaşa dönüşmemesini temin etmek. Şimdi her iki taraf da elini yükselterek bir gerçekliği ortaya koyuyor.

“BU ŞAKA DEĞİL”

Biden bu kararı Trump ile görüşmeden almış olabilir mi sizce? Çünkü görüşme yaptıktan sonra açıklandı, Oval Ofis görüşmesi. Yani ona rağmen alınmış bir karar olması mümkün mü?

Demokratların belli bahislerde atmak istedikleri adımları, şimdi seçim baskısı olmadan attıkları kanaatindeyim. İşte Ukrayna konusunda, İsrail konusunda görüyoruz atılan adımları. Burada nükleer bir risk var mı? Açıkçası nükleer adı konuşulmaya başladığı andan itibaren nükleer risk oluşur. Adam şunu söylüyor: ‘Siz benim topraklarımın içerisinde benim tolere edebileceğimden daha fazla füze ve saldırı yaparsanız, benim bunu durdurmamın yolu, elimdeki araçlarla olmuyorsa, diğer bir üst aracı kullanırım’. Bunu açıktan söylüyor. Bu bir şaka değil. Karşı taraf ise ‘Senin elinde nükleer silah var, sen beni nükleerle tehdit ediyorsun diye istediğin yeri işgal etmene de ben izin vermem’ diyor.

Oldukça sıkıntılı bir konu. Natürel Batılıların en çok endişe ettikleri hususlardan biri de Rusların bu kadar asker karşılığında Kuzey Kore’ye ne verdikleri veya verecekleri konusu. O şunun için önemli. Eğer Kore yarımadasında, bölgede şu anda inşa edilmiş mevcut dengeyi bozacak bir oyun değiştirici hamle yapılmış olursa, bu sefer yani Amerika için, Batılılar için yeni bir ilave cephe daha açılmış olacak. Yani bu cephe illa sıcak savaşın olduğu bir cephe olmasa da ama sıcak savaşa hazır olmayı gerektirecek. Güney Kore’ye de daha farklı kabiliyetleri kazandırmayı gerektirecek bir yaklaşma olacak.

Yani Rusya’nın Kuzey Kore’ye asker karşılığında kapasite kazandırdığına ilişkin bir yazı ve yorumlar var. Bunu çok ciddiye ve dikkate aldığınızı ve bunun da Batı için yeni cephe oluşturacağını özetlemiş oldunuz.

Evet. Yani bu çünkü artık üzerinde düşünülmesi gereken sağlam bir stratejik denge. Bozulduğu zaman sizin başka bir atağa girişmeniz lazım. Yani oraya kaynak ayırmanız lazım, para ayırmanız lazım, kapasite ayırmanız lazım. Karşı tarafın geliştirdiği istikrara göre daha caydırıcı bir şey getirmeniz lazım.

 TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki konuşmanızda siber tehdidi, beşinci savaş cephesi olarak tanımladınız. Bu mevzuyu biraz açabilir misiniz?

Her alanda olduğu gibi siber tehdit konusunda da giderek bir evrilen sürece şahitlik ediyoruz. Tehdit tanımlaması bundan 20 yıl önce yapılmıştı. İnternet kontağının artmasının, bu sayede otonom sistemlerin ve uzaktan komuta sistemlerin mümkün kılınmasının ardından siber tehdit, kritik altyapıyı hedef alabilecek hale geldi. Finans, bankacılık sistemleri, ulaştırma dahil birçok konuda muhtemel saldırıları içeren bir çerçeveye büründü. Giderek pazarı da müşterisi de büyük bir konuya dönüştü. Siber tehdit, devletlerin giderek çare aradığı bir sorun haline geldi.

