32,6116$% 0.28
35,0914€% 0.31
2.447,34%0,50
3.998,00%0,35
16.017,00%0,35
2.337,97%0,37
10.446,24%1,00
Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, TİP Milletvekili Can Atalay’la ilgili, “Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin verdiği karar bence çok yanlış bir karar. Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcılığı ortada dururken buna muhalif olarak, bu kararı veren Anayasa Mahkemesi üyelerini yargılamak gerekir şeklinde bir meydan okuma Yargıtay’a yakışmamıştır.” ifadelerini kullanarak Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’u eleştirdi. Arınç, “Maalesef hukuk siyasetlerine yön veren Uçum soyadlı bir zat, milli yargı, milli olmayan yargı ayrımını yaparak literatüre çok saçma sapan bir şey soktu. Yargıtay burada milli yargı, güya Anayasa Mahkemesi başka bir yargı.” dedi. Arınç, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan‘a, “Cumhurbaşkanlığı makamı ile Genel Başkanlık makamı birbirinden ayrılmalı. Bunu ilan ettiği gün bile, 5 puan koyarız üstüne.” mesajını da verdi.
Bülent Arınç, Gazete Duvar‘dan Can Bursalı’ya konuşarak, yargıdaki krizden Sinan Ateş cinayetine, 31 Mart yerel seçimlerindeki sonuçlardan AKP’nin kimliğine ve atması gereken adımlara kadar birçok değerlendirmede bulundu.
Röportajdan öne çıkanlar şöyle:
Seçim değerlendirmesinden önce, geçen ekim ve kasım aylarında Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi arasında TİP Milletvekili Can Atalay’la ilgili bir kriz yaşandı. O dönem AK Parti içinden de önemli karşı çıkışlar olsa da sonuç değişmedi ve bir nevi Cumhur İttifakı’nın ortağı Milliyetçi Hareket Partisi’nin yönelimine göre bir sonuç ortaya çıkmış oldu. Sizin bu sürece ilişkin hukukçu olarak değerlendirmenizi merak ediyorum.
Ben milletvekillerinin dokunulmazlığı ve yargılanmaları konusunda baştan beri daima siyasetçiyi savunmuşumdur. Siyaseti temsil eden, halkın oylarıyla seçilmiş olan bir milletvekilinin parlamentodan uzak tutulmasını ben kabul edemiyorum. Burada bütün sorun Anayasanın 14. unsurundaki dokunulmazlıkları tamamen kaldıran ve o kişinin yargılanmasına yol açan muğlak ibare. Aslında bunların kategorik olarak, katalog olarak hangi cürümler olduğunu kanunla ayrıca belirlenmesi lazım. Ama buna yanaşmadılar. Bunun pek çok sebepleri var. Bazılarına göre bu madde çalışacak, bazılarına göre bu madde çalışmayacak, bunu konjöktüre bırakmışlardır.
Ben önce Enis Berberoğlu probleminde, Berberoğlu’nu savunan tweetler attım. Bu konuşmaları hem televizyonlarda hem de gerekli olan yerlerde yaptım. Daha sonra Ömer Faruk Gergerlioğlu probleminde de ona ithaf edilen veya izafe edilen kabahatlerin çok yanlış olduğunu bu konuda Anayasa Mahkemesi’nin ve Yargıtay’ın daha dikkatli olması gerektiğini söyledim. Anayasa Mahkemesi Enis Berberoğlu sorununda de üzerine düşeni yapmıştır. Ömer Faruk Gergerlioğlu TBMM’de eylem yaparken oradan polis marifetiyle alınmıştır. Güya 1994’te DEP milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırıldıktan sonra başlarına basılarak polis otomobiline konulup götürülmesinin bir gibisi yaşanmıştı. Bunların yanlış olduğunu da söyledim.
Mehmet Uçum’a tepki
Can Atalay meselesi yeni cereyan etti. Aday olduğu, adaylığı kabul edildi, seçildiği, seçildiği kabul edildi, TBMM’de ismi okundu, bir komitede da görev aldı. Ama belli suçlamalar sebebiyle de işte malum şekilde tutuklandı. Burada Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin verdiği karar bence çok yanlış bir karar. Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcılığı ortada dururken buna muhalif olarak, bu kararı veren Anayasa Mahkemesi üyelerini yargılamak gerekir şeklinde bir meydan okuma Yargıtay’a yakışmamıştır.
