34,5667$% 0.18
36,2430€% -0.08
2.964,26%0,10
5.042,00%0,00
20.127,00%0,10
2.669,37%-0,07
9.367,77%3,72
Burhan Sönmez evine döndü. Sanki evinden ayrıldı mı ki döşünü konuşuyoruz. Ya da gittiği yere anadilini/evini götürmedi mi? Yazar ilk romanını kırk dört yaşında “Kuzey” ismiyle yayımladı. Sonrasında dört romanı daha okurla buluşturdu. Yazdığı romanların dili Türkçeydi. Elli dokuz yaşında ilk sefer Kürtçe bir roman yazdı. Burhan Sönmez Ursula’dan daha şanslıydı kendi anadilinde birkaç kelime ile yetinmemiş bir roman ortaya koymuştu. Ursula’nın dediğini hatırlayalım: “Keşke anadilimden birkaç kelime yazabilseydim.”
Fransız gazetecinin Yılmaz Güney’e neden anadilinizi bilmiyorsunuz sorusuna verdiği; “Kendi anadilimizde eğitim görmedik, lisanımız yasaklıydı onun için öğrenemedik” yanıtı yazının gidişatı hakkındaki göstergelerden sadece biri. Kürt muharrirler hem kendi lisanlarının hocası hem de öğrencisi oldu. Her ikisini paralel götürdüler tıpkı Sönmez’in romanda yaptığı gibi Kürtçeyi ve Türkçeyi bir arada kullanarak. Dünümüz bugünümüzden daha iyi. Bugün Kürtçe yazmak, okumak, öğrenmek adına düne göre daha güçlü kaynakları her geçen gün artan, kütüphanesi yeni yapıtlarla çeşitleniyor ve çoğalıyor. Az değiliz ama yeteri kadar da çok olduğumuz söylenemez. Şayet dünümüz bugünümüzden sağlamsa gelecek aydınlık ve güneştir. Dün sadece Türkçe yazıyorduk bugün tüm engelleme uğraşlarına rağmen lisanımızla okuyoruz, yazıyoruz ama yeteri kadar bunu yaşayamıyoruz!
O zaman bir daha tekrarlarsak dünümüz bugünümüzden daha güçlü ve aydınlıktır. Bazı muharrirlerimiz iki lisanlı yazıyor bazıları üç. Bunlardan ikisi Şerefxan Cizirî ve Burhan Sönmez. Tahminen bir yerde Selim Temo’da Fransızca yazıyordur. Kim bilir Avrupa’nın soğuk ve bol yağmurlu atmosferinde herhangi bir şehirde, üçüncü lisanda bazı dizeler, romanların ilk cümleleri düşüyordur kâğıda. Sönmez anadiline dönüşünü “mal/xanî/ev” imgesiyle belirtiyor. Elbet dönüşü beraberinde tartışmayı da getirdi. Bu tartışmaların açık mecra ve mecmualarda cereyan etmemesini ülkenin düşük gücüne ve dedikodu alışkanlığına bağlıyorum. Aslında yürütülen tartışma sığ ve kıskançlık hezeyanlarıyla dolu. Kanımca, muhtemelen Sönmez bunları tahmin etmiş olmalı ki romanın kahramanı Ferdy Kaplan şöyle diyor Komiser Müller’e “İnsanın evine dönmesine münasebet aranmaz…”[r.14].
Sönmez bir söyleyişinde; “Kürtçe yazmak kolay değildi. Zira kelamlı bir dil olmakla sonluydu benim açımdan. Kürtçe eğitim almadık, Kürtçe kitapla büyümedik. Son birkaç yıl Kürtçe okumaya ağırlaşarak günlük dilimi bir edebiyat diline doğru evriltmeye çalıştım. Kürtçe yazmama pek çok kişi şaşırdı; ne de olsa evvelki beş romanımı Türkçe yazmış, okurlarla oradan bağ kurmuştum. İngiltere’de yaşayan, Türkçe kitaplarıyla yurtdışına açılan ve dünyanın farklı yerlerinde yayımlanan bir yazar olarak anadilime, yani insanların kenarda köşede kıymetsiz gibi gördüğü Kürtçeye dönmeme anlam veremeyenler oldu. Bazıları, ‘Ne gerek vardı ki?’dedi.”[1] Gray Snyder’in sözünü ödünç alıp Sönmez’in verdiği karşılığa uyarlarsak, “Dile dönmek için münasebet aranmaz. Orası evindir.”
