32,6667$% 0.26
35,3373€% 0.02
2.472,29%0,21
4.006,00%0,20
16.046,00%0,21
2.356,75%0,01
10.872,56%1,78
Mayıs 2023’te Ankara’daki TUSAŞ tesislerine gittiğimizde aslında tüm gözler Milli Muharip Uçak’ta idi. Sonuçta bu tören onun için düzenlenmişti ve ismi de o gün duyurulacaktı. Önümüzden dev bir savaş uçağı geçerken isminin KAAN olduğunun duyurulması hepimizi heyecanlandırdı.
Basın mensupları daha sonra tören alanındaki tüm platformlara yakından bakabilecekleri farklı bir yere alındı. ANKA-III kendini ilk kez o an gösterdi. Gerçekten de Amerikan filmlerinden çıkmış gibi bir hali vardı. Daha önce bu stilde bir platformla hiç karşılaşmamıştık. Herkesin başında hem ANKA-III’ün gerçekten uçup uçamayacağı hem de bu hava aracıyla Ankara’nın neyi hedeflediği sorusu belirdi.
ANKA-III, 2023 yılının son günlerinde ilk uçuşunu başarıyla gerçekleştirdi. Böylelikle ilk soru karşılığını buldu. Sonrasında tekraren göğe yükseldi. Projeyle ilgili çalışmalar devam ediyor. Biz de ikinci soru için Savunma ve Havacılık Uzmanı Kubilay Yıldırım ile bir araya geldik. Yıldırım ile konuşurken temel hedefimiz ANKA-III için genel lakin hakkını teslim eden bir çerçeve çizmekti. Fakat konuşurken sadece bugüne odaklanmanın eksik kalabileceğini düşündük. Bu nedenle ANKA-III özelinde Türk S/İHA’ların yolculuğuna uzandığımız bir metin çıktı ortaya.
2004 dönüm noktası oldu
Kubilay Yıldırım, Türk havacılık sanayisinin insansız hava araçları (İHA) yönünde gelişmesine yönelik en kritik kararlardan birinin 2004 yılındaki meşhur Savunma Sanayi İstişare Kurulu (SSİK) toplantısında alındığını söylüyor.
Bu kararın iki hususa vesile olduğundan bahsediyor… TUSAŞ’a orta sınıf bir İHA geliştirme projesinin verilmesi. Ki bu projenin ismi daha sonra ANKA oldu. Ayrıca, proje olgunlaşana kadar aynı kabiliyetin Türk Hava Kuvvetleri tarafından kullanılabilmesi için İsrail’den Heron adı verilen İHA’ların temini.
“Heron’ların temini ve işletilmesi epeyce meşakkatli bir proje haline gelmiş olsa dahi Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) kısa sürede terörle mücadelede epeyce önemli imkanlar kazandırdı” diyor Yıldırım. TSK’nın o yıllarda İHA’ları birer keşif/gözetleme ve silah güdümlemesi platformu olarak kullanabilmek için kendi doktrinlerini geliştirdiği ve bu kabiliyeti içselleştirdiği üzerinde duruyor.
ANKA ve TB-2 ile yeni bir süreç başladı
Kamuoyundaki temel inanışın tersine, çok az sayıdaki ve kabiliyetleri epey kısıtlı Heron’ların dahi TSK’ya terörle mücadelede bir avantaj sağladığını söylüyor Yıldırım. Yıllar içerisinde çok daha çağdaş sensörlerle ve yüksek adette envantere alınabilen, çok daha uzun süreler havada kalabilen TAI üretimi ANKA ve Baykar üretimi TB-2 platformları ile de dünyada emsali az olan bir kabiliyet kazanıldığına dikkat çekiyor.
Akabinde bu platformlar silahlandırıldı ve epey güvenilir silah taşıma platformları haline geldi.
“Yaklaşık 15 seneye yaygın bu süreç sonucunda TSK, tüm kuvvetleri ile İHA ve SİHA’ları doktrine etti, içselleştirdi ve operasyonel kurgularının vazgeçilemez bir parçası haline getirdi.” cümleleriyle özetliyor kat edilen yolu.
“Birbirini besleyen bir süreç başladı”
Kubilay Yıldırım’ın bahsettiği yıllar gerçekten de kritik. Fakat o periyotta sürece yakın isimlerle konuştuğumuzda herkesin aklında benzer bir soru vardı. Sanki Türk mühendisler bu muvaffakiyetin devamını getirip kendilerini aşabilecek miydi yoksa yolcuğumuz ANKA ve TB-2 düzeyinde mi kalacaktı?
İşte bu sorunun yanıtının da artık verildiğini belirtiyor Yıldırım ve devam ediyor:
“Bu dönem elbette teknik bir gelişime de vesile oldu. Çeşitli İHA projeleri ile birden çok firmamız otomatik uçuş denetimi, çoklu aviyonik sistemin uyumunu ve uçan gelişmiş bir gövde tasarım/imali kabiliyetlerini kazandı.