Bunun sebepleri üzerinde çok fazla durmayacağım ama çekişmeyi dışarıdan da biliyorum. Maalesef hukuk siyasetlerine yön veren Uçum soyadlı bir zat, milli yargı, milli olmayan yargı ayrımını yaparak literatüre çok saçma sapan bir şey soktu. Yargıtay burada milli yargı, güya Anayasa Mahkemesi başka bir yargı. Anayasa varsa uygulanır. Uygulanırken sıkıntı doğuyorsa, gücünüz varsa değiştirilebilir.
O milli yargı lafını getiren, kendini bilmez kişiye şunu söylemek istiyorum ki, 30 sene avukatlık yapmış, barodan da 50 yıl plaketini almış bir arkadaşları olarak, Türkiye’de her mahkeme, AİHM hariç milli yargıyı temsil eder. Zira gerekçeli kararının başında, ‘Türk milleti adına’ der. Yanlışlıklar çok. Türkiye’de insanları şahsi hürriyetlerinden yoksun etmek, özellikle de Can Atalay özelinde çok yanlıştır. Bunun hızla düzeltilmesi lazım.
Bizde milli yargı diye bir şey ortaya çıkartmak, Bekri Mustafa’nın Ayasofya’ya imam olmasıyla aynı şey. Ben Başbakan Yardımcısı’yken cemaat vakıflarından da sorumluydum. Azınlıkların bazı gayrimenkullerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda iade ettik. Kararlar geldiğinde Başbakan’a sordum. ‘Hakları mı?’ diye sordu. Ben hakları olduğunu söylediğimde ‘Verelim gitsin’ dedi. Şimdi böyle bir insanın Cumhurbaşkanı olduğu bir devirde onun ismine konuşma yetkisi olanlar başka şeyler söyleyebiliyor. Ama inşallah düzelecek.
“Sinan Ateş süreci Hrant Dink sürecine benzemesin”
Can Atalay, MHP’lilerin de oylarıyla kurul üyeliğine seçildi. O süreçte Sinan Ateş cinayetinde de gelişmeler yaşanıyordu. MHP’nin Can Atalay konusundaki konum değişikliğinde, Sinan Ateş cinayetinin etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
“Böyle bir yorum yapmam. Ama Sinan Ateş konusu çok acı bir olaydır. Hepimiz üzüldük. Başkanına büyük bir sadakat göstermiş, okuyan, düşünen, etrafında çok sevilen bir insanın adice bir komploya kurban gitmesi, planlı bir cinayetin hedefi olması hepimizi şahsen çok üzdü. Bir ceza avukatı olarak söyleyeyim, asli faillerin yanında azmettirenler, aracılık yapanlar hakkında verilecek karar ile ailesi tahminen de adaletten ümitli hale gelecek. Eşi ve iki çocuğu, MHP haricinde bütün partileri ziyaret ettiler, kaygılarını anlattılar, acılarına ortak olmayı teklif ettiler. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere de küçük kızına verdiği kelamla, elden gelen yapacaktır. Umarım ki yargı süreci daha evvelki bazı yargı süreçlerine benzemez. Mesela Hrant Dink olayı benim TBMM Başkanlığım döneminde yaşanmıştır. Ama Hrant Dink’le ilgili yargı süreci daha yüzde 100 tamamlanmış da sayılamaz. Faili, elinde tespih sallayarak geziyor. Bunlar kamu vicdanını yaralar. Ben istiyorum ki, kimin suçlandığına da bakmadan, kimin bu işte dahli olduğunu da bilmeden ortada çıplak gözle cuma namazından sonra işlenmiş bir cinayet var. Ben şahsen bir dindar, Müslüman olmaya çaba eden bir insanımdır. Onun için çok dualar okudum.”
AK Parti’nin Cumhur İttifakı’ndaki birlikteliği sürdüğü surece muhafazakar demokrat kimliğine geri dönmesi mümkün mü?
Geri dönmesi çok mümkün.
Bunun formülü nedir sizce?
Formülü bende bâtın.
İlgili yerlere bu formülü sundunuz mu?
Kısmen konuşuyoruz, kısmen de gel bakalım bu problem nasıl olacak denirse her şeyim hazır masraf söylerim. Kâfi ki niyetleri olsun.
