DOLAR

34,9035$% 0.09

EURO

36,7591% 0.33

GRAM ALTIN

3.008,59%-1,22

ÇEYREK ALTIN

4.927,00%-0,74

TAM ALTIN

19.709,00%-0,73

ONS

2.684,47%-1,19

BİST100

10.058,63%0,00

İmsak Vakti a 06:39
Bursa HAFİF YAĞMUR
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
SON DAKİKA

DOLAR 34,9035

EURO 36,7591

ALTIN 3.008,59

BİST 100 10.058,63

İmsak 06:39

Hayatta Kalmaktan Çiçek Açmaya: Rebloom Şenliği ve İstanbul’daki Göçmen Sanatkarların Tecrübeleri

ad826x90

Gülay Uğur Göksel

İstanbul, milyonlarca insanın bir arada yaşadığı, çok kültürlü yapısıyla her köşesinde yaratıcı ruhu hissettiren, öykülerle örülü büyüleyici bir şehir. Bu öyküler arasında, sanatsal sözleriyle yeni bir aidiyet duygusu inşa etmeye çalışan ve görünmez önyargılarla, sistemsel pürüzlerle cesurca mücadele eden göçmen sanatkarların anlatıları da bulunuyor. Bu bağlamda, 5-7 Aralık 2024 tarihlerinde İstanbul Postane’de düzenlenen Rebloom Şenliği, sanat ve göç olgularının kesişiminde yer alan bireylerin kıssalarını paylaşabilecekleri yaratıcı bir potansiyel alan sunan bir etkinlik olarak öne çıktı.

GAR (Göç Araştırmaları Derneği), HUBBAN, Urban.koop ve Interalia’nın iş birliğiyle gerçekleştirilen şenlik, dünyanın farklı yerlerinden İstanbul’a göç eden 14 sanatçıyı bir araya getirdi. Birlikte yaşam ve dayanışma olgularını bu biçim tecrübeler aracılığıyla anlamaya çalışan bir akademisyen olarak, Rebloom Festivali’nin eş koordinatörlüğünü üstlenme talihini yakaladım.

Festivalin amacı, göçmen sanatkarların öykülerini özgürce paylaşabilecekleri, izleyicilerle bağ kurabilecekleri ve aidiyet hislerini yeşertebilecekleri bir alan yaratmaktı. Şenlikte, sanat eserleri, kişisel objeler ve bu nesnelerin kıssalarını içeren stantların yanı sıra konserler, canlı performanslar, film gösterimleri ve göçmen sanatkarların İstanbul’daki tecrübelerine odaklanan bir yuvarlak masa toplantısı düzenlendi.

Festivalin “Hayatta kalmaktan çiçek açmaya: İstanbul’daki Göçmen Sanatkarların Deneyimleri” başlıklı yuvarlak masa toplantısı, Türkiye, Nijerya, Pakistan, Ukrayna, Afganistan, Suriye, Filistin ve Lübnan’dan sanatkarlara, ilham veren öykülerini paylaşabilecekleri anlamlı bir platform sağladı. Sanatkarların umut ve hayal kırıklıkları ile dolu tecrübeleri, İstanbul’da daha kapsayıcı ve eşitlikçi bir sanat ortamına duyulan acil ihtiyacı vurgular nitelikteydi. Bu yazıda bu toplantıda konuşulan sorunlar ve önerilen tahlillerden bahsetmek istiyorum.

Zıtlıklar şehri: Yasal maniler ve aidiyet özlemi

İstanbul göçmen sanatkarlar için hem ilham verici hem de karmaşık ve çok katmanlı zorluklar barındıran dinamik bir şehir. Zengin sanatsal geçmişiyle yaratıcı bir ortam sağlayan bu şehirde yasal düzenlemeler özellikle geçici koruma statüsündeki bireyler için çeşitli zorluklar yaratıyor. Bu statüdeki göçmenler, kayıtlı oldukları şehirde kalmaya zorlanırken, bu durum sadece İstanbul’un kültürel çeşitliliğini keşfetme imkanlarını değil, aynı zamanda burada kök salma ve kalıcı bir yaşam kurma fırsatlarını da sınırlıyor.

Bir sanatçı bu durumu şöyle dile getirdi: “İstanbul çok güzel, ama aynı zamanda bir hapishane gibi hissettiriyor” Bir diğeri ise, “Şehrin diğer bölgelerini bile keşfedemezken, kendimi nasıl buranın bir parçası hissedebilirim?” diyerek benzer bir tasayı ifade etti. Bu tür hareket kısıtlamaları, bireylerin yaratıcılıklarını sonlandırırken, toplumla daha derin bağlar kurma potansiyelini de olumsuz etkiliyor.

