DOLAR

38,2584$% 0.07

Created with Highcharts 8.2.200:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:00
EURO

44,0846% -0.07

Created with Highcharts 8.2.200:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:00
GRAM ALTIN

4.223,79%0,35

Created with Highcharts 8.2.200:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:00
ÇEYREK ALTIN

6.942,00%0,36

Created with Highcharts 8.2.200:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:00
TAM ALTIN

27.682,00%0,37

Created with Highcharts 8.2.200:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:00
ONS

3.442,06%0,48

Created with Highcharts 8.2.200:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:0000:00
BİST100

9.321,64%0,05

Created with Highcharts 8.2.210:3011:0011:3012:0012:3013:0013:3014:0014:3015:00
İmsak Vakti a 02:00
Bursa PARÇALI BULUTLU 22°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
SON DAKİKA

DOLAR 38,2584

EURO 44,0846

ALTIN 4.223,79

BİST 100 9.321,64

İmsak 02:00

22°
  • Bursa Gündem Haber
  • Siyaset
  • Gülten Kışanak’tan İktidara Süreç Tepkisi: Şimdi Kürt Problemini Değil, Pkk’yi Konuşmak İstiyorlar

Gülten Kışanak’tan İktidara Süreç Tepkisi: Şimdi Kürt Problemini Değil, Pkk’yi Konuşmak İstiyorlar

ad826x90

Gülten Kışanak, “Bazılarının yıllardır söylediği gibi bir ‘PKK var’ bir de ‘Kürt sorunu var.’ Şimdi PKK’yi konuşmak istiyorlar, Kürt problemini konuşmak istemiyorlar” dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Meclis açılışındaki 1 Ekim’de TBMM’de yaptığı çağrı ile başlayan süreç Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti’nin PKK lideri Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmeler ile devam edildi.  

Abdullah Öcalan’ın iletilerini Meclis’te bulunan siyasi partilerle tartışarak, teklif ve değerlendirmelerini alan İmralı Heyeti, sonrasında İmralı’da ikinci görüşmeyi gerçekleştirdi. Diploması trafiği devam eden heyet, en son olarak da Irak Bölgesel Kürt İdaresi’ne giderek, temaslarda bulundu.

Eski Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı, Kürt siyasetçi Gülten Kışanak sürece ilişkin Mezopotamya Ajansı’ndan Müjdat Can’a değerlendirmelerde bulundu. 

Kışanak, söyleşisinde şunları söyledi:
 
Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de başlayan ve sonrasında yaptığı davetle yaşanan gelişmeler sürüyor. Kürt meselesinde tahlilin yeniden konuşulduğu bir süreçte AK Parti iktidarının kayyım, baskı ve gözaltı siyasetleri da sürüyor. Tabloya bakıldığında AKP ile MHP arasında bu süreçte uyuşmazlık olduğu belirtiliyor. Siz bu süreci nasıl görüyorsunuz?

Öncelikle Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli arasında bir görüş ayrılığı olduğuna pek ihtimal vermiyorum. Ortak planlamayı farklı lehçelerle yürütüyorlar diye düşünüyorum. Evet, kamuoyunda pratikte yaşadığımız sorunlar nedeniyle güya aralarında bir görüş ayrılığı varmış gibi bir algı ortaya çıkıyor ama bunun daha çok bir iş kısmından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Sayın Devlet Bahçeli biraz daha kamuoyunda bazı reaksiyonları de kolay tolere edebilecek, bazı bölümlerinde yansısını engelleyecek bir figür olarak olası gelişmelerle ilgili daha ön açıcı bir yerde duruyor. Sözünü buradan kuruyor. Ancak aynı zamanda da iktidarın yaptığı kötü uygulamaları, baskıları, gözaltıları ve kayyım atamalarını da bir yerde geri dönüp onaylıyor. O anlamda aralarında bir görüş ayrımı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü sürecin karakteri de biraz bunu gerektiriyor. Yeni başlayan, adı konulmayan ama devam eden bir gelişme seyri olduğu içinde süreç dediğimiz durum şunu gösteriyor; bir taraftan bazı meseleleri çözmek için bir diyalog kurulurken, bir taraftan baskı da azamî seviyede devam ediyor. Demek ki bu önümüzdeki sürecin temel karakteri böyle olacak. Biraz da taraflar kendi taleplerini kabul ettirmek için özellikle iktidar cenahı, kendi taleplerini kabul ettirmek istedikleri bir seviyede sonuç elde edebilmek için baskı siyasetlerinden çok vazgeçecek gibi gözükmüyor. Devlet Bahçeli ile Erdoğan arasındaki farklılığın, bu iki duruma denk düşen rollerden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. 

