Tülay Hatimoğulları Öcalan’ın İletilerini Paylaştı: “Kısır Döngüden Çıkmanın Yol Haritasını Sunmaya Hazırım”
![](https://bursagundemhaber.com/wp-content/uploads/2025/01/tulay-hatimogullari-ocalanin-iletilerini-paylasti-kisir-donguden-cikmanin-yol-haritasini-sunmaya-hazirim-9xkT9Kh3.jpg)
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, DEM Parti heyetinin 22 Ocak'ta İmralı'da görüştüğü PKK lideri Abdullah Öcalan'ın mesajlarını aktardı. Hatimoğulları, "Sayın Öcalan, daima beka korkusu üreterek işçi ve işçinin alın terinin güvenlik siyasetlerine harcandığı, yoksulluğun derinleştiği, hukuksuzlukların sıradanlaştığı, sömürünün yaygınlaştığı, kadın düşmanlığının arttığı bu kısır döngüden çıkmanın yol haritasını sunmaya hazır olduğunu ifade etmiştir. Türkiye’nin tüm prangalarından kurtulmasının yerini oluşturmaya hazır olduğunu güçlü bir şekilde dile getirmiştir" dedi. Hatimoğulları, "Ayrıca Sayın Öcalan, son görüşmede heyetimize, Bahçeli’nin yaklaşımının devlet aklıyla buluşması halinde barışa hizmet edecek tarihî bir çıkışa vesile olacağını belirtmiştir" ifadelerini kullandı.
Tülay Hatimoğulları, DEM Parti TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada şunları söyledi:
"Bir haftadır, Kartalkaya’da meydana gelen yangın ve ortaya çıkan felaketi, yitirdiğimiz canlarımızı ve yapılan yanlışları konuşuyoruz. İktidar ise ne özür diliyor ne istifa sözünü ağzına alıyor. Sadece tüm gücüyle sorumluları saklamak istiyor. Bu felakete kapı aralayanlar, sermaye kazansın diye denetim yapmayanlardır. Otel sahibine teşvikler verilmiş, otel sahibi 3 yılda 95 milyon kazanmış. Bu denli teşvike, bu denli çıkara rağmen tek bir önlem dahi alınmamış. Bu yangını münferit bir olay, bir kaza olarak ele alamayız. Bu yangın bir otel etrafında dönen iktidar-sermaye ilişkisinin çok acı bir fotoğrafıdır. Bu iktidar öyle bir sistem yarattı ki; kontrole tabi oluyorsunuz, eksikliklerinizin bir listesi elinize veriliyor. “Yok kardeşim ben bunu kabul etmiyorum” deyip başka bir şirkete gidebiliyorsunuz. Parası neyse verip işin içinden çıkıyorsunuz!
İşte bunlar üç beş kuruş kar elde etmek için kontrolleri ahbap çavuş bağlantısına dönüştürüp 36’sı çocuk 78 canımızı yangında kaybetmemize neden oldular.
Bu felaketlerin nedeni aşırı merkeziyetçiliktir. Liyakatsiz atamalardır. Kurumların içini boşaltmaktır. Rant-rüşvet münasebetidir. Bu faciaların asıl sorumlusu “Bütün yetki benim elimde olsun” diyerek yerel idarelerin yetkilerini ortadan kaldırmak isteyen iktidardır. Yerel idareleri muhalefet kazanınca 'kayyım atayayım, olmazsa yetkilerine el koyayım' diyen anlayış bu felaketlere zemin hazırlıyor. Türkiye yüzölçümü ve nüfusu bakımından büyük bir ülke. Yangın, deprem, sel vb. felaketlerin ölümlerle sonuçlanmasını engellemenin yolu kent kent altyapıyı sağlıklı bir şekilde inşa etmek, denetlemek, kuralları harfiyen hayata geçirmekle mümkündür.
Bu iktidar yapı kontrolleri dahil özel sektöre verdi. Müteahhitler kendi denetleme şirketlerini kurdu. Formaliteden denetleme yapıyorlar. Bunun en ağır bedelini 6 Şubat sarsıntısında gördük.
