32,7069$% 0.18
35,1040€% 0.01
2.444,16%-0,13
3.985,00%-0,39
15.965,00%-0,41
2.324,03%-0,32
10.385,31%0,41
Bir anne iki bin yüz doksan gündür adaletin peşinde. Kelamım ona adaletin tahsis edildiği, ismine saray dedikleri bir binanın önünde adaletin yerini bulmasını bekliyor. Bir anne iki bin yüz doksan gündür haksızlığa ve o haksızlığın öznesi olanlara karşı tek bir adım geri atmadı. Bir anne adaletin yerine gelmesi umuduyla direniyor. Bir anne direniyor, kelamını sakınmıyor, bir kale gibi duruyor. Haklı oluşun verdiği dirençle, yüreği yanan bir annenin iki bin yüz doksan gündür ellerini gökyüzüne kaldırıp yapılanların hesabının sorulması istiyor. Bir annenin iki bin yüz doksan gündür yüreği yanıyor. Bir anne tüm akınlara rağmen çelik gibi duruşuyla gayretin inceliklerini ve gücünün nelere kadir olacağını gösterdi, gösteriyor. Bir anne iki bin yüz doksan gündür tüm heybetiyle, hamasetiyle, direnmenin verdiği umudu işliyor, hakkın ve hukukun gücünü hatırlatıyor. Bir anne iki bin yüz doksan gündür ne yağmur ne fırtına ne de Urfa sıcaklarını tanıdı… Bir anne iki bin yüz doksan gündür vicdan ve ahlak sahibi insanların yüreğinde bir sembole dönüştü. Bir anne iki bin yüz doksan gündür sesini dünya âleme duyurdu, lakin önünde durduğu Adalet Bakanlığı duymadı, duymak istemedi. İktidarın zalim aparatlarına dönüşen mahkeme salonları göklere yükselen annenin sesine karşı sağır ve kör rolüne büründü. Bir anne iki bin yüz doksan gündür sesiyle, ağıtlarıyla gökleri salladı, sokaklarda, meydanlarda acılı ve yaralı sesi yankılandı. Bir anne çıplak elleriyle molozlar arasında adalet aradı.
O anne çıplak elleriyle herkesin gözleri önünde molozların altında adaleti arayışı bize Diyojen’i hatırlattı, yirmi birinci yüzyılın adalet arayan Diyojeni oldu. Bir anne zalimlere ve baskıcı iktidara kaygı oldu. Bir annenin hareketleriyle vicdanın ve adaletin sembolüne dönüşünü izledik, anneyi sembolleştiren zalimler, Picasso’nun “Guernica”sını hatırlatıyor. İspanyol generali Franco, Nazi Almanya’sı ve İtalyan hava kuvvetlerinin yeni uçaklarını denemeleri için İspanya’nın Guernica kasabasının bombalanmasından sonra insanlığın hafızasında canlı tutmayı başardı. Emine Şenyaşar’da sesiyle, hamasetiyle, ağıtlarıyla zalimlere ve despotlara karşı bir tablo bıraktı ülkenin ve dünyanın hafızasına. Bir anne uğraşıyla, direnişiyle şevk, güç ve yürek verdi sesi çıkmayan, sinen ve korkanlara. Nasıl ki tarih yapılan barbar saldırıyı not düştüyse, Emine annenin direnişi de altın harflerle nakşedildi.
14 Haziran 2018 yılında Suruç’ta bir katliam yaşandı. İşçi, esnaf bir aile her günkü gibi kentin merkezinde olan dükkânını açtı. Öğlenden sonra kalabalık bir grup ilçenin çarşısına girdi. Bu kalabalık grup yaklaşan seçimler için alandaydı. Şenyaşarların bulunduğu dükkâna giren kalabalık grubu sıcak ve güzel karşılamadı. Kümenin başında AKP milletvekili İbrahim Halil Yıldız vardı. Kabalığın birçok da zati akrabalarından oluşuyordu. Soğuk ve güzel karşılanmayan grup ve Şenyaşarlar arasında tartışma meydana geldi. Bu tartışma daha sonra yerini kanlı ve acımazsız bir taarruzla son bulacak ve anne Emine Şenyaşar ve oğlu Ferit Şenyaşar Urfa adliyesi önünde tarihi bir direnişi başlatacaktı. Dalga dalga yayılacak ve ülkenin direniş tarihinde hatırlanacak, örnek gösterilecekti. Eylem hala devam ediyor, Ankara’da Adalet Bakanlığı’nın önünde.