Çevrimiçi olma sayısı dünyada inanılmaz derecede arttı. Özellikle pandemi sürecinde, çevrimiçilik oranı başdöndürücü bir hızla yükseldi. Pandemi insanları eve mahkum etti ve herkes işini daha çok internet üzerinden yapmaya çalıştı. Bunun sonucunda da, normalde 10-15 yılda üretilecek veri miktarı pandemi yüzünden kısa bir zaman diliminde üretildi. Yapay zekadaki patlamanın kimsenin beklemediği bir anda olmasının sebebi de bu. Aşırı çevrimiçi hareketliliğin, internet hareketliliğinin getirdiği bu büyük “data”, böyle bir işe yaradı.

Siber tehdit kavramı giderek değişiyor. Kritik altyapıyı hedef alan siber tehdit, artık insan zihnini hacklemede de önemli bir araç olma yolunda ilerliyor. Yapay zekanın gelişimine baktığınız zaman başka bir boyuta evrilmiş durumdayız. Sosyal medya artık bununla manipüle ediliyor. Öncelikler okunabiliyor, davranışlar kestirilebiliyor, kişilik tahlilleri daha rahat yapılabiliyor. İltisak tahlilleri çok daha rahat yapılabiliyor. Her şeyin bu kadar rahat yapıldığı bir periyotta tehdit de tabiatıyla boyut değiştiriyor. Yani siz artık kritik altyapınızın hedef alınması meselesi bir tarafa, ürettiğiniz hareketlilik sonucunda diğerlerine öngörülebilirlikle ilgili bir veri seti sunuyorsunuz. Dolayısıyla yeni vakitlerde, verinin korunması açısından insanların çevrimiçi hareketliliğiyle alakalı bir sınır problemimiz var. Verinin hareketliliğiyle alakalı dijital sonların oluşturulması gerekiyor. Bir başka deyişle, benim halkımın, devletimin işleyişiyle ilgili veriler her yere çarçabuk gidip gelmemeli. Tüm bu açılardan, MİT’te görev yaptığım periyottan bu yana üzerinde çalıştığımız Siber Güvenlik Başkanlığımızın yakında hayata geçecek olması ülkemiz için hayati önem taşıyor.

Libya konusunda son devirde Türkiye’nin Bingazi ve Hafter idaresiyle daha sık temasta bulunduğunu görüyoruz. Büyükelçimiz de geçen haftalarda oradaydı. Hatta İstanbul’a davet edilen yöneticiler oldu Bingazi’den. Oradaki Başkonsolosluğumuz tekrar açıldı. Gelinen noktayı bize özetleyebilir misiniz?

Libya’nın doğusuyla da münasebetlerimizi ilerletiyoruz. Bingazi Başkonsolosluğumuzu açtık. Başkonsolosumuzu atadık. Oradaki bina ve diğer bahisleri da hallediyoruz. Libya’nın doğusundaki yetkililer ile temaslarımız devam ediyor. Kendileri Türkiye’ye geliyorlar. Türkiye’den gidenler var. Özellikle de iş adamlarımız. Malumuzun iş adamlarımızın Bingazi’de aslında yoğun faaliyetleri vardı. Şimdi o faaliyetler yeniden ağır ağır canlanıyor.

Libya’da Türkiye’nin önayak olduğu ve devamına büyük önem atfettiği çatışmasızlık ortamı, semerelerini veriyor. Çatışmasızlık ortamı ilerledikçe insanların bunun kalıcı olabileceğine dair inancı artıyor. Artık ekonomiye, yatırımlara, altyapı çalışmalarına yöneliyorlar. Bu hususlarda adım atıyorlar. Bu da iş adamlarımıza fırsat alanı doğuruyor. Türkiye olarak biz, Libya’da alandaki gerçekleri göz önüne alarak milli birlik ve beraberliğin sağlayacak bir ortam oluşturulmasına büyük önem veriyoruz. Belirli bir strateji çerçevesinde bunu aşama aşama hayata geçirebilmek için elimizden geleni yapıyoruz.