AK Parti’nin sürece karşı olduğunu düşünüyor musunuz? 

Toplum büyük bir hasretle bir demokratikleşme bekliyor. Ancak devletin ve iktidarın, haklar, demokratikleşme temelinde bir şeyi konuşmak istemediğini düşünüyorum. Şimdi PKK’yi konuşmak istiyorlar, Kürt problemini konuşmak istemiyorlar.

Kürtler neyi konuşmak istiyor? 

Kürt halkı ve demokratik kamuoyu olarak Kürt meselesini konuşmak istiyoruz. Kürt problemini konuşmalıyız. Onun için iktidarın genel siyasetinin toplumun beklentileriyle birebir örtüşmediğini düşünüyorum. Zati bu da beklenemez. Daha baştan şöyle bir şey hayalcidir; hemen yarın sabah kalkacağız, bir hafta, bir ay içerisinde anayasa da değişecek, devletin pratikteki uygulamaları da değişecek, Kürt kimliği tanınacak, anadil üzerindeki bütün pürüzler kaldırılacak, Kürtlerin yönetime katılmasıyla ilgili sıkıntılarda ortadan kalkacak. Yarın sabah güllük gülistanlık ülkeye uyanacağız. Bu gerçekçi değil. Bunu istiyoruz ancak böyle oturup bir mutabakatla halledilecek bir şey değil. Buraya giden yolu açmak kıymetlidir. Buraya giden yolu adım adım döşemek önemli. Evet, toplum bunu arzuluyor, olması gereken de bu ama bu çözülmediği sürece aslında fiili olarak silah sorunu da çözülmüş olmuyor. Bunu defalarca Türkiye denedi, defalarca silahları devreden çıkaracak yol ve metotlar izlendi. 3-4 yıl silahların hiç kullanılmadığı, devre dışında kaldığı süreçler oldu ama demokratikleşme yolunda adımlar atılmayınca yeniden çatışma yerine geri döndük. Dünyadaki örnekler de böyle. Bu nedenle daha çok tahlili konuşmalıyız. 
 
Son 5 ayda önemli gelişmeler yaşandı. Siz de neredeyse ömrünüz boyunca bu sıkıntıyla hemhal olan bir isimsiniz. Bu süreçte PKK lideri Abdullah Öcalan ile iki ayrı görüşme oldu, mesajları, değerlendirmeleri ve önerileri oldu. Dünden bugüne Abdullah Öcalan’ın demokratik çözüm durumunu ele alacak olursak, nasıl bir noktada duruyor? 

Politik bir aktör olan Sayın Öcalan’dan başka kamuoyuna bu kadar açık olan başka bir aktör görmüyorum. Ne düşünüyorsa bunları yazıya döken, kitap olarak yazan, rapor olarak yayımlayan, konuşma ve röportajlarında söyleyen bir insan. Ne denir, tabir yerinde ise hiç karnından konuşan bir insan değil. Ne varsa, ne düşünüyorsa, nasıl bir gelecek arzuluyorsa, nasıl bir çözüm istiyorsa bunu her zaman kamuoyuyla çok açık, net konuşan, paylaşmaya çaba eden, ağır tecrit şartlarında dahi imkan buldukça görüşlerini paylaşan bir lider. O nedenle toplamına baktığımızda Türkiye kamuoyu da çok yakından biliyor. Bugünlerde yine yapılan röportajları yansımaya başladı. 1993’ten bu yana sıkıntının silah olmadığını, silahların çarçabuk devre dışı bırakılabileceğini, asıl sıkıntının bu coğrafyada yaşayan halkların ve bu halklardan biri olan Kürtlerin de haklarının temin edilmesi, eşit yurttaşlar olarak yaşayabilecekleri, birbirlerinin haklarına, hukuklarına hürmet gösterdikleri bir toplumsal düzen arzuluyor. Bunu söylüyor, bunun için daima politika üretmeye çalışıyor. 

