34,5467$% 0.18
36,0147€% -0.62
3.005,41%1,48
5.110,00%0,95
20.381,00%1,12
2.705,79%1,29
9.549,89%1,94
Gülhan Balsoy
2023 Nisan’ında Cumhuriyet’in 100. yılını kıymetlendirmek üzere yapılmış olan ve üç gün süren hayli kapsamlı bir konferansta sunulmuş olan bildirilerin önemli kısmının genişletilmiş ve düzenlenmiş versiyonlarından oluşan ve Gencer Özcan, Ömer Turan, Büke Boşnak ve Tuğçe Erçetin’in editörlüğünü yaptığı İlk Yüzyılı Biterken Cumhuriyet: Demokratikleşme Momentleri, Sıradan İnsanlar ve Siyaset kitabı geçtiğimiz günlerde İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlandı. Aşağıda değerlendireceğim bu kitap Cumhuriyet’in ilk yüzyılının bitişi ve ikinci yüzyılının başlangıcına işaret etmesi nedeniyle ister istemez öncelikle bir muhasebe niteliği taşıyor. Ancak sekiz yüz sayfayı aşan hacmiyle bu kitap bildiğimiz muhasebelerin ötesine geçen bir niteliği haiz. Cumhuriyet’in ilk yüzyılını hatırlatmanın ötesinde bu geçmişin barındırdığı imkânları ve açmazları önümüze serip birlikte bilgi üretmenin ve dolayısıyla toplumsal bir değişime öncülük etmenin olası yollarını da arıyor. Başlıkta “demokratikleşme momentleri” ve “sıradan insanlar” kavramlarının bir arada kullanılmış olmasının bir siyasal rejim olarak “cumhuriyet”i yeniden kavramsallaştırmaya dair bir çağrı olduğu söylenebilir. Bu çağrı her şeyden önce devlet ve yurttaşlar arasındaki ilginin yeniden düşünülmesini içeriyor.
Burada öncelikle sıradan insanlar ya da sıradanlıktan ne anlaşıldığını üzerinde durabiliriz. Çalışmada karşımıza çıkan sıradan insanlar mübadiller, işçiler, kadınlar, gayrimüslim tüccarlar, Meclis’teki muhalifler… Bu açıdan bu toplumsal aktörlerin ne kadar “sıradan” oldukları sorgulanabilir. Bu soruya verilecek karşılık, müelliflerin ve editörlerin sıradan insanları görünürleştirme uğraşları, tarihi kimin yaptığı sorusuna verdikleri karşılıklar ile bağlı. Tarihi, Cumhuriyet’i, Cumhuriyet’in tarihini küçük bir yönetici azınlık ve onların kararları ve aksiyonlarına indirgeyen bir anlayışa karşın bu çalışmada küçük bir siyasal seçkin kümenin dışında kalan geniş toplumsal kesitlerin eylem ve tecrübelerinde aramaya dair bir teşebbüsten bahsedebiliriz. Bu açıdan tarihleri büyük ölçüde görünmez kalmış ya da mağduriyet kıssalarına indirgenmiş, pasif kurbanlar olmak dışında aktif hareketlilikleri göz gerisi edilmiş kişi ve kümeleri tarihin eyleyicileri olarak ele almak Cumhuriyet’in kimin tarihi olduğu sorusunu sormamızı sağlıyor. Kitabın bu perspektiften yazılan ilk kısmındaki bölümler sadece mağlubiyet ya da başarısızlık öyküleri ya da kıyıda köşede kalmış genellenemeyecek hadiselerden bahsetmiyor. Dolayısıyla bu kapsamlı kitabın arka planda yurttaşlık kavramını, kimin yurttaş olup kimin ya da kimlerin yurttaşlıktan dışlandığını bir defa daha düşünmemize vesile olduğu söylenebilir.