Emine anne cezaevinde tutulan oğlunun bırakılması koşuluyla aksiyonunu sonlandıracağını ve evine döneceğini beyan ediyor. İki bin yüz doksan gündür adaletin ve onun temsilcilerinin kendisine cevap olmasını bekliyor. Yıldız ve akrabaları barbarca bir saldırı ile Şenyaşar ailesinin üç ferdini katlettiler. Katliamın ayrıntılarını hepimiz biliyoruz, hastanede oksijen tüpüyle sedye üstünde yaralı bir şekilde öldürüldüler. Düşman hukukunun bile ayaklar altına aldığını atağın sonucunda Hacı Esvet Şenyaşar (66), oğulları Adil (25) ve Celal Şenyaşar (45) öldürüldü. Ölüm her türlü zordur ve kabullenmesi kolay değildir. Şenyaşar’ların ölümü sıradan bir ölüm değildi ve bize ülkenin nerede olduğunu, tek adam rejiminin sonuçlarını da veriyor. İktidara sırtını yaslamış Kürdistan’da istediği gibi at koşturmalarına müsaade edilmiş sistemin sonuçlarıydı. Problem ezen ve ezilendi. İktidar olanla ve ona direnenlerin arasında gerçekleşen bir yaklaşımla okumak gerek. Birileri sırtını güce dayayıp tüm üniversal hukuk normlarını hiç sayan ve iktidar eliyle oluşturulmuş bir sistem diğer tarafta kimliğiyle, emeğiyle var olan Kürt bir aile. Ülkenin kısacık tarihi bize her şeyi tane tane anlatıyor.
İktidar ve onu buralara kadar getiren sistem adım adım ezilen halkın arasına kaosu, düşmanlığı, fitne ve fesatlığı derinleştirmek ve düşmanlığın filizlenmesi ismine baya bir yaratıcı olduğu kesin. Kendi bekası için isteyerek, arzu ederek, umut ederek, canla başla çalışarak bunu daima şimdiki tutmayı başarıyor. Tabi haliyle bu tuzağa düşen, tuzağın yaratımında emeği geçenlerle birlikte daima tekrarlanıyor. Kürdistan’ın her hangi bir köyüne gittiğinizde, mahallesine vardığınızda, meydanında dolaştığınızda gizli ve yaratılmış düşmanlığı görmememiniz içten bile değil. Birliğini sağlamış bir toplum ve topluluk, bir halk, bir köy yahut bir mahallenin özgürlüğün anahtarının ellerinde olduğunu görecekler. Sömürge hukukunun nasıl işlediğini görmek ve hissetmek için rastgele bir adliye binasının içine girip çok basit sıradan bir davayı izlemeniz işletilen hukuku görmenize çok yardımcı olacaktır. Şenyaşar ailesinin mahkemelerde yaşadığı budur.