Yerel idarelerin yetkilerini Bakanlıklara devrediyor. Bakanlıklar gerçek denetim yapmıyor. Rüşvet ağı gelişiyor. Kayyım atanmış, yetkileri sonlandırılmış, felç edilmek istenen yerel yönetimler Türkiye’yi felakete sürükler. Yetkileri, imkanları arttırılmış, merkezi hükümetin tarafsızca denetlediği yerel yönetim modeli kaidedir.
Bu yangın felaketinin sorumluları, devletteki tüm kurumlara ve takımlara el koyarak yandaşları yerleştiren ve liyakatsizlik şampiyonu olan bu iktidardır. Yıllardır ortaya çıkan her katliamda sorumluları cezasızlıkla ödüllendirenlerdir. 6 Şubat depreminin sorumlusu, kurumları doğal afetlere bile müdahale etmeye hazırlamayan bu iktidardır. Öve öve bitiremedikleri AFAD’ın kağıttan kaplan olduğunu bu depremde deneyimledik.
Kurumsal çöküşü gerçekleştiren merkeziyetçi anlayış tam da budur. Bu felaketlerin sebebi 'Biz devleti şirket gibi yöneteceğiz' diyerek, yurttaşı müşteri, canını kıymetsiz gören anlayışın ta kendisidir.
Daha iki yıl önce gerçekleşen depremde, insanlar denetlenmeyen, imar barışı adı altında rant alanına çevrilen binalarda yaşamını yitirdi. Çocuklar tacize uğrayıp katlediliyor. Narin’inin yaşadıklarını hangimiz unutabilir? Kadınlar her gün şiddet görüyor, katlediliyor. Hayvanlar sokak ortasında eziyetle öldürülüyor. Bize reva görülen vefatlar, bu iktidarın memleket sevgisinin göstergesidir. Bunlar memleketi, insanını değil; rant, çıkar ve iktidar sevdalısıdır.
22 yıllık AKP iktidarında buna benzer en az 24 facia yaşandı. Bu facialarda, 100 bini aşkın insan yaşamını kaybetti. Sayıları da gizliyorlar. Yine İSİG raporuna göre, AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 tarihinden bugüne iş cinayetlerinde en az 32 bin 478 işçi hayatını kaybetti. Yanlış duymadınız 32 bin 478 işçi… Peki bu ülkeyi bir ölüm ülkesine dönüştüren iktidarda, epey felaket, epey katliam sonrası kaç istifa oldu? Kocaman bir sıfır.
Lamı cimi yok. Kültür ve Turizm Bakanı başta olmak üzere, bu felakette sorumluluğu olanlar derhal istifa etmelidir. Sadece istifa da yetmez, yargı önünde göz göre göre gelen katliamın hesabını da vermeliler. Kültür ve Turizm Bakanı derhal istifa etmelidir. Bu bir tercih değil, bir zorunluluktur.
Bunlara alışmak ve susmak kendimize, topluma yapılacak en büyük kötülüktür. Susmayacağız, korkmayacağız, hakkımız olan her şeyi sonuna kadar savunacağız. Hele yaşam hakkımız için her şeyi göze alacağız.
Türkiye’nin yaşadığı bu dehşet ve vahşetin nedeni demokrasiden mahrum olmamızdır. Türkiye’de yaşanan felaketlerin nedeni otoriterliktir. Demokrasi olsaydı, kontroller sıkı yapılırdı. Yerel yönetimler güçlü olur ve iktidar sermayeyle kol kola girmezdi. Demokrasi olsaydı, bu kadar felaketten sonra istifa bir kaçış değil, halka karşı sorumluluk ve mecburilik olurdu.
Her felakette görüyoruz ki sınırsız yetkiye sahip bu iktidarın halka ve insan ömrüne karşı sorumluluğu sıfırdır. Bu iktidar için canın değeri yok. Emeğin değeri yok. Halkların, insanın, tabiatın değeri yok. Demokrasinin değeri yok. Demokraside insanın değeri vardır. Emeğin değeri vardır. Tabiatın değeri vardır. Hak-hukukun değeri vardır.