Yazarların ve editörlerin bu başarısı, kavramsal araçları ve perspektifleriyle bağlı olduğu kadar kullandıkları usullerle de bağlı. Burada prosedürden kastım esas olarak dönem kaynaklarının kullanılmış olması. Cumhuriyet’in erken devriyle ortamıza giren zamansal uzaklık, bu devrin artık tarihçilik metotlarıyla ele alınmasını mümkün kılıyor. Burada tarihçilik metotlarından kastım, bu kısımda yer alan muharrirlerin Cumhuriyet arşivinden kişisel arşivlere, periyodun zabıt cerideleri ve yasa metinlerinden gazetelerine, periyodun çeşitli yazılı kaynaklarını titiz bir şekilde araştırıp eleştirel olarak kullanmış olmaları. Muharrirlerin erken Cumhuriyet dönemine geri dönüp, yasal, siyasal, bürokratik metinleri, kişisel arşivleri yeni sorular ve kavramlar ışığında değerlendirmeleri hiç elbet ezberlerin ötesine geçen bir yaklaşım üretmelerinde çok büyük rol oynamış. Bu açıdan İlk Yüzyılı Biterken Cumhuriyet kitabının Cumhuriyet tarihinin yeniden değerlendirilip yeniden yazımı için öncü ve örnek bir çalışma olacağına inanıyorum.
Bu çalışmada karşımıza sosyal bilimlerin yapılara ya da insanlara/deneyimlere odaklanan iki temel yaklaşımının da izlerini bulduğumuzu söyleyebiliriz. Dar mercekten bakıp derinleşmek de, geniş mercekten bakıp yaygınlaşmak, bütünü betimlemeye çalışmak da sosyal bilimlerde eş değerde yasal bakış açıları olmakla birlikte genellikle pek yan yana duramayan, birbirlerine birden fazla zaman ters kalan iki yaklaşım. Bu çalışmayı benim için ilginç kılan, kitapta bu iki farklı merceğin aykırılık içinde olmadan birbirini tamamlayacak şekilde kullanılmış olması oldu. Kitapta yer alan müelliflerden bazıları daha spesifik bahislere odaklanıp, belli bir yer ve zamanla, belli bir bağlamla sınırlı bir soru, bir kişi, bir soruna odaklanırken, bazı muharrirler bir tema ya da bir soru üzerinden yüzyılın tamamını değerlendirmeyi tercih etmişler. Birden fazla zaman yan yana durması zor olan bu iki yaklaşımın bir arada durabilmesini sanırım Cumhuriyet’i yermek ya da övmek ikileminden çıkılması ve üstte işaret etmeye çalıştığım gibi devlet-toplum münasebetini, devletin niteliği ve toplumu bir arada tutanın ne olduğunu, büyük dönüşümlerin küçük insanların hayatlarındaki karşılığının neler olduğunu anlamaya ve anlamlandırmaya dair gerçek bir çaba gösterilmiş olması sağlıyor.
Benim için bu kitaba verilen uğraşın hakikiliğinin göstergelerinden bir diğeri da kadın ve toplumsal cinsiyet perspektifine verilen önem olmuş. Siyaset bilimciler en az 1990’lardan bu yana Cumhuriyet’in kurulması ve kadınların hak kazanımları arasındaki ilişkiye dair ezberlerimizi bozan çalışmalar ürettiler. Kâğıt üzerindeki kazanımların evin mahrem alanını dönüştürmekteki sınırlı rolünden siyasi ve ekonomik yapılardaki inatçı cinsiyetçi normlara pek çok konu detaylı şekilde ele alındı. Ancak içinden geçtiğimiz dönem itibariyle kadınlar olarak haklarımızın ve vücutlarımızın büyük saldırı altında olduğu da bir gerçek. Kitaba baktığımızda özel olarak kadınlara ya da toplumsal cinsiyete odaklanan bir kısım olmasa da hem kadın hareketine ve kadın figürlere odaklanan bölümler hem de bayanlarla bağlantılı hususları ele almamakla birlikte geçtiğimiz yüzyıla toplumsal cinsiyet perspektifinden bakan bölümlere rastlamak oldukça umut verici. Toplumsal cinsiyet kavramının sadece kadınların tarihlerini değil tüm iktidar bağlantılarını ve bunun tarihi nasıl şekillendirdiğini düşünmeye, sorgulamaya, sorunsallaştırmaya çağrı yapan analitik bir kategori olduğunu düşünürsek İlk Yüzyılı Biterken Cumhuriyet kitabında yer verilen işçiler, Kürtler, gayrimüslim azınlıklar, kentsel dönüşümle yerinden edilen insanların tarihinin kimlik siyasetleri çerçevesinden değil uğraşlar, tarihi hareketlilikler üzerinden ele alınmış olmasını çok önemsediğimi belirtmek isterim.