Kesintisiz şekilde demokratik perspektifi var. Bunu, Türkiye kamuoyu da, devleti de yönetenleri de görüyor. Onun için her seferinde devleti yönetenler Sayın Öcalan’ın kapısını çalıyorlar.  Çünkü böyle bir perspektifi var. Geçenlerde devrin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, bir televizyon kanalında sunucu arka geriye olumsuz sorular sorunca ‘1999’da Öcalan yakalandı. Ondan sonra yaptığı açıklamalar var, ‘yeni bir sürece geçmemiz’ lazım diyordu. Demokratik konfederalizmden bahsediyordu. Adamın en tükendiği andaki önerdiği şey. İnsanlar buna inanmaya başladı’ dedi. Onun için daima çözüm odaklıdır. Demokratik çözüm perspektifine sahiptir. Sayın Öcalan sadece Kürtlerin değil tüm halkların kimliklerini, kültürlerini, inançlarını özgürce yaşayabilecekleri eşitlikçi toplum tahayyülünü daima kamuoyuyla paylaşmıştır. Kürt probleminin tahlilini de bu perspektif üzerinden tartışıyor. Şimdi de yine kamuoyuna yansıyan iki görüşmede ki görüşlerinden görüyoruz ki ‘Ben bu işi çözerim’ diyor. ‘Çözülmesi gerekiyor’ diyor ve ‘Demokratik dönüşüm ile çözebiliriz’ diyor.  Bu konuda yapılmayacak bir şeyden bahsetmiyor aslında. Türkiye’de aslında kime sorsan herkes der ki; ‘Demokrasi olsun, barış olsun, haklar kullanılsın.’ Ama zihniyeti böyle değildir çünkü pratiği farklıdır. Geri döner başka şeyler yapar. Ortalama herkesin kabul edebileceği bir perspektiften çözüm üretmeye çalışıyor. O nedenle bu yeni süreçte de çok ön açıcı fikirlerle toplumun tüm farklı kesimlerini çözüm konusunda harekete geçiren, motive eden, yürek veren, sorumluluklarını hatırlatan bir profille karşı karşıyayız. Son 3 görüşmeden ortaya çıkan bu. Herkese diyor ki; ‘Daha iyi yaşamak sizin de hakkınız. Bunu elde etmek için buyurun daima birlikte çalışın, konuşun, iyi bir çözüm üretin’ diyor. Hani, ‘Siz orada kalın ben sizi kurtaracağım’ diyen bir lider profili yok. Toplumu, halkı, tüm toplumsal bölümleri tahlilin bir tarafı, paydaşı yapmak isteyen bir yaklaşım var ortada. 

“Demokratikleşmeye geldiğinde tıkanıklık yaşanıyor”

Bilindiği gibi 2013-2015 yılları arasında tarihi bir dönüm noktası yaşandı. Dolmabahçe Mutabakatı aynı yerde duruyor. Dün bu fırsat kaçırıldı, devlet aklının durduğu nokta itibariyle toplumda temkinli bir hal var. Bu fırsat kaçılırsa ne olur?

Şöyle bir tespit yapabilirim. Devlet denilen yapı, aygıt ve iktidar, aslında bir parça tahlilden korkuyor gibi. Ama diğer yandan gelip artık kapıya dayanmış ve çözülmezse başka kriz alanları yaratabilme potansiyeli de taşıyan bir sorunun çözülmesi gerektiğini düşünüyor. Lakin demokratik tahlili konuşmaktan ürken bir hal var. 2013-2015 sürecine ilişkin çok çeşitli tahliller yapılabilir. Çünkü üzerine ciddiyetle durulması, birçok boyutuyla ele alınması gereken bir süreçti. Ama önemli ayaklarından birisi de şuydu; her şey konuşuluyor ama demokratikleşmeye geldiğinde orada bir tıkanıklık çıkıyor. Demokratikleşmeyi konuşmaktan korkan, bundan imtina eden ya da bunu bir ödünmüş gibi gören bir yaklaşım var. 

