32,5520$% 0.09
35,2335€% 0.17
2.468,13%0,21
4.008,00%0,17
16.054,00%0,16
2.358,45%0,12
10.682,15%2,26
Sevim Erdoğan Ece Gamze Atıcı’nın beşinci kitabı ‘Keşke Leyla’, Doğan Yayınları tarafından yayımlandı. Atıcı, ‘Aile Geleneği’nden sonra yazdığı romanında kaybolmamak için hayal dünyasına sığınan, ölmekten çok hayatta kalmaktan korkan, ömrü anlamaya çalışan küçük bir çocuğun hislerine tercüman oluyor. Atıcı ile ‘Keşke Leyla’yı konuştuk.
Öncelikle kitabın yazım sürecinden bahsedebilir misiniz? Yazımı ile yayımlanması arasında uzun bir zaman olduğunu biliyorum. Bu durum kitabın akışını nasıl etkiledi?
Aslında bir evvelki roman ‘Aile Geleneği’ ile ‘Keşke Leyla’yı peş peşe yazmıştım. 2019’da ilk hali tamamlanmıştı ‘Keşke Leyla’nın. ‘Aile Geleneği ise artık demlenmiş, temizlenmiş, son halindeydi. ‘Aile Geleneği’ndeki seslerden sonra daha naif, hayatı başka yerinden tutan bir anlatıcıya gereksinimim vardı. ‘Keşke Leyla’daki çocuk imdadıma yetişti. Hangisi önce yayımlansın diye konuşuldu o sıra, önce ‘Aile Geleneği’ yayımlandı. Çabucak sonra da pandemi başladı. Dünya değişti, ben değiştim. ‘Keşke Leyla’nın sadeleşmeye ihtiyacı vardı. Kolay olduğunu söylemem doğru olmaz. Ama zor oldu da diyemem. Zira çocuğun sesi de kederi de çok baskın ve netti. Aslında benim çocuğu yeniden yakalamam gerekti. Ve çok iyi editörlerle çalıştım. Doğru yönlendirmeler aldım. Gerisi geldi. Ece Gamze Atıcı, Fotoğraf: Hâkim Yılmaz
“Ölmekten çok hayatta kalmaktan korkan, hayatı anlamaya çalışan, hassas bir çocuk” karakterini yazarken sizi bir yazar olarak besleyen gerçek hayatta biri var mıydı?
Vardı, evet. En yakın arkadaşlarımdan birinin sesi. Biraz da benim çocukluk sesim. Hatta ikimizin de ilkokuldaki en yakın arkadaşının ismi Uğur olduğu için kitaptaki çocuğun en yakın arkadaşının ismi konusunda tereddüt etmedim. Zati yakından tanıdığım, birçok hissini ve fikrini bildiğim birinin bilmediğim çocukluğuna gittim bir nevi. Olup bitenler tamamen kurmaca alışılmış. Sadece ses tanıdık. O sesi alıp hayali bir ortamda, çok istediğini sandığı ama aslında hiç istemeyeceği bir durumun içine attım. Tuhaf bir şekilde kitap tam da bu arkadaşımın doğum gününde çıktı. Planlanmış bir şey değildi. Hayatın insanı hafifleten tesadüflerinden biri. Bu kitabı yazmaktaki ilk motivasyonum da onu ağlatmaktı aslında. Uzun vakittir ağlayamadığını ve ağlamak istediğini söylemişti. Ben de onu ağlatacak bir hikaye buldum.
‘BAŞIMIZA GELEN FELAKETLERİN NEREDE BAŞLADIĞININ İZİNİ SÜRÜYORUM’
Kitabın başrolünde küçük bir çocuk olsa da aslında bir aile eleştirisi de var. Daha evvelki kitabınızın adı da ‘Aile Geleneği’. Aileyi masaya yatırmayı çok mu seviyorsunuz?
Başımıza gelen felaketlerin nerede, nasıl başladığının izini sürüyorum diyelim. Çocukluk her şeyin özeti.
Yazmaya başlamadan önce karakterlerinizi tanıyor musunuz yoksa yazarken, yolda mı tanışıyorsunuz? Karakterleriniz sizi şaşırtmayı başarıyor mu? Ya da şöyle sorayım: ‘Keşke Leyla’daki çocuk sizi şaşırtmayı başardı mı?
Yazmaya başladığımda çoğunlukla yeni tanışmış oluyorum karakterle. Önce bir ses olarak var oluyor. Kederini, ne yapmak istediğini, gayesini anlamaya çalışıyorum. Böylelikle o da bana o karakterin öyküsünü veriyor. Elbette beni şaşırtıyor karakterler. Ben onları bir yere götürmeye çalışırken beni, düşündüğümden daha iyi bir yerlere götürürler birden fazla zaman. Karakteri iyi anlamışsanız olur bu. Galiba en zevk aldığım kısım da burası. ‘Keşke Leyla’daki çocuğun yetişkin sesi, yani son kısımda duyduğumuz ses beni şaşırtmıştı. Beklediğimden daha iyi bir sesti. Hayatı bütünüyle kavrama ve onunla baş etme marifeti oldukça gelişmiş bir genç yetişkinin sesi. İlham verici olduğunu düşünüyorum. Hayat karşısında acemi, korku ve acı dolu o küçük çocuğun çok tatlı birine dönüşmüş olması umut verdi bana da.
‘KİTAPTA KAYIP DUYGUSU VAR’
Kitapta anlatılanlar sizin kişisel tecrübelerinizden veya gözlemlerinizden esinleniyor mu? Karakterlerle aranızda nasıl bir bağ var?