Bu konuya özellikle değinmemin nedeni, bilgi üretimi ve siyasi arayışlarımız arasındaki ilişki üzerine düşünmemize fırsat vermesi. Bilgi üretimi eğer iktidar alakalarıyla ilgiliyse – ki öyle- bilgi üretimine bakıp siyasi imkânları düşünmek ya da siyasi analiz aracılığıyla sosyal bilimlerin kime/neye dair bilgi üretip hangi mevzulara sessiz kaldığını problematize etmek mümkün. Yine kitaba dönecek olursam, demokratikleşme momentleri ve sıradan insanları bir arada düşünme gayretinin bizi tam da bilgi-iktidar ilgisini sorgulamaya davet ettiğini düşünüyorum. Bu açıdan elimizdeki kitabın giriştiği kolektif çaba çok umut verici.
Peki, bir de ne eksik, bu çalışma hangi bahisleri göz gerisi etmiş, nelere değinmemiş diye düşünürsek neler söylenebilir? Elbette tüm kapsamlılığına, devasa boyutuna karşı her çalışmanın içine aldığı kadar dışarıda bırakmak zorunda kaldığı birçok konu olması doğaldır. Dolayısıyla bu soruyu bir açık bulma uğraşından çok Cumhuriyet tarihini içinde yer aldığı yirminci yüzyılın küresel dünya tarihinin içine nasıl yerleştirebiliriz, Cumhuriyet tarihini dünya tarihi içinde nasıl kıymetlendirebiliriz soruları üzerine düşünmemize fırsat vermesi için de soruyorum. Eğer geçtiğimiz yüzyılı dünyadan kopuk bir şekilde değil de 20. yüzyılın tüm siyasi ve ekonomik karmaşasıyla da birlikte, onunla bağlantılı şekilde yaşadıysak ya da Cumhuriyet’in yüzyılı dünyanın yüzyılının bir kesimiyse, kendi tarihimizi, bu zaman içinde gerçekleşen siyasi kırılmaları, kopuşları, ekonomik dönüşümleri, toplumsal dönüşümü küresel bağlam ile alakalı olarak nasıl manalandırabiliriz? Ya da Cumhuriyet’in tarihi sadece ulusal ölçekten değil, insanlık tarihinin, küresel tarihin bir parçası olarak nereye oturuyor? Ekolojik açıdan da siyasi açıdan da kaos, kriz, belirsizlik ve tasa dolu bir devrin içinde bulunduğumuz göz önüne alınırsa, geçtiğimiz yüzyılın kazanımları kadar kaçırılan fırsatlarını, ardından gidilmeyen imkânları, ileriye dair daha eşit, demokratik, kapsayıcı bir rejim kurma hayaliyle nasıl yeniden kıymetlendirebiliriz?
İlk Yüzyılı Biterken Cumhuriyet: Demokratikleşme Momentleri, Sıradan İnsanlar ve Siyaset kitabı bana üstte paylaşmaya çalıştığım soruları düşündürdü. Ancak bu kapsamlı kitaba buradakinden daha farklı perspektiflerden bakmak, başka şekil sorular sormak da mümkün. Bilgiyi demokratikleştirme derdiyle açık erişim olan ve bu linkten tamamına erişebileceğiniz bu çalışmaya katkı veren tüm müellifleri ve editörleri bize bu değerli çalışmayı kazandırdıkları için tebrik etmeli.
* Prof. Dr. Gülhan Balsoy, İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi
** İlk Yüzyılı Biterken Cumhuriyet: Demokratikleşme Momentleri, Sıradan İnsanlar ve Siyaset, Derleyenler: Gencer Özcan, Ömer Turan, Büke Boşnak, Tuğçe Erçetin (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2024)
“Sünnet, vücut bütünlüğüne bir tehdit mi geleneğin vazgeçilmezi mi?” Yönetmen Ece Dizdar anlatıyor |
Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa Haber – Bursa Gündem – Bursa Gündem Haber – Bursa Haberleri – Bursa Son Dakika
Bizi İnstagram’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi X’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr
Bizi Facebook’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi Youtube’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi Linkedin’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Hasta Yakınından Doktora Saldırı: Ameliyat Ertelenince Ortalığı Birbirine Kattı