“Bu pazarlık değil”

 Bunu biraz daha açar mısınız? 

Türkiye’de yaşayan herkes bilmeli ki demokratikleşme bir taviz değildir. Yani 21’inci yüzyılda insanların elde ettiği toplam bedellerdir ve biz bu kıymetlerden yararlanmak istiyoruz. Şu anda o kadar ilkel bir durumdan bahsediyoruz ki; vatandaşlık haklarını konuşuyoruz, seçme seçilme hakkını, basın hürriyeti, ifade ve düşünce özgürlüğünü, şov ve toplantı yürüyüşlerini, anadil hakkını konuşuyoruz. Bütün bunlar aslında demokratik değişim seyrini izleyen toplumlar açısından geride bırakılmış konular. Biz bunu yakalamaya çalışıyoruz. Oysa dünya yeni haklar üzerinden yeni şeyler konuşuyor. Türkiye gerçekten artık bu geri kalma halini aşmalı. Bu bir pazarlık, taviz, bir al-ver meselesi değil. Bundan ürkmemesi gerekiyor. Şimdi PKK olmazsa biz anadil sıkıntısını konuşamayacak mıyız? Ya da silahlar olmazsa basın özgürlüğünü, seçme seçilme hakkını, kayyım atamalarını konuşmayacak mıyız? Bunlar olması gerekenler, pazarlık konusu değildir. Bunlar asgari demokratik kriterlerdir ve demokratik dünyanın, toplumların büyük ölçüde çözdüğü hususlardır. Türkiye’nin hala bunlarla uğraşması çok büyük bir sorundur. Bu bakış açısının sorunlu olduğunu düşünüyorum. Demokratik haklar konusunda konuşmaktan korkmak, ürkmek, imtina etmek, problem oraya gelince masayı terk etme gibi durumları devlet aklının aşması lazım. Tahminen yüzyıl önce bu bir taviz olarak görülebilirdi ama bugün artık bu bir taviz değil, gündelik hayatın sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi için asgari olması gerekenlerdir. Bu birinci problem…  Kürt sorunu iktidar hesaplarına, üç beş tane oya heba edilebilecek bir sorun değil. Vebali, vicdanı çok ağır. ‘Siyasi rekabeti lütfen Kürt sıkıntısının dışına çıkartın’ diye bir tavır almamız gerekiyor.

“Kendi aralarında rekabet var”

Kürt probleminin tahlilinin Abdullah Öcalan’ın tariflediği siyasi ve hukuki tabana taşınması için neler yapılmalı?  