Burhan Sönmez kaç yüzyıl önce Kürdistan’dan Orta Anadolu’ya göç eden ya da göç ettirilen Kürtlerden. Kürtlerin binyıllardır canı değerine korudukları kültürü ve dili bugüne taşıyabilmeleri bile başlı başına büyük bir zaferdir, yeryüzünde konuştuğu dil için öldürülmesine, işkence edilmesine sebep olan kaç halk vardır? Dört bir yandan kuşatılmışsın, en sert tedbirlerle seni senden çalmak teşebbüsleri, dilini ve kültürünü piçleştirmek dileğiyle yanıp tutuşanların sayısı milyonları bulur, dersek herhalde eksik söylemiş oluruz. Var olduğun yerden daima saldırı ve tehdit altında günümüze kadar yaşatabilmişsen onu, sen ona âşıksın hem de deli divane âşıksındır. bu aşka ve sevdaya delil istiyorsanız yazımızın konusu da olan Sönmez’in son kitabına bakabilirsiniz.
Tekrardan sözü Burhan Sönmez’e bırakalım: “Bunun psikolojik, edebi ve siyasi nedenleri var. Ben İngilizce yazarken anadili Türkçe’ye dönen bir yazar değilim. Bu örnekte, Türkçe özgür bir dili ifade eder. -Kürtçe yasaklı bir dildir- dediğimizde bu politik bir tanımlamadır. Ama küçüklüğünden beri anadili dışlanan, onun yüzünden horlanan, okulda dövülüp devlet dairesinde azarlanan biri açısından anadil, bir türlü kabuk bağlamayan bir yaradır. O yara siz uyanıkken de kanar, uykudayken de; gece gündüz sizin ruhunuzu sızlatır. Ben bu sızıyı dindirmek için anadilime dönmek istedim. Çocukluğumu ve ölen anne babamı özlediğim için ve özgürlüğün tadını bilen diğer lisanların mutluluğuna imrendiğim için dönmek istedim. Buradaki sorulardan biri, tek lisanlı bir yazar mı olacaktım, yani sadece Kürtçe mi yazacaktım, yoksa Türkçe yazmayı da sürdürecek miydim? Her yazar bu soruya farklı yanıtlar verebilir, bu onların tercih alanıdır. Ben iki dili de kullanmayı seçtim. Zira benim için asli olan, yok sayılan anadile dönüştür. Ama anadile dönmek diğer lisanları yok saymayı gerektirmez. Ben yurtdışında yaşadığım için üç dilliyim. Yakında edebiyat ideolojisi üzerine İngilizce yazdığım inceleme kitabı çıkacak”[2].
Dışlanan, horlanan, işkence ve aşağılamayla terbiye edilmeye çalışılanın ve buna direnenin tabi ki gece gündüz ruhu sızlar. Ateşleyici olan direnişin, karşı koymanın, reddetmenin verdiği o hazdır. İşin aslını net bir şekilde ifade ediyor yazar, “Çünkü benim için asli olan, yok sayılan anadile dönüştür.”
Kürtçenin giderek toplum içinden el çektirilmesinin sonuçlarını bugün çok önemli bir şekilde yaşıyoruz. İki lisanlı büyüyen çocuklar bugün yabancı bir lisanın içine hapsedilmiş durumda. Tek lisanlı bir nesil yetişiyor diyebiliriz. Bunu sadece İç Anadolu’da yaşayan Kürtler için söyleyemeyiz, diğer kentlerde yaşayan Kürtler içinde rahatlıkla bunu dile getirebiliriz. Üstte bugünümüz dünümüzden uygundur, demiştik. Uygunluğu, feraseti, gücü nedir peki? Yaşadığı yüzyılın içinde gizlidir, imkânların nasıl kullanıldığıyla ilgilidir. Kürtçe, yaşamın en ince çatlağına sızana dek söylenen ve düşünülen birçok şey romantizmin yapraklarında sallanıp durur ve kaçınılmaz son olarak çürümeye başlar.