Dil bariyerleri de bu izolasyonu derinleştirebiliyor. Türkçe öğrenme imkânlarının sonluluğu, göçmenlerin topluma daha etkin şekilde katılmalarını güçleştiriyor. Örneğin, bir sanatçı, Türkçe öğrenmek için yeterli destek bulamadığını ve bunun iletişim kurma eforlarını kısıtladığını belirtti. Buna ek olarak, sağlam bir destek ağına erişim eksikliği ve yasal statülerin meçhullüğü, bireylerin geleceğe dair güven duygusu geliştirmesini zorlaştırıyor.

Yanlış bilgilendirme ise bu sıkıntıları daha da pekiştiriyor. Göçmenlerin devlet kaynaklarını haksız yere kullandığına dair yanlış algılar, toplumda empatiyi zayıflatıp ayrışmayı teşvik ediyor. Bir sanatçının sözleri bu durumu özetler nitelikteydi: “İnsanlar, her şeyin bize bedava sunulduğunu sanıyor. Ama temel gereksinimlerimiz için nasıl mücadele ettiğimizi bilmiyorlar”


Fotoğraf: Besim Can Zırh

Etkileşim olmadan uyum sağlamak

Göçmenlerin toplumsal ahengine yönelik uğraşlar genellikle beklenen sonuçları veremiyor. Bir sanatçı, hükümetin düzenlediği bir sosyal uyum dersinde deneyimlediklerini şöyle anlattı: İştirakçiler büyük ve resmi bir salonda otururken, onlara Türk geleneklerini anlatan bir sunum görüntüsü izletilmiş ancak etkileşim veya diyalog fırsatı sunulmamış. “Bize Türklerin otobüslerde yüksek sesten hoşlanmadığını söylediler ama bu dersi alırken bile sorularımıza cevap verecek ya da öykülerimizi dinleyecek kimse yoktu, yalnızdık”

Bu tür üstten aşağıya bir yaklaşım, kapsayıcılığı artırmaktan çok, genellikle yalnızlık hissini güçlendiriyor. Gerçek bir sosyal uyum ise, kültürlerin öğretilecek birer obje gibi değil, eşitler olarak bir araya gelinebilecek anlamlı etkileşim alanlarını gerektiriyor.

Sosyal görünmezlik ve önyargıların ortaya çıkışı

Göçmen sanatkarların yaşadığı zorluklar, sadece yasal maniler ve yanlış bilgilendirmeyle sınırlı kalmayıp, sosyal görünmezlik ve köklü önyargılara kadar uzanıyor. Yuvarlak masa tartışmasında, Türkiyelilerin göçmenler hakkında güya orada değillermiş gibi üçüncü şahıs olarak konuşmaları sıkça dile getirilen bir sorun oldu. Bu tür ifadeler, göçmenlerin yabancı olarak algılanmasını pekiştiriyor.

Bir İranlı sanatçı, İstanbul’dan Hatay’a yaptığı bir otobüs seyahatini anlatarak önyargıların günlük yaşantıda nasıl hissedildiğine dikkat çekti. Sıkışık bir minibüse yönlendirilen sanatçı, yer yokluğunu protesto etmiş, ancak güvenli olmayan şartlarda oturmaya zorlanmış.

Yolculuk başladığında, yolcular onun Türkçe konuşabildiğini bildikleri halde, “Neden ülkelerine geri dönmüyorlar?” gibi cümlelerle göçmenleri açıkça eleştiren sözler söylemeye başlamışlar. Bu sözler sanatkarın canını yakmış ama o, yorumlar dayanılmaz hale gelene kadar sessiz kalmış.
Sonra, yüreğini toplayarak, geçmişte geçirdiği bir kazanın travması nedeniyle sıkışık alanda oturmaya isteksiz olduğunu açıklamış.

Çok daha sonra, İranlı olduğunu öğrenen bir yolcunun ses tonu yumuşamış ve “Biz sizi Suriyeli sanıyorduk,” demiş. Bu durum sanatkarın kendisini daha kötü hissetmesine neden olmuş. Toplantıda bu öyküyü, hem sosyal görünmezliğe dikkat çekmek hem de toplumsal önyargının milliyete göre nasıl değişiklik gösterdiğini vurgulamak için anlattığını belirtti. Bu hikâye, günlük hayatta karşılaşılan küçük gibi görünen olayların bile ne kadar derin etkiler bırakabileceğini ve göçmenlerin daha onurlu bir şekilde muamele görmesi gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor.