Herkes ‘Kürt sorunu benimde meselemdir derse’, bulunduğu yerden sorunun ne olduğunu, ne olmadığını, nasıl çözüleceğini kendine dert edinirse, siyasal aktörler de, STÖ’ler de sorumluluk alırsa o zaman sorunu çözebiliriz. Kürt sorunu sadece Kürtlerin sorunu olarak kaldığı sürece çözülemiyor. Ya da Kürt sorunu sadece politikleşmiş ve örgütlü bir Kürt yapısının sorunu olarak kaldığında da çözülemiyor. Çünkü biliyoruz ki; Kürt sorunu Türkiye’deki bütün demokratik hak ve özgürlükleri geriye çeken ve herkesin gündelik hayatını doğrudan ya da dolaylı etkileyen büyük bir sorun. Tahminen Kürtler açısından daha yaygın acılar, travmalar, tutuklamalar, vefatlar olarak bakılabilir. Türkiye’nin batısında biz uzun vakittir toplantılar yapıyoruz, anlamaya çalışıyoruz. Misal oradakiler diyor ki; ‘Savaş bize çok uzak’ oysa savaş onların gündelik hayatının içerisinde bunun farkında değiller. Bugün İstanbul’da kayyım atanabiliyorsa; bu Kürt sorunun İstanbul’a taşınmış halidir. Artık Türkiye’de hiçbir yer Kürt meselesinden uzak bir yerde değil. ‘Kent Uzlaşısı’ bir sorun yapılırsa Türkiye’nin bütün batısı Kürt sorunu alanına dönecek. Çünkü birçok ilde artık Kürt nüfusu, Kürt vilayetlerinden neredeyse daha fazla… Kendi kimliğiyle siyaset yapmak dileğinde olan Kürt halkı batıda ya AKP ile ya CHP ile ya öbürüyle ittifak ederek, yönetime katılmak isteyecek. Bunun yönetime katılması bir sorun olarak görülüyorsa demek ki; Kürt sorunu artık herkesin meselesidir. Türkiye tarihinin en ağır ekonomik krizi yaşanıyor. Bunun en önemli nedeni Kürt sıkıntısında dayatılan çözümsüzlük siyasetidir. Burada çözümsüzlük dayatıldığı için Suriye’nin içine bu kadar müdahil olundu. ‘Kürtler bir otonom bölge kazanırsa bizi de böler’ diyen bir yaklaşımla, bütün gücünü Suriye’nin içişlerine karışmak için harcadı. Herkes sadece mülteciler olarak konuşuyor ama bu daha işin çok az kısmı. 15 yıldır Suriye’de yürüyen bütün bu düzensizliğin lojistiğinden, eğitiminden, donatımından orada siyasi etki yaratmaya, diplomasinin gücünü oraya kullanmaya kadar Türkiye bütün diplomatik, ekonomik, askeri ve istihbarat gücünü orada bir Kürt oluşumunu engellemek için kullandı. Bu çok büyük bir maliyettir. 

“Sorun hepimizin derdi”

Onun için Kürt sorunu dediğimiz sorun öyle sadece Kürt vilayetlerinde yaşayan politikleşmiş bir grup Kürt’ün sorunu değil, bütün bir Türkiye’nin gündelik hayatını etkileyen ve daha iyi yaşamasının engel haline gelen, demokratikleşme konusunda problemlerimizi çözmemizde korku alanı olarak örgütlenen bir hal var. Yıllarca ‘Seçim barajı kaldırılmamalı’ deniliyordu ne oldu? Kürtler barajı aşınca bu kere yüzde 7’ye düşürdüler. Birçok konuda, düşünce özgürlüğü konusunda bu kadar baskı yapılmasının bir nedeni de Kürtler de bundan yararlanır anlayışı. Şov yürüyüş hakkının bu kadar kısıtlanması Kürt sorunu nedeniyle önce Kürtlere uygulandı şimdi Türkiye’nin tamamına uygulanıyor. Yıllardır bu ülkenin çalışanları grev hakkını kullanamıyor. Burada bizim şunu anlatmamız lazım. Bir; Kürt meselesi sadece Kürtlerin meselesi değil, hepimizin problemidir. İki; çözüm de sadece Kürtlerin kederi değil, hepimizin derdidir. Daima birlikte bulunduğumuz yerde kadın çalışmalarında, sendikalarda, hak örgütlerinde, basında, hayatın her alanında Kürt probleminin tahliline dair politika üretmek, sürece dahil olmak, kendimizi tahlilin bir tarafı haline getirmemiz lazım.

Kürtler bu sürece nasıl bakıyor?

Kürtler tarihten büyük dersler çıkarmış bir topluluk. Ben çocukken ‘Kürtler birlik olamadı’ diye konuşulurdu. Gündelik hayatta herkes bunu duymuştur. Kürtlerin artık parçalı bir duruş sergileyeceğini düşünmüyorum. Sayın Öcalan’ın yapacağı çağrıya dair PKK’den, gerisinde duracaklarına dair net açıklamalar var. Çok farklı kısımlarda de bu refleks var. Bir arada hareket edildiğinde bir eksik, hata olsa o zaman düzeltilmesi daha kolay olur. Bunu Kürtler biliyorlar. Tahlili ilerletmek ve demokrasinin önünü açmak için Kürtlerin birlikte hareket edeceklerini düşünüyorum. Kürt sıkıntısında barışçıl, demokratik çözüm tüm Ortadoğu’da tahlilin ve barışın anahtarıdır. 21’inci yüzyılda küresel güçlerin halkları çatıştırma hevesleri varsa; bunu boşa çıkarmak için en önemli konu Kürt-Türk tarihi ittifakını kurmaktır.