Burhan Sönmez evine dönerken dışarıdan bir sıkıntıyı de beraberinde getiriyor. Yıllarca dergi etraflarında tartışılan, muharrirler ve okurlar arasında yeniliğini daima korumuş bir problem “ihanet”. Romanın kahramanı Ferdy Kaplan Kafka’ya yapılanın ihanet olduğuna inancı ve yapılan eylemi buna dayandırarak gerçekleştirdiğini dile getiriyor. Kaplan ve Amalya’nın bunun üzerinde sıkça tartıştıklarını tahmin ediyoruz. Kaplan ve Amalya’nın durumu anlatıcının sesinden okuyoruz. Amalya hayalet gibi ortalıkta dolaşıyor, hem var hem de yok. Diyebiliriz ki Amalya bir sır üzeredir. Roman altmışların sonu yetmişlerin başında geçiyor. Anlatıcı ara ara yakın tarihten hatırlatmalar yapmayı da ihmal etmiyor. Ortam gençlik hareketleriyle kaynıyor; başta Avrupa olmak üzere her tarafta gençlik hareketlerinin yankıları duyuluyor. Daima tartışmalar, çatışmalar, suikastlar, rehin alma eylemleri, uçak kaçırma, silahlı eylemler…
Dönemi özetlersek ortam deli fişek gibi. Yine sanat ve edebiyat üzerine tartışmalar dergi etraflarında alevli ve dinamik bir şekilde devam ediyor oluşu periyodun edebiyatına, yazın hayatına olan ilgiyi de gösteriyor. Birkaç dergi etrafında yazılan, Max Brod’un Kafka’ya ihanet ettiğini söyleyen yazılar ve tartışmalar Kaplan ve arkadaşlarını silahlı aksiyona kadar götürüyor. Max Brod’un cezalandırılması hatta vurulması yönünde üstü kapalı yazıların yazıldığını Komîser Müller’in sorgusunda öğreniyoruz. Komiser Müller de boş durmayacak, Fransa’da yayımlanan Stylo Noir diye bir dergiye ulaşacak, adı “kara kalem” anlamına gelen dergiye takma isimle kimliğini karanlıkta bırakarak yazanlar olduğunu keşfedecektir. Üstelik mecmuada Kafka tartışmasına katılan yazılar dikkati çekmektedir. Sönmez de İstanbul dönüşü Quartier Latin’in kuytu köşelerinde efkâr dağıtan Amalya’nın, annesinin erkek arkadaşı Doktor Hugo marifetiyle Stylo Noir’ı çıkaran gençlerle buluşmasını katacaktır öyküye. “Kafka yakılmalı mı?” sorusu üzerinden bir anket açmıştır dergi mesela. Sonuç orta sayfada: “Kafka yakılmalı!” (Kafka’nın vasiyetine atıf elbette.) Kafka vasiyeti gereği yok edilemeyecekse de, ona nankörlük eden Max Brod’a bedel ödetilmelidir. Onun da anketi yapılmıştır; sonuç mecmuanın kapağında: “Max Brod Bedel Ödemeli!”[9] Bundan tam on yedi sayfa öncesinde Sönmez, Franz Kafka’yı Amalya ve Ferdy’nin “Bizim Franz”ı yapmıştır da[3].
Doğrusu Max Brod’a yönelik gerçekleşen silahlı eylem esnasında hatasız yere öldürülen öğrenci Ernest Fisher isimli genç bana yoksul ve kimsesiz birini imliyor. Halkı imliyor. Bugün üçüncü emperyalist paylaşım savaşlarında öldürülen çocukların, kadınların, yaşlıların, gençlerin akıbeti basit bir detay gibi geçiştiriliyor, buna sebep olan timsahlar ve küçük firavunlar sahte gözyaşlarıyla vicdan mastürbasyonu yaparak diğer yandan daha fazla kan ve ölüm için ortamı dinamitliyorlar. Filler -emperyalistler- tepişince çimenlerini ezilişini imliyor, genç Fisher’in ölümü. Kitaba ve “ihanet”e dönersek iki dost yazar arasında gerçekleşen olayın birçok kişi tarafından -çoğunlukla- ihanet olarak görülmesi, bu istikametteki ısrarcı, kimi zaman kibirli halleriyle net bir kanıya varmaları bu aksiyonun gerçekleşmesine baya bir yataklık ettiği su götürmez.
Kafka neden yakmak istediği metinleri kendisi yakamadı? Yoksa eli gitmedi mi yakmaya, vicdanı müsaade etmedi mi? Bunun günahını ve vebalini neden Max Brod’a yükledi? Kafka’nın külliyatlarında çıkardığım bir sonucum var. Kimseye güvenmeyen, metinlerinde “insan”dan her an her şeyin beklediğini okuduğumuz Kafka’nın romanlarını ve mektuplarını yakması için bir insana emanet etmesi ne kadar inandırıcıdır? Kafka, dostu Brod’a verdiği metinlerin yakılmayacağını bence gayet iyi biliyordu. Ciğeri kediye teslim edemezsiniz. Kafka bir muharrire değil de daima alışveriş yaptığı esnafa, gittiği bardaki garsona ya da pansiyoncu kadına vermiş olsaydı bugün biz bu sıkıntıyı farklı bir yerden konuşuyor olurduk. Tahminen hiç gündeme gelmezdi. Kafka bir zar attı ve zarı düşeş geldi. Kafka ve Brod şahane bir ikili. Birbirini besleyen ve anlayan iki yazar. Sessiz bir anlaşma tahminen de olan biten. Kafka tam emin olmasa da Max Brod’un metinleri yakmayacağın biliyordu. Kafka’dan sonra Kafka!
