DOLAR

32,6784$% -0.04

EURO

35,3888% -0.23

GRAM ALTIN

2.508,13%-0,12

ÇEYREK ALTIN

4.063,00%1,18

TAM ALTIN

16.276,00%1,18

ONS

2.387,78%-0,13

BİST100

10.851,78%-0,19

Öğle Vakti a 13:13
Bursa AÇIK 30°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Derinlemesine İz Bırakan Sinemalar

ad826x90

43’üncü İstanbul Film Şenliği ile bu yıl sinemalara epeyce doyduk, kültür-sanat meraklılarının yeniden o sinema salonlarına doluşmaları, günün mana ve kıymetini ortaya koydu. Tüm gündelik problemlerden kaçarak insanların orada bir katarsis yaşamaları kendilerine verdiği bedeli ikiye katlıyor. Aslında şenlikler tam manasıyla bir birleşme noktası, hepimiz buna eşlik ediyoruz. Pandemi ile kaybettiğimiz yılların acısını çıkarttığımız İstanbul Film Şenliği, hayattan kesitlerin sunulduğu panoramik bir fotoğraf makinesi sanki… Tüm anılarımızı çantamıza atıp, bize sunulan harika seçkilere o güzel anıları taşımak nitekim çok değerli. Salonların doluluk oranlarını da düşündüğümüzde, sinemanın hala ruhumuza hizmet ediyor oluşu, motivasyonumuzu arttırıyor ve hislerimizi dolu dolu yaşamamıza vesile oluyor. Seyirci ve perde arasındaki oluşan o bağ, umuyoruz ki daha birçok şenliklerle bir arada devam eder.

Umuyoruz ki sizin için şenlikten seçtiğimiz sinemalar hayatınıza dokunur ve kendinizden bir parça bulursunuz.

SEVGİLER HİLDE (EURE HILDE)

Hilde Coppi’nin hayat öyküsünü anlatan “Sevgiler Hilde”, her ne olursa olsun yaşama karşı dik duruşu ve dirayeti savunan anti-Hitler sineması. Bu, sadece bir film değil, aynı vakitte bir hayat kıssası; o denli bir hikaye ki, hayatın son noktasına kadar hiç durmadan çırpınan en kötü yeri; yani hapishaneyi bile apayrı hale getiren ve hatta gardiyanları ağlatacak kadar duygulandıran Hilde’nin gerçekleri…

Bir insan mahpusta bile nasıl uymacı olabilir diye düşünmeden edemiyoruz. Olumluyu aksiye çevirmek kolay ama olumsuzu olumluya çevirmek zordur. İşte Hilde tam olarak bunu yapıyor. Baskıcı bir rejimin altında kendi karakterini bozmadan, düzgünlüğü vurgulayarak rol model oluyor. Her insanın içinde bir parça dahi iyilik ya da vicdan olabileceğini gösteriyor, hatta bunu da film üzerinden inşa ediyor.

“Onurlu Ölmek” olgusunu sinemanın altına serpiştiren direktör Andreas Dresen, aslında hayatta her ne yaşanırsa yaşansın, soluk aldığımız her anın değerli olduğunu her minvalde ortaya koyuyor.

Bağışlanmak her insanın hakkıdır, hele ki, o insan faziletli bir karaktere sahipse… Düşünce özgürlüğünün ehemmiyetini bir dönem sineması üzerinden tartışmak sahiden takdire şayan. Fikir ayrılıkları hayatımızın içinde yer alıyor ancak önemli olan hürmet çerçevesinde durumu kabullenmek, esasen insanı da insan yapan da farklı renkler ve farklı fikirler değil mi?

Dünyanın alamet-i farikası insanın değerli niyetlerinin bir araya gelişindeki sinerjidir. Aslında bu bildiğimiz kahramanlık kıssalarının sonunu farklı yazan bir film zira siyasi sistemler uyum sağlama fırsatçılığı ile destekleniyor. Seyirci hem sinemada kendinden bir şeyler buluyor hem de sistemin içine giriyor. Tüm bu şartlarda “Acaba biz olsak nasıl davranırdık?” sorusu da bir şekilde akıllara düşüyor.

İdealler uğruna savaşıp savaşmamak ise işin açmazlarından biri. Bir yanda değişim diğer yanda hayatın sonu… Bu ayrımı iyi yapmak lazım. Ahlaklı insan olmanın özünü sonuna kadar korumak ise üzerimize düşen misyonlardan.

ŞEYTANLA BİR GECE (LATE NIGHT WITH THE DEVIL)

Genelde bilinmeyen olgusuna insanlar tepkisel yaklaşır ve bilinmeyeni içselleştirip kucaklamazlar zira altında korku psikolojisi vardır. Bilinmeyen her zaman bir gölge üzeredir, pusuda bekler, televizyon onun için tam biçilmiş kaftandır, “nasılsa TV ortaya bir gösteri çıkarır” yargısıyla oyununu sürdürür. TV gerçeklerle hayallerin bir araya karıştığı bir araç olduğu için tam olarak her şey muammadır. Pekala, ya TV ortamında gerçekleşen paranormal olaylara ne demeli?

Bilindiği üzere bazı paranormal olaylar farklı yollarla ortaya çıkıyor, ne de olsa o olayların bir göstericiye ihtiyacı var. İnandırıcılığının azalıp algı oyununun ya da paranoyanın kazanması kuvvetle beklenen.