Ortadoğu’da da savaş hali derinleşiyor. Tehlikeler var, Bahçeli de bu davetleri yaparken bu tehlikelere dikkat çekmiş ve Türk-Kürt kardeşliğinin önemine vurgu yapmıştı. Abdullah Öcalan da, 7 unsurluk çözüm perspektifinde buna vurgu yaptı. Ortadoğu’nun içine girdiği çıkmazda, Kürt-Türk ittifakı nasıl bir önem taşıyor?

Somut bir durum var. Bu somut durum Suriye’dir. Şam’da bir yönetim kuruluyor ve bütün dünya bu rejimin kapsayıcı olup olmayacağını konuşuyor. Suriye’de herkes ‘Huzurun olabilmesi için kapsayıcı bir yönetim anlayışı olmalı’ diyor. Herkes kapsayıcı olması noktasında hem fikirdir. Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtlerin ve QSD’nin tasfiyesi üzerine bir dayatma olması durumda istikrarın gelmeyeceğini herkes biliyor. Suriye’de 2011’de çatışmalar başladı ve halkı dünyanın dört bir yanına dağılmış bir devletten bahsediyoruz. Görece istikrarlı, eğitim, sağlık, asayişin olduğu bir yapılanma kurulmuş. Bunu yeni kurulan yapı ile buluşturmak, ondan yararlanmak yerine tasfiye dayatılırsa çatışmaların büyümesi ihtimali çok yüksek. Suriye’deki Kürtler, ortak bir gelecek, her zaman birlikte bir ömrü işaret ediyor. Türkiye’nin bunu görmesi lazım. Türkiye’nin çatışmalardan kaçınmak için iki tarafı da dinlemesi gerek. İsrail bölgede yayılıyor. Gazze’nin boşaltılmasından bahsediliyor. Savaşın İran’a sıçraması konuşuluyor. Potansiyel bir çatışma riski var. Ortadoğu hem küresel hem de yerel aktörlerin eliyle her an savaşların olabileceği bir coğrafya. Herkes burayı karıştırmak istiyor. Dört ülkenin sınırları içinde yaşayan Kürtlerle barışmayı esas alan politik bir perspektif, bölgedeki barışın harcı anlamına gelecektir. Kürt sıkıntısında barışçıl, demokratik çözüm tüm Ortadoğu’da tahlilin ve barışın anahtarıdır. Bu anahtarın doğru kullanılması gerek. Kürtlerin büyük bir nüfusu Türkiye’de yaşıyor. Türkiye’deki Kürtlerin Irak ve Suriye’deki Kürtlerle akrabalık ve önemli ilgileri var. 21’inci yüzyılda küresel güçlerin halkları birbiri ile çatıştırma hevesleri varsa bunu boşa çıkarmak için en önemli konu Kürt-Türk tarihi ittifakını kurmaktır. 

CHP’ye çağrı 

Tüm bunlarla birlikte CHP özelinde muhalefete dönük baskılar arttı. İmralı Heyeti’nin ziyaretlerinde olumlu açıklamalar geldi ancak sonrasında gündemine almayan bir durum söz konusu. Tam da bu süreçte muhalefete nasıl bir görev ve sorumluluk düşüyor?

Geçen ‘çözüm süreci’nde muhalefet partileri topyekun sürece karşı çıktılar. Bugün MHP’nin iktidar ortağı olması ve bu sürecin içinde olması önemli olan bir pürüzün aşılmasına fırsat sunuyor. Ana muhalefet partisi CHP, kendini Türkiye’nin kurucu partisi olarak tanıtıyor ve büyük bir bölüme hitap ediyor. CHP’nin de bu süreçte yapan bir rol alması, çözüm için politika üretmesi gerekiyor. Bir siyasi rekabet var ama Kürt sorunu gibi vebali büyük bir problemde bu rekabet bir yana bırakılmalı. Şöyle düşünülmeli; daha fazla çözümsüzlük üzerine rekabet etmek yerine çözüm üzerine rekabete girilmeli.  Muhalefet partileri her zaman iktidara karşı ‘Onlar samimi değil, daha öncede bunu yaptılar, yine birebirini yapacaklar’ diyorlar. Velev ki; bunlar doğru o zaman muhalefet partilerinin çıkıp, ‘Bunun için eksik görüyoruz. Kürt sorunun tahlilinin toplumsal olarak benimsenip, desteklenmesi için bende buradayım’ demesi gerek. Muhalefet partilerinin bu sürece yapan bir şekilde dahil olması son derece önemli. 

