32,6645$% 0.32
35,5639€% 0.42
2.509,16%1,72
4.049,00%1,37
16.220,00%1,37
2.390,92%1,48
10.851,78%-0,19
Hüseyin Akcan’ın ‘Bağışlanamaz Olan’ adlı şiir kitabı Annie Arnaux’tan bir alıntıyla başlıyor: “Soyumun intikamını almak için yazacağım.” O zaman, şuradan başlayabiliriz sorularımıza: Nedir bağışlanamaz olan ve yazmak hakikaten bir intikam biçimi midir, özellikle de bir soyun intikamını alma biçimi mi? Bu sorulara cevap ararken, kitapla aynı adı taşıyan ‘Bağışlanamaz Olan’ isimli şiirdeki “atlasların da yeryüzüne inanmadığını biliyor mu o şair?” dizesini odak almakta yarar var. Zira, gerçekten de atlasların bile inanmadığı bir yeryüzü bıraktılar bize. Aynı şiirin ilk dizesi ise, Vladimir Janke’le’vitch’e atıfla şöyle: “bağışlamak diyor Janke’le’vitch ölüm kamplarında ölmüştür”. Fransa’ya göç etmek zorunda kalmış bu Rus Musevisi düşünürün, bu yazı ve söz virtüözünün söylediği önemli. Zira “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır” diyen Adorno’nun bu niyetini bir adım öteye taşıyor Janke’le’vitch, Auschwitz’i genişletip tüm ölüm kamplarına atıf yapıyor ve şiir yazmak yerine bağışlamayı koyuyor. Şiir yazılmayabilir, kötü olur ama bir şekilde şiirsiz de yaşanabilir tahminen; ama bağışlamak kavramının öldüğü bir dünyada nasıl yaşarız? Çok sert. Sert ama sert olduğu kadar da kaçınılmaz aslında. Zira elimizde delilden bol bir şey yok: Biz bağışladıkça, tüm dünya bir toplama kampına, ölüm kampına dönüştürüldü. Neyin bağışlanamaz olduğuna, bu noktadan hareketle bakalım isterseniz. Ve en başa dönelim. “Hücrelerin kontrolden çıkarak/ Dünyayı bir kansere çevireceğini/ Biliyor muydu, o ilk hücre/ Ya da bilseydi vazgeçer miydi/ Karaya doğru olan uzun yürüyüşünden.” Yüzümüzü, insanı oluşturan o ilk hücreye dönüyoruz bir anda. Yani, dünyanın ilk ‘Bağışlanamaz Olan’ına. Akcan’ın deyişiyle, “insan, karaya doğru üflenen kaza”ysa şayet, bizi bugüne getiren hiçbir şey tesadüf değildir. Kötülük tesadüf değildir ilk başta. İnsan, yani hücreleri kontrolden çıkarak tüm dünyayı kansere çeviren bu mahlukat, diyelim ki kendine büyük bir paye biçti ve hem kendini hem insanlığı inandırdı buna; pekala, onun çürümüşlüğünün büyük bir paha olduğu fikrine yeryüzü nasıl kandı? “kendi çürümesine âşık olan bir hayvan/ kalbini yoklayarak yeryüzüne kendini inandırdı” diyor Akcan ve ekliyor: “yeryüzüne inanmış bir hayvan ölüdür sevgilim”. Bu basamakta, yeryüzünü kendine inandırmakla yeryüzüne inanmak ikilemi giriyor devreye. Yani karşılıklı bir “ölü”lük hali! Karaya doğru uzun yürüyüşün dünyayı kansere çevirmesini başlatan olmasa bile tetikleyen şey nedir pekala? Bunun yerinin dil olduğunu söylüyor şair, hatta, yalnız başına dil değil, düpedüz bir “dilsel istila!” Aynı adı taşıyan şiirde “ama inatla ayakta durdu tekrar, nefes almayı/ belleğine yerleştirerek ve çoğalarak” dedikten sonra, vurucu bir dizeyle, evrim sürecinin en can alıcı noktasına işaret ediyor: “yeryüzüne düşen o yanlış imla.” Lamı cimi yok, insan için yapılmış en güzel tariflerden biri bu: Yeryüzüne düşen yanlış imla. Bağışlanamaz Olan, Hüseyin Akcan, 64 syf., İthaki Yayınları, 2024. Dilden devam ediyoruz. Katlimizi hızlandıran o muammadan… “alfabeyi baştan öğretselerdi de biz yeniden anlamayacaktık/ bu dil ağzımızda durmayacaktı gene”. Yanlış imlanın kasıp kavurduğu bir yeryüzü var lakin; diğer yandan da ağzımızda durmayan lisandan (haksızlık karşısında ses çıkarmak olarak anlıyorum ben bunu) kaynaklanan yeni bir trajediyle de karşılaşabiliyoruz. Bu basamakta geri adım atmamak da bir direnmeyi gösteriyor. Neye direnme? Bu kansere elbette. “dilimi oynatmam gerek artık,/ kopacağını/ bilmek kıymetine.”