Görünenin ötesinde: Psikolojik zorluklar ve duygusal dayanıklılık

Sanatsal ifade hislerle derinden iç içedir, ancak yerinden edilmenin psikolojik bedeli birden fazla zaman bu sesleri susturur. Toplantı da sanatkarlar, günlük hayatlarına nüfuz eden geçicilik ve güvensizlik hislerini anlattılar. Bir müzisyen, bir zamanlar teselli kaynağı olan müzik yazma hünerini kaybettiğinden açıkça bahsetti. “Artık ne hissettiğimi bilmiyorum” dedi. “Üzgünüm ama başımı sokacak bir konutum var. Mutlu değilim ama tehlikede de değilim. Hislerimin ismini bile koyamazken nasıl müzik yazabilirim?”

Bir başka görsel sanatçı, İstanbul’daki ömrünün belirsizliğinin yaratıcı ve duygusal sürecini nasıl derinden etkilediğini paylaştı. “Yere değmeyen köklerin fotoğrafını yapmaya devam ediyorum,” dedi. “Gökyüzüne ulaşmayan dallar, havada süzülüyor gibi görünen yapraklar. Güya fotoğraflarım hayatımı yansıtıyor – her zaman asılı, yere inemeyen”. Çalışmaları, birçok göçmenin yaşadığı geçici durumun bir metaforu, istikrar ve aidiyet bulma uğraşının dokunaklı bir yorumu haline gelmiş. Sosyal dışlanmanın şiddetlendirdiği bu duygusal felç, göçmen tecrübesine göre uyarlanmış ruh sağlığı takviyesinin ehemmiyetinin altını çiziyor. Bu travma katmanları ele alınmadan birlikte yaşama giden köprü tamamlanmamış olacak.


Fotoğraf: Besim Can Zırh

Sanatın dönüştürücü gücü: Kültürel ayrılıklar arasında köprü kurmak

Bu zorlukların ortasında sanat bir can simidi olarak ortaya çıkıyor. Göçmen sanatkarlar sanatlarını sadece kendilerini ifade etmek için değil, aynı zamanda anlayış ve empatiyi teşvik etmek için de bir araç olarak kullanıyorlar. En ilham verici örneklerden biri, sanatkarlarının muvaffakiyetlerini kutlamak için bir ödül töreni düzenleyen İstanbul’daki Nijerya toplumundan geldi. Derin bir kolektif gurur hissinden doğan bu taban girişimi, dayanışma ağlarının aidiyet alanları yaratma potansiyelinin altını çizdi.

Ancak sanatkarlar bu uğraşların sadece kendi omuzlarına yüklenemeyeceğini vurguladılar. Daha geniş bir toplumsal iştirake ihtiyaç var. Sanatkarlar, sanatları aracılığıyla Türkiyeli izleyicilerle bağlantı kurmak için derin bir arzu duyduklarını ifade ettiler. Ancak, performanslarının çoğunlukla yabancı izleyicilerin ilgisini çektiğini görüyorlar; bu da kültürel uçurumlar arasında köprü kurmanın ve yeni evlerinde sanatsal sesleri için bir alan yaratmanın süregelen zorluğunun altını çiziyor.

Başka bir sanatçı bu durumun, genç Türk nesillerinin kültürel köklerinden kopukluk algısı ve Avrupa ülkülerine daha yakın olma dileği ile ilgili olabileceğinin altını çizdi. Bu iç uğraşın, Batılı olmayan ülkelerden gelenlerin kültürel ifadelerini kucaklamaya karşı bir dirence katkıda bulunabileceği ise önemli bir şekilde düşünülmeli.

Aidiyet yerleri yaratmak: Önerileri aksiyona dönüştürmek

Rebloom Şenliği’ndeki yuvarlak masa toplantısında, dayanışmayı teşvik etmek ve göçmen ve yerel sanatkarlar için kapsayıcı alanlar yaratmak amacıyla fikirlerin paylaşıldığı bir platform da sağladı. İştirakçiler birbiriyle kontaklı sanatsal toplulukların önemine vurgu yaptı. Göçmen ve Türk sanatçıların iş birliği yapabileceği, kaynaklara erişebileceği ve çalışmalarını sergileyebileceği çevrimiçi bir platform önerdiler.

Toplumun her kesitinden izleyicileri çekmek için farklı gelenekleri harmanlayan yerel şenliklerin düzenlenmesi gerektiğini belirttiler. Ayrıca, kozmik yaratma eylemi aracılığıyla dil mahzurlarını aşan sanat atölyelerinin faydalı olacağını ifade ettiler.
Bunlar soyut hayaller değil, İstanbul ve çevresinde şekillenmeye başlayan uygulanabilir teşebbüsler. Yerel yönetimler, taban hareketleri ve göçmenlerin öncülük ettiği kuruluşlar, bu tür projelerin sanatsal görüntüyü dönüştürme ve anlamlı temasları teşvik etme potansiyelini iyi örnekler olarak ortaya koyuyor.