Hak-Hukuk demek, muhalefet partisi belediye başkanı daha kürsüde konuşurken hakkında soruşturma açmak değildir. Bakın; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu, dün hükümetin muhalefet belediyelerine dönük uygulamalarını ve baskılarını eleştirdiği konuşması tamamlanmadan hakkında jet hızıyla hakkında soruşturma açıldı. Kimse karnından konuşmasın. Olası rakiplerini yargı yoluyla yarışın dışına itmeye çalışmak hukuksuzluktur, demokratik halk iradesini hiçe saymaktır.
İktidara soruyoruz; yakında insanlar konuşmaya başlamadan, daha düşünürken mi soruşturma açacaksınız? Çünkü size göre düşünen her insan tehlikelidir.
Bakın; devrimci-demokratik çizgiyi savunan ESP’li yoldaşlarımıza yönelik siyasi soykırım operasyonları yaparak, hak-hukuk katlediliyor.
Hak-hukuk demek onlarca insanın katledildiği, 90’lar karanlığının eli kanlı mimarlarının yargılandığı JİTEM davasının talimatla üstünün örtülmesi değildir. Dün JİTEM ana davasında zorla kaybetmeler tarafından zaman aşımı gerekçesiyle dava düşürüldü. İnsanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı olmaz. Türkiye barışını konuşurken, geçmişle yüzleşme ve hakikatler açığa çıkarmayla ilgili karartma, dosya kapatma kabul edilemez. Bu davanın kapatılması, apaçık şekilde 90’ların karanlığına sahip çıkmaktır. Katliamları, cinayetleri, yolsuzluk ve hırsızlıkları sahiplenmektir.
Hak-hukuk demek, Gezi’yi bir intikam aracı haline dönüştürerek herkese soruşturma başlatmak değildir. Osman Kavalaların, Can Atalayların, Çiğdem Materlerin çıkmasını beklerken Ayşe Barım tutuklandı. İktidar her sıkıştığında, Gezi üzerinden toplumu sindirmeye çalışıyor. Bu yol doğru bir yol değildir. Toplumsal barışı sağlayacaksak, her türlü demokratik itiraza ve görüşe hürmet göstermeliyiz.
Hak-hukuk, adalet demektir. Barış da adalet üzerine kurulur. Hak-hukuk tarafsız ve bağımsız yargı demektir. Demokratik yaşam demektir. Bugün Türkiye’de ana tahribat; demokratik gerileme, hukuksuzluk, açlık, yoksulluk, yıkım, çöküş ve çürümedir. İvedilikle söndürülmesi gereken yangın budur. Bu sebeple biz diyoruz ki; adalet ve barış için sonuna kadar savaşacağız, mücadele edeceğiz.
Bu felaketleri hayatlarımızdan çıkarmak, bir felakette daha onlarca, yüzlerce canımızı yitirmemek için acil adımlar atılmalıdır. Yerel idarelerin yetki ve kaynakları arttırmalıdır. Meslek odalarının yetkili olduğu ve sivil toplum örgütleri ile halkın denetim düzeneklerine müdahil olduğu bir sistem inşa etmeliyiz. Liyakati esas alarak, denetim ve adalet düzeneklerini kurmalıyız. Siyaset kurumunun hesap verilebilirliğini sağlayan bir hukuk düzeni inşa etmeliyiz. Ortak akılla hareket ederek bu ülkeyi, kıymetsiz hayatların değil, değerli hayatların ülkesi haline getirmeliyiz.
Hepimizin merakla beklediği ikinci İmralı görüşmesi gerçekleşti. İmralı görüşmesinde neler konuşuldu? İmralı'da ortaya çıkan yol haritası ne? Ben öncelikle Sayın Öcalan'ın dışarıdaki bütün yurttaşlarımız gönderdiği selamı buradan sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sayın Öcalan, küresel, bölgesel ve ulusal krizlerin üst üste bindiği tarihi bir periyottan geçtiğimizi değerlendirmiştir. 'Bu üst üste binmiş kriz döneminde, Kürt meselesinin tahlili ve Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ilgili oyalama, zaman kazanma, bekle-gör siyasetlerine tevessül etmek, Türkiye halklarına yapılacak en büyük kötülüktür' demiş.