Sönmez son romanını iki dili kullanarak yazıyor. Süreç iki dil arasında paralel bir şekilde devam etmiş. Kitabı her iki lisanda de okudum. İki dil arasındaki farklılıklar, renkler, fikrin-kurgunun-anlatının iki dile yansıyışını görmek keyifliydi. Hangi lisanda daha güzel akıp gidiyordu sözler ve anlam? Anlatım ve cümlelerin kuruluş basamaklarındaki sıkıntılar ve sorunlara rağmen Kürtçe hem anlatışı hem de sesi itibariyle okuyucuyu kapıdan içeriye alıyor. Bazı kitapların kapısının önünde durur okur, içeri giremezsiniz. Franz K. Âşıkları’nın kapısı sonuna kadar açık ve adeta kendi mekânınızda oturuyor üzeresiniz. Sesin sana ait olduğuna ikna ediyor kitap. Kürt Edebiyatının bazı kalemleri hızlı bir şekilde bir tanımlamaya gitti roman hakkında. İlk vurguladıkları lisanın gramer yapısı ve Türkçeden yazıldığıydı. Yazıyı bitirip gönderdikten sonra PolitikART’ta Hemîn Şerefkendî imzalı “Franz K. Âşıkları Hangi Lisanın Romanı?” başlıklı kritik yazısını okudum ve muharririn Sönmez’e yönelttiği bazı soruları vardı; “Kitap çıktıktan ve artık kitaplarında “Kürtçeden Çeviri” yazısını görmek istediğini söyledikten bir hafta sonra aynı kitap Türkçe olarak yayınlandı. Künyede “Kürtçeden Çeviren” ibaresi yoktu. Kitap “Türkçe Edebiyat” olarak belirtilmişti.”[4] Şerefkendî bol sorulu yazısında Burhan Sönmez’i Kürtçe üzerinden reklam yapmakla da suçluyor. Yerinde ve cevaplanması gereken sorular var elimizde.
Zaten kendisinin de dile getirdiği gibi iki lisanın paralelinde yazılmış bir roman. Burhan Sönmez’in gramerde yaşadığı sorunların, olduğu gibi kitapta kalması da başka bir manada örnektir. Kalemi güçlü bir Kürt muharririn Türkçe yazdığı romanlardan sonra kendi lisanında yazdığı roman ne durumdadır, yüzyıl boyunca devam eden asimilasyon sonrası nasıl bir dil ve anlatım ortaya çıkmıştır? Türk eğitim sistemi Kürtler üzerinde ne derece başarıya ulaşmıştır? Sorularımızı çoğaltabiliriz ancak bir soru kendini canhıraş bir şekilde önümüze atıyor: Yazar evine dönerken lisanından geriye ne kadarı kalmıştır? Sönmez’in evine dönmesi bir karşılıktır var olan sisteme karşı. Dönüş yolları yorucu ve yıpratıcıdır. İçeriye girince ne yorgunluk kalır ne de bezginlik. İnsan evinde güzelleşir, ayaklanır ve ayaklarını uzatıp istirahat eder.
Kaynakça:
[1] https://www.k24kitap.org/burhan-sonmez-anadil-bir-turlu-kabuk-baglamayan-bir-yaradir-4589
[2] https://www.k24kitap.org/burhan-sonmez-anadil-bir-turlu-kabuk-baglamayan-bir-yaradir-4589
[3] https://www.k24kitap.org/franz-k-asiklari-yazarla-metni-arasina-girmek-4650
[4] https://politikart.net/yazi/franz-k-asklar-hangi-dilin-roman
Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa Haber – Bursa Gündem – Bursa Gündem Haber – Bursa Haberleri – Bursa Son Dakika
Bizi İnstagram’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi X’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr
Bizi Facebook’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi Youtube’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi Linkedin’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
İzmir’de Belediyeden 2 Kişinin Vefatıyla İlgili Açıklama