Örneğin, İstanbul’un Kadıköy ilçesinin kalbindeki mütevazı bir bodrum katında faaliyet gösteren, göçmenlerin öncülük ettiği bir sanat kolektifi bunun en parlak örneklerinden biri. Ağırlıklı olarak Suriyeli, Filistinli ve Türk sanatkarlardan oluşan kolektif, kültürel alışveriş için canlı bir merkez haline geldi. Kurumsal dayanaktan mahrum olan grup, projelerini kendi finanse ediyor ve yerini küçük stantlar, şiir okumaları ve müzik performansları için açıyor. Stüdyo aynı zamanda sanatkarların kimliklerini ve tecrübelerini özgürce ifade edebildikleri bir sığınak fonksiyonu görüyor ve çalışmalarında genellikle yerinden edilme, umut ve dayanıklılık anlatıları üzerinde duruyor.


Fotoğraf: Besim Can Zırh

İyi örneklerden söz edilirken, yerel idarelerin rolünün ve sağladıkları katkıların ehemmiyeti vurgulandı. Ankara’daki Altındağ Belediyesi ve İstanbul’daki Sultanbeyli Belediyesi’nin sanatsal programlarından bahsedildi. İlçelerindeki artan göçmen nüfusunu fark eden belediyeler, göçmenler ve Türkiyeli sakinleri arasında birlikte yaşam pratiklerini arttırmak amacıyla kurdukları dernekler bünyesinde ortak duvar boyama projeleri de dahil olmak üzere bir dizi kültürel atölye düzenlediğinden bahsedildi.

Bu örnekler dayanışma ağlarının büyük potansiyelini göstermekle birlikte, daha fazla dayanağa duyulan muhtaçlığın da altını çizmektedir. Belediyelerin, kültürel kuruluşların ve STK’ların finansman, lojistik destek ve daha geniş platformlara erişim sağlayarak bu uğraşları güçlendirmesi ve genişletmesi gerekmektedir. Tabandan gelen ve göçmenlerin öncülük ettiği teşebbüsler, özgünlüklerini ve topluluk odaklarını korurken etkilerini ölçeklendirmek için tanınmaya ve kaynaklara ihtiyaç duymaktadır.

Kapsayıcı sanatsal ağlar oluşturmak sadece bölünmeler arasında köprü kurmakla değil, ortak bir gelecek inşa etmekle de ilişkilidir. Göçmen ve yerel sanatkarların, ister yeraltında ister şehir içinde olsun, işbirliği yapabilecekleri alanları destekleyerek ve bu alanlara yatırım yaparak, çeşitliliği en büyük gücü olarak kutlayan canlı bir kültürel ekosistemi teşvik edebiliriz.

Hayatta kalmaktan çiçek açmaya: Kapsayıcılığı yeniden hayal etmek

Birçok göçmen sanatçı için İstanbul, gelişmekten çok hayatta kalmanın şehri. Yine de Rebloom Şenliği’nde paylaşılan öyküler, alttan alta bir umut akımı olduğunu ortaya koyuyor. İster bir aydınlanma anında bestelenen bir müzik, ister ümitsizliğe meydan okuyan bir duvar resmi, isterse de farklı toplulukları bir araya getiren ortak bir proje olsun, sanat ileriye doğru bir yol sunuyor.

Kapsayıcılığa giden yolun zorlukları yok değil. Ayrımcılığı sürdüren görünmez duvarları yıkmayı, bölünmeyi körükleyen yanlış bilgileri ele almayı ve İstanbul’u evi olarak görenlerin psikolojik refahına yatırım yapmayı gerektiriyor. Hepsinden kıymetlisi, birbirimizin içindeki insanlığı tanımaya yönelik kolektif bir kararlılık gerektiriyor.

Yuvarlak masa toplantısını dolduran sesler üzerine düşündüğümde, bu seslerin dayanıklılığı beni çok etkiledi. Büyük pürüzler karşısında bu sanatkarlar yaratmaya, hayal kurmaya ve daha önce hiç olmayan yerlerde köprüler inşa etmeye devam ediyorlar. Onların öyküleri bize toplumlarımızı dönüştürme gücünün büyük jestlerde değil, bizi birbirimize yaklaştıran küçük, istikrarlı dayanışma aksiyonlarında yattığını hatırlatıyor.

Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa Haber – Bursa Gündem – Bursa Gündem Haber – Bursa Haberleri – Bursa Son Dakika 

Bizi İnstagram’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi X’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr

Bizi Facebook’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Youtube’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Linkedin’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber 

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Altın Sarısı, Çıtır Çıtır Börek Yapmanın 7 Püf Noktası!

HIZLI YORUM YAP