CHP’den bazı önemli açıklamalar geldi. Sadece açıklamalar yeterli mi? CHP nasıl bir durum almalı? 

Kürt sorunu gibi büyük, devasa, katmanlı, tarihî ve duygusal yükü ağır olan bir problem de ancak kapsayıcı bir yaklaşımla çözüm üretebiliriz. Bu nedenle siyasi partilerin bilgilendirilmesi, sürece dair onlardan da görüş istenmesi kıymetliydi. Bunun sürdürülmesi gerek. Güncel sıkıntılar bunun önüne geçmemeli. Son derece zor günler yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Baskı var, otoriter bir yönetim var, her gün birileri gözaltına alınıp, tutuklanıyor. Kayyımlar atanıyor. CHP için büyük bir sorun ve mücadele alanına dönüştü. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı’na siyasi yasak mı gelecek? CHP, bunun önüne nasıl geçebiliriz diye politika yapmaya çalışıyor. Bir siyasi parti olarak CHP’nin öncelemesi gereken kendi gündemleri ama bunu yaparken; Kürt meselesinde müspet, aktif bir aktör olmaktan imtina etmek, bunu gündeminden çıkarmak durumuna düşmemeli. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, başlangıçta önemli birkaç söz söyledi. Bu kelamların altı doldurulmalı. Özgür Özel, ‘Kürtler, sıkıntım vardır dediği sürece benim içinde Kürt sorunu vardır’ demişti. Bu çok kıymetlidir. Bu ‘Kürtleri dinleyeceğim, ne sorunlarını olduğunu onlar bana anlatacak’ demektir. Özgür Özel, ‘Eşitlik temelinde sorunu çözeceğiz’ demişti. Eşit yurttaşlık tartışmalarını başlatabilir, bu son derece önemli. Bunun altını dolduran çalışmalar yapılmalı. CHP,  ‘Türkiye’de ayrımcılık ve eşitlik sorunu’ gibi eşitsizlikler üzerine çalıştaylar yapabilir. Bütün muhalefet partilerinin bu konuda politika üretirken, geri dönüp kendi toplumsal tabanlarını dönüştürmeleri gerek. Toplumsal tabanlar şuana kadar kutuplaşma üzerine şekillendi. Kürt sorunu silah problemine indirgendi. Türkiye’de ortalama sorsan ‘Kürt sorunu nedir’ diye ‘Silahlardır’ denir. Oysa biz biliyoruz ki; Kürt sorunu o değil, ondan ibaret değil. Kürt sorunu bu ülkenin yurttaşlarının yurttaşlık haklarını dahi kullanamamaları sıkıntısıdır. Bunları konuşmalıyız. O nedenle muhalefetin çok büyük bir sorumluluk altında olduğunu ifade etmek istiyorum. 

Çatışma ve savaşlarda en çok kadınlar bedel ödüyor. Kürt sıkıntısının tahlilsiz bırakılması konusunda kadınlar hem büyük bir bedel ödedi hem de Kürt sorunun tahlili için yıllardır mücadele ediyor. Kürt sorunun tahlili kadınlar açısından ne anlama geliyor? Kadınlar bu sürecin neresinde? 

 22-23 Şubat’ta İstanbul’da ‘Kadın Barış Çalıştay’ı toplanacak ve kadınlar iki gün boyunca bu süreci tartışacaklar. Bu süreçte kadınlar olmadan kalıcı bir barışı doğru temellerde inşa etmenin mümkün olmadığı şuuruyla bir kadın inisiyatifi açığa çıkacak diye düşünüyorum.
 