Yıllarca, durmadan soluklanmadan bizi kendimize düşman etmek için her yolu deneyen iktidarların ve kurucu öğelerin yapmadığı kalmadı. Saldırı ve imha varsa direniş kaçılmaz olduğunu iyi bilen düşmanlık üzerine inşa edilmiş sistem: tüm araçları ve aparatları ile hiçleştirmek için durmadan saldırdı. Çeşit çeşitti bu saldırılar. Öldürmek, yok etmek, sürgün etmek, toprağından koparmak, okullarda ruh ve aklı etmek. Yetmedi görsel ve yazılı araçlarla da bizi kendimize düşman etmek için çok çabaladılar; dizeler, filmler çektiler. Yetmedi roman ve hikaye kurgularına materyal edildik. Kürt halkının dizilerde, sinemalarda, romanlarda nasıl gösterildiği/temsil edildiği hepimizi çok iyi biliyoruz. Bizi kendimize düşman etmek için, derken bundandı kastımız. Yıllarca süren bu teşebbüslere karşı kalabalığın için bir ses yükseldi, ret etti! Kürt anaları ses yükseltti. Sesini yükselten ve bu kirli sisteme hayır, diyen o anaların evlatları üzerimize dökülen ölü toprağı silkeledi. Yükselen ses şöyleydi; “hûnê me qirbikin xwelî serê we be”. Bu motto kendine olan inancı özetliyordu. Köklerinden aldığı ferasetle güçle bunu haykırıyordu. Şu kısacık cümlenin yükü temelinde annelerin verdiği çabayı özetliyordu. Şu cümlenin yanına öteki bir cümle ekmek gerek; “siwar hatin peya çûn”. Tıpkı Emine annenin başlattığı direniş uğraşının verdiği cevap gibi vardık, var olacağız ve tüm heybetiyle var olamaya devam edeceğiz.
Azucena Villaflor, Josefa, Raquel, Beatriz, Delicia, Raquel, Haydee, Mirta, Berta, María Adela, Cándida Felicia, María Mercedes ve Julia. Arjantinli bu on dört kadın, 13 Nisan 1977’de meskenlerinden çıktılar. Başkanlık sarayı Casa Rosada’nın (Pembe Ev) karşısındaki meydana, Plaza de Mayo’ya (Mayıs Meydanı) vardılar. Bugün olduğu gibi o gün de Arjantin siyasetinin en önemli yeriydi o meydan. Meydanda beklemeye başladılar on dört kadın. Beklediler ki 100 metre ilerideki Casa Rosada’nın kapıları açılsın, açılsın da dünyanın en zor sorusuna cevap verecek biri çıksın karşılarına. 1995’de Galatasaray Meydanı’nın önünde anneler ve onların dostları cumartesi günü kaybettikleri ve akıbetlerinin ne olduğunu bilmek ve hesap sormak için oturma hareketi başlattılar. İki hafta önce 1000 haftayı geride bıraktılar. Cumartesi Anneleri tek bir adım geri atmadan, tüm ahlaksız hücumlara inat çocuklarını ve kaybedilen yakınlarını her hafta sordular. Emine anne de bir sabah tek başına Urfa Adliyesi önünde tarihi bir eylem başlattı. Öldüren ve tutsak edilen eşi ve çocukları için haykırdı. Tek başına başlattığı eylem bugün milyonların takviyesiyle ve her geçen gün büyüyerek kitlelerin vicdanında yer buldu. Emine anne barbarlara karşı adaletin arayışının sembolü oldu.
Emine annenin başlattığı tek kişilik eylem bana siyahi Rosa Parks direnişini hatırlattı. 1955 yılında bindiği otobüsün koltuğundan kalkmayan Parks. Oturduğu yerden kalkmayan Rosa Parks beyaz diktatörler tarafından tutuklandı. Emine Şenyaşar da Urfa Adliyesi’nin önünde oturmakta ve adalet talep etmek gram ödün vermedi. Davalarla, türlü türlü ayak oyunlarıyla çabasından vazgeçirmeye çalıştılar. Oturduğu yerden kaldırmak için beton bariyerler konuldu, haberini yapan gazeteciyi gözaltına aldılar, kitlelerin takviyesini kesmek için ellerinden geleni yaptılar. Emine anne yılmadı, direndi ve şimdilerde haklı davasını ülkenin başşehrinde Adalet Bakanlığı’nın önünde sürdürüyor. Her zaman ve her şartta Emine annenin yanında olduğumuzu bir kez daha tüm haklı gücümüzle kör ve topal adaletin yerini bulmasını umut ediyoruz. Yazı Arjantinli Mayıs Annelerinin söyledikleriyle bitirelim; “Bir tek mücadele kaybedilir; o da terk edilen çabadır.”
Ünlü Oyuncuya Silahlı Saldırı: Kanlar İçinde Kaldı
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.