Yaşanan krizlere karşı Türkiye toplumunu ve bölge halklarını muhafazanın yolu belirlidir. Sayın Öcalan’ın çağrısı nettir. Türkiye’yi demokrasi tabanına çekmek, krizlerden kurtarmanın tek dermanıdır. Bu kapsamda, Sayın Öcalan meseleyi şiddet ve çatışma tabanından demokratik hukuk ve demokratik siyaset tabanına çekmeyi hedeflediğini bir kez daha ısrarla vurgulamıştır.
Sayın Öcalan’ın son görüşmede vurguladığı gibi tarihin kritik dönemeçlerinde sağlanan ortaklaşmalar, sorunların tahliline önemli katkılar sağlar. 22 Ocak tarihindeki görüşmede Sayın Öcalan, mevcut sorunların ancak demokratik hukuk yoluyla kökten tahlilinin mümkün olduğunu vurgulamıştır.
Sayın Öcalan, şu hususların önemle altını çizmiştir: Daima beka telaşı üreterek işçi ve işçinin alın terinin güvenlik siyasetlerine harcandığı, yoksulluğun derinleştiği, hukuksuzlukların sıradanlaştığı, sömürünün yaygınlaştığı, kadın düşmanlığının arttığı bu kısır döngüden çıkmanın yol haritasını sunmaya hazır olduğunu ifade etmiştir. Türkiye’nin tüm prangalarından kurtulmasının yerini oluşturmaya hazır olduğunu güçlü bir şekilde dile getirmiştir.
Evet biz de diyoruz ki; tarihin bu kırılma döneminde Türkiye tüm prangalarını atmalı, yüz yıllık ezberlerden ve kısır döngülerden kurtulmalıdır.
Ayrıca Sayın Öcalan, son görüşmede heyetimize, Bahçeli’nin yaklaşımının devlet aklıyla buluşması halinde barışa hizmet edecek tarihî bir çıkışa vesile olacağını belirtmiştir.
Özellikle tarihe not düşerek altını çiziyoruz; bizler de DEM Parti olarak diyoruz ki, bu konuda iktidar da artık güven arttırıcı somut adımlar atmalı, güçlü bir çözüm iradesi ortaya koymalıdır. Kürt probleminin demokratik ve barışçıl tahlili için iktidar tarafından toplumun tümünü kapsayan ve demokrasiyi esas alan güven arttırıcı adımlar atılmalıdır.
Barış, gergin fay çizgileri üzerine inşa edilemez. AKP’nin yıllardır gerdiği fay hatlarını daha fazla germeye çalışması, en çok barış ve demokrasi umudunu yaralıyor. Öyle yeni anayasa davetleri yaparken, MGK’nın kırmızı kitap denen gizli anayasasına sarılarak demokrasi gelmez. Bu ülkenin gizli anayasaya değil, demokratik anayasaya ihtiyacı var. Türkiye halklarını darbe, vesayet, isyan ve şiddet tabanlarından kurtararak, demokrasi, barış, ortak yaşam yerine taşımanın tarihî sorumluluğuyla karşı karşıyayız.
Yüz yıldır başkaldırı ve bastırma ikileminde acı dolu bir tarih yaşadık. Bu artık aşılmalıdır. Bin yıl boyunca kazanılan “ortak kader” fikri, yüzyılda kaybettirilen bir inkarla karşılandı. Bugün sıkıntısı demokrasi ve hukuk olan herkese davetimizdir; DEM Parti’ye itimadın. Bizler Türkiye’nin demokratikleşmesinin hilafına olacak en ufak bir şeyi asla kabul etmedik ve etmeyeceğiz.
Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt barışı derken ne anlıyoruz, tek tek anlatalım... Emeğin sömürülmediği, işçinin, emeklinin hakkını aldığı, halkların varlığının inkâr edilmediği, kendisini özgür ve eşit bir biçimde ifade edebildiği, Alevilerin eşit yurttaş olduğu, tabiatın katledilmediği, kadınların eşit ve özgürce yaşadığı, çocukların istismara uğramadığı ve katledilmediği, güvende yaşadığı, gençlerin işsiz kalmadığı bir düzeni kast ediyoruz."
Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa Haber - Bursa Gündem - Bursa Gündem Haber - Bursa Haberleri - Bursa Son Dakika
Bizi İnstagram'da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi X'de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr
Bizi Facebook'da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi Youtube'da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi Linkedin'de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber