DOLAR

34,3054$% 0.31

EURO

37,5445% -0.07

GRAM ALTIN

2.925,56%1,27

ÇEYREK ALTIN

4.957,00%0,97

TAM ALTIN

19.767,00%0,96

ONS

2.657,00%1,05

BİST100

8.876,22%-0,98

İmsak Vakti a 05:41
Bursa HAFİF YAĞMUR 19°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
SON DAKİKA

DOLAR 34,3054

EURO 37,5445

ALTIN 2.925,56

BİST 100 8.876,22

İmsak 05:41

19°

Beyoğlu

ad826x90

Otuz sene önce İstanbul’a yerleşmiş bir arkadaşım vardı. Türkçesi de gayet uygundu. Sözleri severdi, onları tanımanın, manalarının peşine düşmüştü. İşi gücü sözlerdi. Bir ara Kürtçeye de merak sarmıştı, kısa zaman için rojbaş-şevbaş ve ona kadar saymayı öğrenmişti. Ülkenin ikinci en çok konuşulan dili Kürtçeyi ne kadar ileriye taşıdı bilmiyorum ama kuşatılmış Kürt diline daima kaybolan anadiliyle atıflar yapardı. İç geçirirdi dilinin kaybolmasından, kendi anadiline dönüşünde kendi halkının arasında tutmadığını sıklıkla dile getirirdi.

Kürtçenin yaşadığı her türlü baskıdan haberdardı. İşi sözlerdi, ortadan kaldırılmak istenilen sözleri de biliyordu. Giriş gelişme için konuşurdu ama sonuç için suskundu çünkü süreç devam ediyordu, verilen savaş çetin bir şekilde devam ediyordu. Ne kadar seyirci kalınırsa kalınsın bir durum, bir oluş karşısında etkilenmemek olmazdı. Bir ihtimal olsa da insan savaştığına da bir süre sonra benzemeye başlar. Hisler ortaklaşır, kısasa kısas kararı ağır basar ve toplum karşıdaki çürümenin kendisini de içine çektiğini geç de olsa görmeye başlar. Hangi şairdi hatırlamıyorum insanın yaşadığı yere benzediğini söylerdi. Çarşısına pazarına benzeriydi. Dikkat cazipti ve çoğunlukla buluşmalarımız kendisinin çıkmazlar yaşadığı, aşkın yavaş yavaş kıyıya doğru dümen kırdığı kaotik vakitlerde olurdu.

Dertleşirdik, kederlenirdik ve en nihayetinde keyifle, bol bol ironiyle dağılırdık. Dile kolay otuz yıl bir şehirde o toplumun içinde yaşamanın getirdiği benzeşmeler olurdu. Her seferinde söylerdim “Egemenler gibi davranıyorsun dostum, sıkıştığında buluşuyoruz, aşkın seni hırpaladığı vakitlerde denk geliyoruz. Bolluk rahmette mahrum, rahatlıkta mahrum oh mis. Kederde tasada bul, sevinçte keyifte görme vallahi iyi yere tezgâh açtın”, diyordum. Otuz yıl bir toplumun içinde yaşamak demek böyle bir şey oluyor. Ayna tutmuştum arkadaşıma o da bakmayı bilmişti.

Bunu hatırlamama neden olan şey de meclis açılışında aşırı milliyetçi bir partinin önderinin yüzde yüz karşısında konumlandığı DEM Parti’nin sıralarına gidip tokalaşmasıydı. Selamlaşmanın bir manası olduğunu, stratejik bir hamle olduğunu esasen muhataplar açıkça dile getirdi. “Osmanlı’da oyun bitmez” diyorlardı. Ne kadar miras kalmış oyun varsa hepsini uyguladılar, sonuç da aldılar. Bakınız 22 yıldır iktidardalar. Bu tokalaşma başka bir oyunun girizgâhı gibi geldi. Yoksa artık bükemedikleri eli öpmek mi istiyorlar? Hiç zannetmiyorum. Oyun içinde oyun hazırlayan bir sistemin dümeninde oturanların bu olgunlukta olacaklarını sanmak saflık olur. Mecliste bunlar olup biterken başka bir yerde Kürt siyasetçiler, dil işçileri, zindanlarda ağır hasta tutsaklar…

Kaybolan çocuklar ve genç kadınlar, ev basmalar, Kürtçe ders veren dernekler kapatılıyordu. Bunlar cereyan ederken Buldan ve Sakık’ın geride sıralardan koştura koştura gelip istekli ve istekli tokalaşması düşündürücü. Buldan ve Sakık’ın istekli tokalaşması yaşanırken ağır tutsak ABDulkadir Kuday son isteği yerine getirilmeden, sevdiklerinden uzakta, dört duvar arasında, elleri kelepçeli bir şekilde öldürüldü. Öldürüldü diyorum çünkü gösterilen yaklaşım ve hal sadece cinayetle açıklanabilir. Evet, Buldan ve Sakık’ın istekli bir şekilde el sıkıştığı zihniyet hala içeride olan 651 ağır hasta tutukluyu içeride tutuyor, aileleriyle buluşmalarına izin vermiyor. Tutsakların son istekleri yerine getirilmiyor. Madem “iç-dış cephe” de sıkışmışlar, etrafları ateş çemberi, üstüne de oyun içinde oyun hazırlamışlar, o zaman siz de hasta tutsakların belgelerini önlerine koyun. Her oyuna bir hamle olsun. Ağır hasta tutsak ABDulkadir Kuday’ın ahı sizleri bırakmasın. Hesabı sorulsun. Bir idam mahkûmunun son isteğinin bile yerine getirildiği bu dünyada, Kürt tutsakların bu en temel insani taleplerinin yerine getirilmeyişi bize çok şey anlatıyor.

Viktor Hugo’nun “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü” yapıtı sırtını her ne kadar romantizme yaslamış olsa da anlatımı o kadar gerçekçidir. Hugo’nun anlatımında gördüğümüz empatiyi güçlü ve içten hissettiğimiz sağlam örneklerdendir. Hugo diyor ki; “Ve sonra, yazdığım şeyler, tahminen faydasız olmayacaklar. Eğer ‘bedensel’ bakımdan yazmayı sürdürmenin olanaksızlaştığı âna kadar yürütme gücüne sahip olursam, saati saatine, dakikası dakikasına her işkenceyi yazdığım bu acılarımın günlüğü; hislerimin, kuşkusuz bitmeyecek, ama yine de olabildiğince eksiksiz kalacak olan bu hikayesi, kendisinde, büyük ve derin bir anlam taşımayacak mı? Bu can çekişen fikirler tutanağında, durmadan artan acılarda, bir idam mahkûmunun zihinsel otopsisinde, yargı kararı alanlar için birden çok ders olmayacak mı? Başka bir kez, düşünen bir başı, bir insan başını adalet terazisi ismini verdikleri şeye atmaları söz konusu olduğunda, bu yazdığım şeyler onların daha insaflı olmalarını sağlayabilir. Tahminen de onlar, bu zavallılar, bir idam kararının yol açtığı eziyetlerle dolu o ağır duygu birikimini düşünmemişlerdir”.[ s.73].

Victor Hugo kitabın önsözünde de belirttiği üzere ailesini, yakınlarını, sevenlerini de cezalandıran daha geniş bir sistem görür ve “Yasanın bu korkunç fonksiyonlarının kaldırılacağı günün yakın olmasını umut edelim” der [s.34].

Evet Kuday’ın şahsında tüm bir halka gözdağı verildiği apaçık ortada. Yine önsözden şu alıntıyı okuyalım: “Başka bir şey daha. Bu adamın ruhunu düşleyebiliyor musunuz? Nasıl bir durumda olduğunu biliyor musunuz? Onu usta bir biçimde öldürmeye cüret edecek misiniz?”, diye sormaktadır Victor Hugo [s.35]. Evet ustalıkla öldürülen hasta tutsak ABDulkadir Kuday. Kuday’ın şahsında bize gözdağları vermiyorlar, sindirmeye çalışıyorlar.