Platformlar kabiliyet kazandıkça bunlardan atılacak özel mühimmatlar geliştirilmeye başlandı. Bu konuda Türk savunma sanayii dünyada neredeyse eşi gibisi görülmeyen bir dinamizme ve üretkenliğe kavuştu. Kabaca pervaneli, mühimmat ve sensörlerini gövdesinin dışında taşıyan, radarda ışıl ışıl görünen, nispeten yavaş platformlar geliştirmek ve üretmek konusunda sektör bir süre sonra doyuma ulaştı.
Ancak bu tip platformlar hava savunma tehditlerinin görece az olduğu ve bunun manipüle edilebildiği alanlarda gerçekten aktif olabilen platformlar. Örneğin TB-2 ve ANKA, TSK’nın terörle mücadele operasyonları, Libya ve Azerbaycan’ın Ermenistan işgali altındaki Karabağ’ın kurtarılması operasyonlarında kısmen feda edilerek fakat başarılı şekilde kullanılabildi. Bu çatışmaların hepsi gelişmiş diyebileceğimiz hava savunma tehditleri bulunmayan sahalardaydı. Türkiye, S/İHA kabiliyetlerini bununla sonlandırmayıp çok daha gelişmiş platformlara da yatırım yapmaya başladı.”
İnsanlı ve insansız platformları bir ortada göreceğiz
Bu noktada bir bilgi daha paylaşıyor Yıldırım ve 2015 yılı itibariyle Türk kamuoyunda ilk kez jet motorlu, düşük radar görünürlüğü korkusu ile tasarlandığı belli olan platformlara ait kavramsal dizaynların konuşulmaya başladığını anlatıyor.
2022 yılında Baykar’ın jet motorlu, düşük görünürlüklü ve mühimmat yükünü gövde içinde taşıyacak şekilde tasarlanmış olan Kızılelma platformunu kamuoyuna duyurduğunu hatırlıyoruz. Aynı devirde TUSAŞ Genel Müdürü Prof. Dr. Temel Kotil de ANKA-III isimli platformu duyurmuş ve ilk kavramsal dizaynlarını tanıtmıştı. “Bu iki projede de daha ağır, yük taşıma kapasitesi yüksek ve bunu gövde içinde taşıyabilecek, jet motorlu ve epeyce yüksek hızlı platformların hedeflendiği görülüyor” diyor Yıldırım.
Kızılelma ile ANKA-III farkı ne?
Baykar’ın tanıttığı Kızılelma dışarıdan bakıldığında sadece pilotu ve kokpiti olmayan yeni nesil jet uçağı gibi görünürken, ANKA-3 çok daha farklı, ‘uçan kanat’ cinsinde farklı bir tasarımdı.
Bu farkın ne anlama geldiğini sorduğumuzda, “Baykar’ın Kızılelma ile hayli hızlı ve yüksek performanslı, çok yüksek manevra kabiliyetine sahip bir aerodinamik gövdeyi hedeflediği anlaşılıyor. Yine bu dizaynla düşük görünürlüklü, ses altı ve ses üstü süratlerde uçabilecek bir platform ortaya çıkardılar” cevabını alıyoruz.
TUSAŞ’ın ANKA-III dizaynına da değiniyor Yıldırım ve çok çok düşük görünürlüklü, ses altı süratlerde uçacak, manevra kabiliyeti çok daha düşük bir platformun hedeflendiğini vurguluyor:
“Kızılelma yüksek hızla, yüksek manevra kabiliyeti ile gerek yalnız başına gerekse de Milli Muharip Uçak gibi uçaklarla muhakkak bir hava alanında, radarlara daha az görünerek ona verilecek her türlü görevi ifa etsin isteniyor. Bunun içerisinde Baykar firması yöneticilerinin yaptığı açıklamalara göre hava-hava mühimmatlar, hatta bir makineli top ile hava alanının korunması, gerekirse yüksek performanslı hasım uçaklarla it dalaşına girilmesi dahi var.
ANKA-III’te ise düşman radarlarına tahminen de hiç görünmeden, optik gözlem sistemlerine hiç takılmadan çok uzun aralıklara uçmak, gerekirse belli bir hava alanında çok uzun süre kalmak ve verilen görevi ifa etmek temel hedef. Anka-III bu bakımdan gelişmeye açık, gövdesine entegre ve düşük yayın yapan ya da hiç yapmayan sensörleri ile düşman tarafından çok zor, tahminen de hiç tespit edilemeyecek bir platform olmaya aday.