Kadınlar aslında bu mevzuyu çok daha erken konuşmaya başladı. Erkekler tahminen Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de ki el sıkışma jesti ve sonrasındaki açıklamaları vesilesiyle açılan yoldan ilerleyerek, konuşmaya başladılar ama kadınlar daha uzun vakittir bu mevzuyu konuşuyorlar. Aslında Türkiye’de kadınların ‘ortak barış mücadelesi’ konusunda oldukça de bir birikimi ve tecrübesi var. Uzunca bir vakittir kadınlar bunları konuşuyor. Geçmiş tecrübelerini yeniden hatırlamak, günümüzün şartlarına ilişkin neler yapabiliriz problemini uzun uzun tartışıyorlar. İzmir, Mersin, İstanbul’da, Ankara’da, Amed’de kadın buluşmaları yapıldı. Hatta bir grup feminist kadın Colemêrg’e kadar gitmiş ve bir arada ne yapabiliriz diye tartışmalar yürütmüştü. Tüm bunlarda şöyle bir kadın iradesi ortaya çıktı. Biz bunu böyle farklı farklı toplantılarda konuştuk, fikir üretmeye çalıştık ama daima bir arada bir araya gelelim, bu mevzuyu tartışıp buradan kadınların barış konusunda politika üretecekleri ve bunu barışın inşa sürecinde adım adım uygulayabilecekleri, barış talebini toplumsallaştırabilecekleri bir çalışmayı ‘nasıl örgütleriz’ diye birlikte tartışma kararı aldılar. 22-23 Şubat günlerinde İstanbul’da ‘Kadın Barış Çalıştay’ı toplanıyor. Kadınlar 2 gün boyunca bu süreci tartışacaklar ve bu süreçte kadınlar olmadan kalıcı bir barışı doğru temellerde inşa etmenin mümkün olmadığı şuuruyla bir kadın inisiyatifi açığa çıkacak diye düşünüyorum. 

Geçen 10 yıllık süre içerisinde toplumun çok farklı kısımları ağır baskılar altında kaldı. Kadınlarda bu baskı dalgasından oldukça nasiplerini aldılar. Kadın siyasetçiler tutuklandı, kadın kurumları kapatıldı, kadın kurumlarına yönelik soruşturmalar açıldı, kadın eylem ve aktiflikleri yasaklandı, İstanbul Sözleşmesi’nden imza geri çekildi. Kadınların bazı kazanılmış haklarına yönelik atılımlar yapıldı. Kadına yönelik şiddet arttı, kadın cinayetleri daha yabanî ve travmatik şekilde artmaya başladı. Kadınların toplumsal hayata katılmaya yönelik pürüzler çoğaltılmaya çalışılıyor. Kadını sadece aile içine sıkıştırmaya çalışan iktidar yaklaşımı var. Yine kadının ekonomik hayata katılması daha da zorlaşıyor. İnanılmaz sorun alanlarımız var. Bunları tek tek konuştuğumuzda; ‘Biz biliyoruz aslında kadına yönelik şiddetin, ayrımcılığın, kadın yoksulluğunun bu kadar derinleşmesini bir şekilde doğrudan yada dolaylı olarak etkileyen bir Kürt sorunu var. Bir savaş siyasetleri sorunu var. Biz onun için savaşa karşı barışı, ölüme karşı ömrü, baskı ve otoriteye karşı da özgürlükleri ve demokratikleşmeyi savunuyoruz’ dediler. Bunun için kadınlar açısından politik perspektif olarak Kürt meselesinin tahlili, demokratik dönüşüm ve barış meselesi ilkesel bir mücadele konusu halinde ve ben kadınların güçlü bir çıkış yapacağına inanıyorum.

 

Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa Haber – Bursa Gündem – Bursa Gündem Haber – Bursa Haberleri – Bursa Son Dakika 

Bizi İnstagram’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi X’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr

Bizi Facebook’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Youtube’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Linkedin’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber 

YORUMLAR

s


En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Dervişoğlu’ndan TÜSİAD Çıkışı: Yanlışı Konuşmak Değil, Geç Kalmaktır

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.