Siz 8 Kasım’da Atina’daki görüşmelerinizde Ege sorunlarını ele aldınız. Basın toplantısında da Yunan muhatabınız görüşmelere başlamak için ön şartları değerlendirdik diye bir ifade kullandı. Bununla kastedilen nedir? Sanki Ege’deki sorunlar için yeni bir müzakere süreci mi inşa edilmeye çalışılıyor? Önce istikşafi, sonra istişari olan müzakerelerin sonunda yeni bir basamağa mı geçiriyoruz?

Biz, Ege’deki sorunlar, Doğu Akdeniz’deki sıkıntılar, Türk azınlığa dair sıkıntılar dahil tüm meseleleri bir paket olarak ele almayı tercih ediyoruz. Bunları daima birlikte ele almayı, imkan dahilinde de kamuoyunun gözünden uzakta tartışmayı tercih ediyoruz. Sorunların aşırı politize edilmesini doğru bulmuyoruz. Ama
biliyorsunuz özellikle Yunanistan’daki iç siyasette, Türkiye ile ilgili konular aşırı derecede politize edilebiliyor.

Biz olumlu gündem üzerinden ilerleyerek, kazan-kazan anlayışıyla ara almak istiyoruz. Milli menfaatlerimize halel getirmeden, var olan problemleri resmi yollardan çözmeyi, belirsizlikleri ortadan kaldırmayı hedefliyoruz. Bir yeryüzü cenneti olan Ege denizi, ülkelerimiz için bir ekonomik refah bölgesine dönüşmeli. Hedefimiz bu. Bu yapılabilir mi? Yapılabilir. Her iki tarafta da gerekli miktarda olgunluk olduğu zaman, yaratıcı tahlillerle bu gayenin yakalanabileceğine inanıyorum. Yunan muhataplarımızla arayışlarımız ve tartışmalarımız da zati yönde. Şu anda, Ocak veya Şubat ayında, Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in Türkiye ziyaretinde ülkelerimiz arasındaki Yüksek Seviyeli Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısının da yapılması planlanıyor.

Son bir haftadır Hamas ve Türkiye alakalarını sorgulatan haberler çıkıyor. Önce İsrail basınında çıktı, sonra Amerikan Dışişleri Sözcüsünün bir açıklaması oldu. Onun ardından Hamaslılar hakkında bir yaptırım kararı çıktı. Hamas’ın Katar’daki siyasi ofisinin kapatıldığı söyleniyor, sonra Katar yalanlıyor. Bazıları bunların Türkiye’ye geleceklerinden söz ediyor. Neler olduğunu bize bir anlatabilir misiniz?

Türkiye olarak biz bu dedikoduları yalanladık. Bakanlık Sözcülüğümüz, Hamas Siyasi Bürosu’nun Türkiye’ye taşınmadığını açıkladı. Dediğiniz söylentileri Katarlılar da yalanladı. Dolayısıyla, şu anda dediğiniz çeşitten bir şey söz konusu değil. Yani Hamas’ın Siyasi Ofisi Türkiye’ye gelmiş değil. Görünen o ki ABD’deki Demokratlar giderayak Hamas’ın üzerinde biraz daha baskı yapmak istiyorlar. Muhtemelen bu sayede kendilerince bir ara almayı umuyorlar. Ateşkes, barış anlaşması vesaire usulü bir şey çıkar mı ya da rehineler ile ilgili bir gelişme olur mu, ona bakıyorlar. Ama onların şu anki ateşkes şartları, Hamas’ın kabul ettiği koşullar değil gibi gözüküyor. 

İsrail, ne Birleşmiş Milletler kararlarını umursuyor, ne de Uluslararası Adalet Divanı’nın kararlarını. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin verdiği yakalama kararlarını da tanımıyor, hepsini reddediyor. Bölge ülkelerinin yansıları cılız kalıyor. İsrail’in durdurulması için sizce ne yapılmalı? İsrail nasıl durdurulacak?