Kitapta küçük bir çocuğun yaşadığı yokluk hissi, o yokluk hissiyle mücadele ve umut var. Onun bakış açısı ve çabası bana da umut verdi. Bir de bu kitaptaki gibi saf anlatıcıların sesi benim içimde de hiç kısılmıyor.
Bir yerde iç sesime ekleniyor. Ortada özlüyorum. ‘Adem Aynası’ndaki Baki de öyledir mesela benim için. Ortada sesini duyarım, bakış açısını hatırlar sevinirim. Zira yetişkin olduğumuzda biz de aslında hayatın en başında sahip olduğumuz o muazzam sesi yavaş yavaş kaybediyoruz. O saf sesleri hatırladığımda hayatın ve varoluşun kolaylığını yeniden hissedip hafifliyorum. Kitapta kayıp duygusu var. Kayıp hissi kozmik ve vakitsiz. Hepimiz için kaçınılmaz olan, benim de bildiğim bir his dolaysıyla. Karakterlere dönecek olursak… Aklımın ve kalbimin bir köşesinde benimle kalan karakterler genelde en çocuksu, dünyadan nasibini almamış olanlar.
Ana karakterin hayal dünyasına sığınması ve bu dünyanın ayrıntıları, gerçek hayatta yaşananlardan nasıl etkilendi? Gerçeklik ile hayal dünyası arasındaki bu geçişi yazmak nasıl bir tecrübe oldu sizin için?
Ben de hayatı daha yaşanılır kılmak için hayal dünyasına sığınan biriyim, meslek icabı… İşin tabiatı bu yani. Bir yanıyla da çok çocuksu buluyorum bunu. Hayal kurmayı meslek edinmeyi yani. Bu işlerle meşgul insanları da içten içe çocuksu bulurum.
Bana göre hareketin kendisi fantastik. Hayatın sertliğine karşı üst seviye bir savunma. Sanat ne işe fayda sıkıntısısın karşılığı gibi. Güzelleştirir. ‘Keşke Leyla’daki çocuk da o naif ve kendi derdine çare arayan sesiyle beni güzelleştirdi.
‘ÇOCUK ANLATICI, BAKIŞ AÇISIYLA O DENLİ ZENGİNLEŞTİRİCİ Kİ’
‘Keşke Leyla’, sizin beşinci kitabınız. Evvelki eserlerinizle kıyasladığınızda bu kitabı müelliflik mesleğinizde farklı bir noktada görüyor musunuz?
Bir yetişkin kitabında çocuk anlatıcı kullanmanın teknik olarak zor olduğunu söylemişti editörüm. Yazarken farkına varmadım. Son kısımda anlatıcı çocuk büyüyüp yetişkin sesine kavuştuğunda, kast ettiği şeyin ne olduğunu idrak ettim. Daha az gereçle daha fazla şey anlatmaya çalışıyormuşsunuz. Müelliflik marifetinizi teknik açıdan tartan bir tarafı var yani. Ancak çocuk anlatıcı, bakış açısıyla o denli zenginleştirici ki… Yazarken bunu bir kısıtlama olduğunu hissetmedim. Tersine önüme başka bir dünyanın kapıları açılmış oldu. Umarım okurlar da benim aldığım zevki alır. Keşke Leyla, Ece Gamze Atıcı, 224 syf., Doğan Kitap, 2024.
Kitapta geçen, “Büyük olmak da en az çocuk olmak kadar zor” ifadesi epey dikkat cazip. Yetişkinler için yazılmış bir çocuk kitabı olarak ‘Keşke Leyla’nın bu mesajı nasıl taşıdığını düşünüyorsunuz?
Biz çoğunlukla başı pek okşanmadan, sırtı sıvazlanmadan büyümüş insanlardan oluşan bir toplumuz. Sevmek/sevilmek, takdir etmek/edilmek, övmek/övülmek, onaylamak/onaylanmak gibi hususlarda da marifetlerimiz sonlu. Haliyle de hoyratız. Hem kendimize hem birbirimize.
Çabucak çabucak hepimizin çocukluğundan kalma ve bir türlü tahsil edilemeyen duygusal muhtaçlıkları var. O kırık dökük çocukları çoğumuz ömür uzunluğu içimizde taşıyoruz. Çocuksu da bir toplumuz bu yanıyla. Hem saflığı hem hoyratlığı kapsıyor bu çocuksuluk. Ben onu güzelleştirmenin peşindeyim. Hem kendim hem de benzer yaraları taşıyan, onları düzgünleştirmek isteyen herkes için… ‘Keşke Leyla’daki çocuk hem o yokluğun hem de güzelleşmenin sesi. Yetişkin halimizin de en az çocuk halimiz kadar şefkate ihtiyacı var.
Sizce müelliflik lütuf mu, lanet mi?
Masa başında lütuf ama hayat içinde lanet. Yazarlığın hayattan kaçan, saklanan bir yerden türediğini düşünüyorum. Hayattan kaçarken yani hayal aleminde çok işinize yarayan özellikler hayatı yaşarken işinizi aynı oranda kolaylaştırmıyor. Hatta zorlaştırdığını söylemekte bir beis görmüyorum. Açık kelamlı, alaycı, gözlemci olmak, kimi zaman olayların bir adım sonrasını görmek dostlarınız tarafından sevilmenizi sağlar tahminen. Madalyonun diğer yüzüne gelecek olursak, aynı özelliklerin dünyayla kurduğunuz ilgiyi yıprattığını söyleyebilirim. Yorucu.
Efsane Geliyor
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.