Aynı şekilde, düşman hava alanında optik, elektronik keşif ve gözetleme, hedef tespit ve teşhisi, çeşitli mühimmatları ile düşmanın hava alanı içine nüfuz ederek kritik ve değerli gayelerin imhası akla gelen ilk görev tariflerinden.
Kızılelma’ya göre, üstte anlattığım tasarım felsafesi sebebi ile ANKA-III’ün yoğun tehdit ortamında dahi düşman radarlarına takılmadan düşman hava alanına hedef değerlendirme yapıp, mühimat salma menzillerine kadar girmesi mümkün olabilir. Bu sessizliği, radar yankısı düşüklüğü ana hedefi ile bazı performans parametrelerinden bilerek ödün verildiği gayet açık.”
ANKA-III çok kritik kabiliyetler kazandıracak
Mevcut kaidelerde düşman gayelerine çok uzun menzilli, karışık yazılımlara sahip, çok pahalı ve amaca vardığında imha olan seyir füzeleri ile saldırılıyor. Bunun yerine ANKA-III gibi çok silik bir platformla düşman hava alanının, platformun imkan verdiği ölçüde derinine girerek, burada daha doğrudan mühimmatlarla saldırmanın mümkün olabileceğini öğreniyoruz.
“Yine muharebe alanının sisi, karmaşası ve hatta görev planlamasının gereği ile göreve giden birkaç platformun imha olması ise gerektiğinde göze alınabilir. Bu da operasyonel planlamaya büyük bir esneklik getiriyor. ANKA-III bu bağlamda Türk Hava Kuvvetleri’ne F-35 ile edinmeyi hedeflediği bir kabiliyete MMU platformunun hizmete girmesinden önce kavuşması imkanı sağlayacak” diyor Yıldırım.
Birbirlerine rakip değil ‘tamamlayıcı’ olacaklar
İşte tam da bu noktada ANKA-III ile Kızılelma’nın aslında birbirine rakip değil bilakis ‘tamamlayıcı’ olabileceğini anlatıyor Kubilay Yıldırım. Bu kabiliyet şemasının en zirvesinde ise elbet ki Milli Muharip Uçak KAAN’ın olduğunu söylüyor.
Başta ABD olmak üzere beşerli ve insansız sistemlerin karma şekilde, havada operasyonel ve kinetik olarak kullanılmalarına yönelik kavramların gelişim etabında olduğunu biliyoruz. Yıldırım bu süreci, “Taşa yazılmış, kesinleşmiş bir doktrin yok. Çeşitli geliştirme ve üretim projeleri ise yeni yeni imzalanmaya başlamış, bu projelerin nereye evrileceği, ne kadar başarılı olabileceği belirsiz. Yani, Türkiye yine dünyada bu konuda trene epeyce önden bindi. Yoğun şekilde de faaliyetlerine devam ediyor. Bu da mutlaka Türk havacılık ekosistemi için bir şans” cümleleriyle özetliyor.
“Motor ve kritik sistemlerin yerlileşmesi çok önemli”
ANKA-III de Kızılema da nihayetinde birer platform. İki platform da uçuşlu olgunlaştırma testlerine devam ediyor. Kubilay Yıldırım, kritik alt sistemler ve motor sıkıntısına de parantez açıp, sözlerini şöyle tamamlıyor:
“Bu platformların yeterli kabiliyette ve adette üretilebilmeleri için kesinlikle ki en başta motor gibi uçuş için kritik birçok alt sisteminin de temininin, gerekirse yerlileştirilmesinin değeri büyük. Bu konuda da yer yer birbirine paralel, riski en aza indiren çeşitli çalışmalar yürütülüyor. Bu geliştirme projelerinin de ete kemiğe bürünmesi ile iki platform da gerek sensörleri, otonom ve yarı otonom uçuş kontrol kabiliyetleri, görev planlama ve icra etme konseptleri ile askeri havacılıkta bırakın Türkiye’yi, dünyada dahi çığır açacak düzeyde sistemler olmaya adaylar.
TB-2 ve ANKA ile yaşanan bir süreç vardı… Platformun olgunlaşması, bunun yeni operasyonel konseptlerde kullanılması, buradan çıkarılan dersler ile yeni sensör ve silahların geliştirilip uçan sistemlere entegre edilmesi, bu kazanılan yeni kabiliyetlerin sahada denenerek yine yeni operasyonel konseptlerin geliştirilmesi ve bunun en nihayetinde kuvvetlerin birer doktrini haline gelmesi… Şimdi bu süreci daha gelişmiş sistemlerle bir kez daha yaşayacağız.
Bu bahsettiğimiz süreç son derece kritik. Zira hayli belirsiz bir coğrafyada yaşıyoruz. TSK’nın hala caydırıcı ve aktif kalabilmesi için bu kabiliyetlerin kazanılması hayati ehemmiyette.”
Garanti Bankası Duyurdu: Yılın İkinci Yarısında Bir İlk!
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.