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama kararı çıkarması, tarihi bir hadise. Bu son derece değerli bir karar. Belli başlı ülkelerin bu kararı uygulayacaklarını söylemesi önemli bir gelişme. Bu gelişme, güç kullanımı dışındaki imkan ve araçları kapsayan diplomasi ve adalet sistemi ile sonuç alınabileceğini göstermiştir. Gönül isterdi ki bu sonuç daha erken çıksın. Tutuklama kararının çıkmasında, uluslararası seferberlik sonucunda insanlık vicdanının İsrail’in izlediği soykırıma karşı artık ortak bir hal alması ve ortak bir telaffuz etrafında birleşmesi de büyük rol oynadı. Artık herkes aynı noktaya geldi: Derhal ateşkes olsun, insani yardımlar başlasın ve iki devletli çözüm olsun. Ama İsrail bunları istemediğini her tavrıyla ortaya koyuyor. Apaçık soykırım işleyen İsrailli yöneticiler hakkında tutuklama kararı çıkarılmış olması elbette önemli.

 Gazze’ye insani yardımların girişine hala müsaade edilmediği için orada 2 milyon insan hala açlıkla boğuşmaya devam ediyor…

Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama kararı çıkarılmış olması önemli ama bu doğal ki dediğiniz sorunu çözmüyor. Oradaki 2 milyon insanı açlıktan kurtarmanın artık tek bir yolu var: Gazze’ye gıda götürmek için uluslararası bir inisiyatif başlatılmalı. Çünkü diplomasinin tüm imkanları kullanılmış olmasına rağmen, Gazze’de 2 milyon insan tüm insanlığın gözü önünde taammüden aç bırakılarak ölüme mahkum ediliyor. Birleşmiş Milletler bunu maalesef önleyemiyor. Bu durumda uluslararası toplum başka alternatifler düşünerek, bu drama bir çare bulmalı. Ama bir savaş yöntemi olarak sivil halkın açlığa mahkum edilmesi, insanlığın katlanamayacağı bir mevzudur. Bu gaddarlığa mani olmak için diplomasinin bütün imkânları kullanıldı. Birleşmiş Milletler’de bunu önlemeye yönelik teşebbüsler daima ABD vetosuna takılıyor. Bu insanlık dramı karşısında isyan etmemek mümkün değil. Gazze’de 2 milyon insanın açlık ve susuzlukla ölüme terk edilmesine seyirci kalınmamalı.

“TÜRK HAVA ALANINA İZİN VERMEDİK”

Sayın Bakanım, ben de müsaadenizle bir soru sormak istiyorum. Basında, Azerbaycan’a gitmek isteyen İsrail Cumhurbaşkanına hava alanımızı açmadığımıza ilişkin haberler yer aldı. Doğru mu bu?

Evet, doğru. Çoluk çocuk, kadın demeden 50 bin Filistinli kardeşimizin katledilmesine tepki olarak, hava alanımızı açmadık. Gazze’deki insanlık dramını önlemeye yönelik bir adım atılmaması, milletçe hepimizi çok derinden yaralıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin hava alanının kullanılmasına izin vermedik. Cumhurbaşkanımızın kararı bu yönde oldu. İzin verilmedi.

Peki, Azerbaycan tarafının özel ricada bulunduğu iddiası doğru mu?

Azerbaycan tarafı konuyla ilgili diplomatik talebini iletti. Ama bu konuda bizim duruşumuz belli. Sonuçta, dediğim gibi, Türk hava alanının kullanılmasına izin vermedik.

Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa Haber – Bursa Gündem – Bursa Gündem Haber – Bursa Haberleri – Bursa Son Dakika 

Bizi İnstagram’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi X’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr

Bizi Facebook’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Youtube’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Linkedin’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber 

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Lastikçilerin Kış Lastiği Mesaisi Başladı: Hem Can Hem Mal Güvenliği İçin Tavsiye Ediyoruz

HIZLI YORUM YAP