“Biz birilerinden daha fazla cürmü bucu olamayız”
Bir talepte mi bulunuyorsunuz şu anda?
Kendi adıma bir talepte bulunmuyorum. Ben şunu söylüyorum yani ilgilerine de ilgisizlerine de. Her partinin bir kimliği vardır. Şimdi kimliği olmayan partiler sıkıntı yaşıyor. AK Parti’den ayrılarak kurulmuş partiler var. Seçimlerde ne kadar oy aldıklarını görüyoruz. Hayattalar mı değiller mi çok belli değil. CHP’den ayrılan partiler var. Hayatta mı değil mi hiç belli değil. AK Parti’yi AK Parti yapan şeyler adaletli olmaktır, haksız kara karşı olmaktır, yolsuzluğa, yoksulluğa karşı olmaktır. Zira fakirlikle küfür arasında çok ince perde vardır diyen bir hadis-i şerif hatırlıyorum ben. Yoksul olmamak lazım. İnsanımızı fakirlikten kurtarmamız lazım. Biz bunları kabul ettik ve yüzde 50’den aşağı oyumuz düşmedi. 20 seçime girdik, hepsinde başarılı olduk. En sondakileri kast etmiyorum. 10 tane referandum yaptık, tek başımıza. Karşımızda MHP varken, CHP varken, biz yüzde 58’lerle referandumu kazandık. Bütün bunlara tekrar sahip olmamız lazım. MHP’nin çizgisi milliyetçi bir çizgiyse buna hürmet duyarız. Türkiye’nin böyle bir partiye de ihtiyacı var. Ama biz muhafazakar demokratız. AK Parti olarak kendi kimliğimizin içinde yaşamak mecburiyetindeyiz. Biz birilerinden daha fazla milliyetçi, biz birilerinden daha fazla ülkücü, biz birilerinden daha fazla ulusalcı, biz birilerinden daha fazla cürmü bucu olamayız. Bizim kimliğimiz belirlenmiş, hala tüzüğümüzde, programımızda bunlar var. Buralarda bir erozyon görüldü, olağan bu içeride yaşadığımız olaylara da bağlı.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya göreve ilk başladığında en büyük desteği siz verdiniz. Hem bir açıklama yayınladınız hem de ziyaret ettiniz. 2016-2023 yılları arasında da Türkiye’yi AK Parti yönetiyordu fakat geçen eylülden beri görüyoruz ki, ulusal ya da uluslararası çok sayıda suç örgütü Türkiye’ye girmiş. Evvelki periyotta bir güvenlik zaafiyeti mi vardı yok şuurlu bir tercih mi söz konusuydu?
Tercih olamaz. Yani bir hukuk devletinde bunu böyle tanımlayamayız. Ama sadece yerli ve milli suç örgütleri değil ki… Bütün dünyanın en azılı mafyaları, baronları Türkiye’de kamp kurmuşlar ve birbirlerini öldürecek hale gelmişler. Cinayetler işlendi. Bu Türkiye’miz için iç güvenlik açısından korku verici, hatta utanç verici bir olaydır. Biz AK Parti iktidara geldiğinde ilk işimiz olarak yolsuzlukları araştırma komitesi kurduk ve o çalışma sonucunda 55 tane suç örgütü dağıtıldı. Biz bu işin orada bittiğini düşünüyorduk. Dışarıdan gelecek, içeriden olacak, onunla bununla irtibatlı olacak, fotoğraf çektirecek…
Geldiğimiz noktada birileri Türkiye’de gerçekten birileri cirit atıyor. Sayın Yerlikaya’ya bütün gönlümle teşekkür ediyorum ve onun ardında bir dayanağa ihtiyacı varsa onu da her zaman sağlayacağımı düşünüyorum. Ondan öncesinin hesabını birileri bir şekilde vereceklerdir. Sadece böyle suç örgütleri meselesi değil, Türkiye bir uyuşturucu cenneti haline geldi. Böyle bir tablo hiçbir zaman görülmemişti.
“Cumhurbaşkanlığı makamı ile Genel Başkanlık makamı birbirinden ayrılmalı”
AK Parti 23 yaşında, 22 yıldır iktidarda. Cumhur İttifakı devrini de dahil edersek daima tek başına iktidardaydı. Partinizin ilk ödevi ne?
Yunanistan Eski Başbakanı Selçuk’a Geldi
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.