MERHAMETİNE SIĞINDIĞIN BIÇAĞI KALBE DOĞRU İTMEK
Kendini bütün dünyaya denk bir hayvan olarak sınama marifeti, bağışlanamaz olanı bağışlama yolunda elimizdeki tek silahtır tahminen de. Yeryüzünü çürüten o kontrolden çıkmış tek hücrenin mirasçıları olarak bunu becerebilmek elbette kolay değil. Pekala nereden başlayabiliriz kendimizi sınamaya, diye düşünmeye başladığımız anda, “bir atı toynaklarından başlayarak ama tamamıyla sevdim/ ve onu yatağımda yeniden ceylan oluncaya kadar okşadım” dizeleri çıkıyor karşımıza. Atı toynaklardan başlayarak tamamen sevmek! Başlanan yer ve sevme ediminin içerdiği bütünlük, insanlığın bu güne kadar tabiata karşı gösterdiği yaklaşım biçimini tersine çeviriyor. Kitabın ilerleyen kısımlarında, bir başka şiirde de “kan dolaşımımı bir bitkinin köküne ben bağışladım” ve “doğayla savaşım değil sevişim gerek” dizeleriyle karşılaşıyoruz. Kendimizin dışındaki hayvanlara ve bitkilere yönelik bu yaklaşım, insanlığın çürüyen yanlarını törpülemesi açısından bir çıkış yolu olabilir. Kanser hücresi olma halimiz; yani yeryüzünü yok edecek olan bu hastalığımız iyileşmez tahminen ama ilerlemesi durdurulabilir, kim bilir. Bunu becerebilmenin formülü de o denli çok çetrefilli değil aslında. Ferdi manada düşünürsek, yani her birimize tek tek düşen şeylere bakarsak, üstümüze düşenin atla deve olmadığını görürüz.
“rüzgârın içine dolmasına izin verme/ bu tehlikeli olabilir./ annenin dizini unut,/ bu tehlikeli olabilir.// uyanmak için âşığını terk eden o kadınlar/ neden bir toprağın çıplaklığını örter/ bunu düşünme// alnınla ellerin arasındaki arayı ölçen bir şey yok/ bunu hatırla.” İzin vermememizi, unutmamızı, düşünmememizi salık veren edimler, bizi daima hatırlamamız gereken asıl hususa, olayın bamteline doğru sürüklemek için kullanılmış. Asıl mesaj ve bu ölümcül döngüyü tersine dönüştürebilmenin şifresi, son dizede kapalı: Alnınla ellerin arasındaki arayı ölçen bir şey yok! Alın, beynin ön lobunun bulunduğu kısım. İnsanın evrimi esnasında, nedeni hâlâ tam bilinmeyen bir sıçramayla beynin hızla gelişmeye başlaması, diğer hayvanlarla kıyaslanamayacak bir gelişmeyi de beraberinde getirdi. İnsanın kendini cihanın efendisi olarak görmesinin asıl nedeni bu. Bu efendilik halinin tüm edimleri de, eller sayesinde başarıldı.
Beyin, tüm bedene komut veriyor fakat el, bu komutları uygulama manasında epey ayrıcalıklı. İlkel aletleri de ellerimizle yaptık, karmaşık bilgisayar yazılımlarını da ellerimizi kullanarak yazıyoruz. Diğerlerini ellerimizle seviyoruz; katliamları, cinayetleri de ellerimizle gerçekleştiriyoruz. İnsanlık tarihi dediğimiz şey, alnımızla elimiz arasındaki uzaklıktan ibaret aslında. Ardından kötü haberi veriyor Hüseyin Akcan: O arayı ölçebilecek hiçbir şey yok! O arayı sadece, merhametine sığındığı bıçağı kalbine doğru iterek ölçebilir insan. ‘Bağışlanamaz Olan’, bir solukta okunup bitirilecek değil, dönüp dönüp okunacak bir kitap. “öcünü unut, yolu hatırla, kuşları sev” diyebilenler için bir başucu kitabı olmaya aday.
Tomris Uyar’la Papatyalı Yollardan Ankara Ayazlarına, 1930’ların Kadınlarından 2000’li Yıllara Bir Türkiye Panoraması
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.