Aslında bugün medya olmasaydı, olayların iç yüzünü hem sorgulamayacaktık hem de ‘bilinmeyen’ daima o şekilde kalacaktı. Buna iyi bir örnek olan buluntu sineması “Şeytanla Bir Gece” şeytana uymanın bin bir türlü halini perdeye yansıtıyor. Karanlık bilimleri küçümsememek gerektiğini medya üzerinden aktaran film, aslında karanlık ve aydınlığın arasındaki ince çizgide duruyor. Hani klişe bir cümle vardır; kanıtlanamayan rastgele bir olay ‘gerçek değildir’ diye, film de araya güldürü öğelerini yerleştirerek bunu tartışıyor. Stephen King’den övgüler toplayan film, tebdil-i yer yapmadan neredeyse tek bir yer üzerinden öyküyü inandırıcı kılmaya çalışıyor. Buradaki amaç aslında biraz da eski buluntu sinemalara gönderme yapmak. 70’li 80’li yılların korku sinemalarında bu olayları sıkça izliyorduk, günümüzde de benzerini görmek bize nostalji yaşattı, o retro havanın içerisine girebildik. Her insanın meleklerle ve şeytanlarla bir ortada olduğunu da unutmamak gerek; madalyonun arka tarafında her zaman bir şeyler gerçekleşiyor ve birden fazla zaman onlara cevap bulamıyoruz. Sinemanın sanat yönetimi tarafındaki güçlü argümanlar da bunu destekleyince daima tahlil odaklı olup başımızdan farklı bir senaryo yazıyoruz. Medya eleştirisi yaparak ders verme yetkinliğine haiz sinemaya sadece bir korku-komedi janrı olarak bakmamak lazım, çünkü film kendi sonunuzu kendi bakış açınızla analiz etmenizi bekliyor.

Filmin 31 Mayıs’ta vizyona girdiğini de hatırlatmak gerek.

BİLDİĞİN GİBİ DEĞİL

Düşünce biçimleri farklı olan kişilerin bir ortada yaşamaları toplumsal bakış açısıyla değerlendirildiğinde, güç da olsa aslında mümkün zira tek yolu sevgiyi merkeze koymak…

Zıt merkezdeki karakterleri aynı merkeze toplayan “Bildiğin Gibi Değil” sineması hem savaşı hem de barışı simgeliyor. Yani ‘kır, dök ve birleştir’ gibi. Üç kardeşin sırlarla dolu geçmişi babalarının vefatıyla giderek gün yüzüne çıkıyor ve tamamen denetimi kaybediyorlar. Herkes kendince otoriter ve güçlü olduğunu düşünüyor, ama o denli değil, tamamen bir kisveye bürünüyorlar, o kisve sadece buzdağının görünen kısmı, pekala ya görünmeyen kısmı?

İç ve dış ögeler ile birleşen çelişkiler kardeşlerin travmalarını tetiklediğinde, her taraftan kuşatılma yaşıyorlar ama burada önemli bir ayrıntı var o da kardeşlerden birinin kadın oluşu. Ağabeyleri her ne kadar ona sahip çıksa da huzursuzluk ve kontrolsüzlük karakterlerini ele geçiriyor. Şayet ruhsal olarak kişiler iyi durumda değillerse, kendilerini tamamlayamadıklarından dolayı hem kendilerine hem de etraflarına zarar veriyorlar. Tamamlanamama hissi kaybolduğunda ise tüm kara bulutlar dağılıyor. Buradaki diğer bir kıstas da ölüm gibi önemli bir sıkıntının bir virüs gibi yayılması. Olayları kabul hareketine geçemediklerinden ötürü kendi mutsuzluklarında boğuluyorlar. Ölüm de bir gerçek, ama öyküdeki ölüm biraz da metafor, çünkü kardeşlerin manevi mevti fizikî ölümden daha ağır basıyor, ta ki o sosyolojik sır ortaya çıkana değin…

Filmin en vurucu tarafı da bence bu. Hiçbir şey söylemeden aksiyonlarla yahut imalı sözlerle sorunu dışa vurmak hiç kolay olmazken, bazı kavramların diyalogların içine yayılıyor oluşu da diğer bir perdeyi aralıyor. Demek ki, kardeşlerin birbirlerine tekrar bağlanmaları için yeni bir şok geçirmeleri gerekiyor fakat o yolla kendi sorunlarını unutuyorlar. Kıssadan pay; önemli bir ‘tokat yemek’ ve o tokadı sindirememek vicdani bir baskının yeniden yaşanmasına neden oluyor. İnsanlar aslında kendi dünyalarıyla o kadar meşguller ki, diğer kişilerin neler yaşadıklarını göremiyorlar ve bir patlama yaşanıyor; işte bu da duygusal boşalma oluyor.

Empati olmadığında birden o kaçınılmaz son yeni zedelenmeler doğuruyor. “Borç” sinemasıyla kendinden söz ettiren direktör Vuslat Saraçoğlu’nun yazıp yönettiği “Bildiğin Gibi Değil”, üç karakterin etrafında dönen ruhsal bir film. Sinemanın en önemli karakterlerine can veren Hazal Türesan’ın öyküyü doruk noktasına taşıyarak inandırıcılığını vurgulaması takdire şayan. Film takımının ve direktörün iştirakiyle seyirci ile bağını güçlendiren kıssanın aslında ana mesajı şiddetin ve kadınlara yapılan her türlü haksızlığın son bulması. Kadınların özgürce ve rahatça yaşamaları gerektiğine değinen direktör Saraçoğlu zorbalığa karşı büyük bir çarpı atıyor.

0 0 0 0 0 0
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Efes Tecrübe Müzesi Önemli Ödül Kazandı

HIZLI YORUM YAP

0 0 0 0 0 0

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.