Selim Temo geçen hafta kendi sosyal medyasında Türkiye’deki “edebiyat ve kültür” şenliklerinin “tek dilli” haline karşı: “Birkaç gündür devam eden 15. Uluslararası İstanbul Şiir ve Edebiyat Şenliği yarın bitiyor. Daha önce gitmediyseniz yine gitmeyin! Geçen yıl gibi bu yıl da ne Kürtçe var ne Ermenice, ne Arapça var ne Farsça, ne Rumca var ne Çerkezce, ne Lazca var ne Rumca…”, diyerek reaksiyonunu paylaştı.

Yirmi yıldan fazladır İstanbul Beyoğlu’nda yaşıyorum, çalışıyorum. Hem bir şair olarak hem de ilçenin bir sakini olarak burada olan bitenin yakın şahitlerinden biriyim. Gecesini, gündüzünü bilirim. Son şiir kitabım “Bêxweda” Beyoğlu’nun sokaklarında var oldu, bu ilçede on binlerce Kürtçe konuşan ve onlarca yazan çizen Kürt yaşıyor, hiçbiri mi akıllarına gelmedi. Çok lisanlı ve kültürlü bir ilçenin tek dile indirgenişi olsa olsa hâkim sınıfların bildik hal ve hareketleri olur.

Temo eleştirisini şöyle sürdürüyor; “Hayır, şiirin, edebiyatın temel ölçütü lisandır, dil bir metni bir dile ve onun edebiyatına ait kılar. Bunun aksini söyleyen ve pek moda olan anlayış, eski/yeni sömürgelerinin ağzına bir parmak bal çalan hassas kalpli sömürgecilerin kaynakçası da olan makalelerle yaydıkları yeni tür efendiliktir. Eğer dil kaybedilmişse, bu, fetih tamamlanmış demektir!”

Evet Kürt olan ve Türkçe yazan birini çağırmak işin üstünü kapatmak oluyor. Gelecek olan tenkitlerin üstünü örtmek ve gıdım da olsa bir kaçış yolunu bulmaktır. İşte buna köylü kurnazlığı denir, günü kurtarma denir, buna oyun denir. Birkaç yıl önce Antep’te “Mozaik” diye bir şenlik gerçekleşmişti. O Mozaik’te Kürtçe dışında birçok dil vardı. Arapça vardı, İngilizce vardı, Fransızca vardı, Romence vardı ve yanlış değilsem Afrika’dan da bir dil vardı. Kürt kentinde Kürtçe dışında her şey vardı. Lakin hükümran zihniyette oyun bitmediğinden, kibir daima var olduğundan ve yapılacak tenkitlerden bir nebze de olsa sıyrılmak için “Doğu” kökenli bir genç şair çağırmışlardı.

Genç şairin kendi kentinde anadili yoktu, sesi yoktu. Genç şairimizin kültürünü hatırlatacak herhangi bir emare yoktu. Sorun şahıslar değil zihniyet sıkıntısıdır. Siz Selim Temo’yu çağırıyorsunuz ama Temo’nun kendini var ettiği dilini görmezden geliyorsunuz. Şeyhmus Diken’i çağırıyorsunuz ama kendisine ait olan anadili yok. Lal Laleş’i davet ediyorlar ama kültüründen hiçbir emare görünmüyor. Evet bu ülkenin aydını, şairi, yazarı devletin-sistemin, hükümran sınıfların gösterdiği sınıra kadar gelip gitmektedir. Eee boşuna demiyorlar balık baştan kokar, diye. Sıkıntı sonlandırılmış yeri geçmektir. Toplumun öncüsü olduğunu dile getirenlerin belirtilen sınırı geçmeyişi bize her şeyi hatta görmediklerimizi bile gösteriyor. Korkarak çözüm bulunmaz, korkarak normalleşme gerçekleşmez, korkarak barış ve müsamaha ortamı yaratılmaz. Hasta tutsakların ölümünü bekleyerek toplumsal uzlaşı gerçekleşmez.

Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa Haber – Bursa Gündem – Bursa Gündem Haber – Bursa Haberleri – Bursa Son Dakika 

Bizi İnstagram’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi X’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr

Bizi Facebook’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Youtube’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Linkedin’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber 

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Beyoxlî

HIZLI YORUM YAP