34,5528$% 0.2
36,0658€% -0.47
2.996,21%1,17
5.097,00%0,35
20.327,00%0,50
2.694,36%0,85
9.489,27%1,30
“Babamın Kanatları” (2016) ve “Küçük Şeyler” (2019) sinemalarıyla tanınan Kıvanç Sezer’in yeni sineması “8X8”, dün sinemalarda izleyiciyle buluştu. Bir aşk, ayrılık ve ölüm üçgeni hikayesi anlatan film, kazandığı bir bursla yurt dışına gidecek olan Eda ve erkek arkadaşı Sarp’ı odağına alıyor ve ikilinin tatil için tuttukları bir Airbnb evinde, intihara kalkışan Can ile müsabakaları sonrası gelişen gerilim dolu olayları konu alıyor.
Kıvanç Sezer’in yazıp yönettiği sinemada başrolleri, Alican Yücesoy, Ece Yüksel ve Halil Babür paylaşıyor. Yapımcılığını Kaan Korkmaz, Hatip Karabudak, Kıvanç Sezer, Emin Akpınar’ın birlikte üstlendiği sinemanın görüntü direktörlüğünü Hatip Karabudak, kurgusunu Selda Taşkın, sanat direktörlüğünü Ceyda Yüceer ve müziklerini Turgut Mavuk ile Can Latife birlikte yaptı.
Kıvanç Sezer’le “8×8″i konuştuk.
Sinema seyahatiniz nasıl başladı?
Film izleyerek, sinemalara hayran olarak ve yedinci sanata ben de katkı sunabilir miyim sanki sorusunu takip ettim. Biraz iç sesimi, biraz dış sesimi dinledim ve çeşitli eğitimlerin ve alınan kararların sonucunda önce kısa filmler, sonra belgeseller ve en sonunda da kurmaca filmler üretmeye başladım ve şimdi de daha iyi nasıl üretirim sorusunun peşindeyim.
‘TEK MEKANDA ÜÇ KİŞİ ARASINDA GEÇEN BİR GERİLİM SİNEMASI ÇEKMEK İSTEDİM’
“8×8″in hikayesi nasıl ortaya çıktı? Bir aşk, ayrılık ve ölüm üçgeni gibi temaları işlemeye nasıl karar verdiniz? Senaryo yazım sürecinden bahsedebilir misiniz?
Hikayeden önce kısıtlar ve koşullar ortaya çıktı. Tek mekanda üç kişi arasında geçen bir gerilim sineması çekmek istedim. Hikaye ise yavaş yavaş karakterleri tanıdıkça sıkıntılarını dinledikçe ortaya çıktı. Ölüm, aşk ve ayrılık da kozmik temalar olduğu için hikaye yazıldıkça kenardan köşeden belirip önüme geldiler. Ben de elimden geldiğince bu öyküye söz olmaya, ses olmaya çalıştım. Üç ya da dört draft yazdıktan sonra oyuncuların da katılımıyla senaryoyu ete kemiğe bürüdük.
8×8 ismi de epey merak uyandırıcı. Bu ismin hikaye ve temayla nasıl bir bağlantısı var?
Film, her biri sekiz sahneden oluşan sekiz sekans halinde yazıldı. Yani her bir satranç karesini bir sahne olarak düşünürsek tam olarak satranç tahtasını dolduran bir film oldu. Bu tarafıyla hem bir motif hem de bir imge olarak satranç sinemada önemli bir yer tuttu. Sinemanın ismine de böyle bir şekilde tesirde bulundu. Hem çok şey söyleyen hem de hiçbir şey söylemeyen bir ismi oldu sinemanın.
‘FİLMDE HİÇBİR KARAKTER GÜNAHSIZ DEĞİL’
Filmin üç ana karakteri arasında yaşanan gerilim ve çatışma dikkat çekici. Bu karakterlerin dinamiklerini oluştururken hangi duygusal veya toplumsal sıkıntıları ön planda tutmayı hedeflediniz?
Esasında sinemadaki ana gerilim ve çatışma kaynağı çiftimizin ayrılmak isteyip de ayrılamaması, birbirlerine toksik bir şekilde bağlanmış olmalarıdır. Bu toksiklik özellikle Sarp karakterinde açığa çıkıyor ancak Eda’nın da pasif bir agresyon gösterdiği ortada.
Hiçbir karakter saf değil ve hiçbiri de inandıkları şeyde tamamen haksız ya da tamamen kötü değil. Gri bir alanda varlıklarını sürdürüyorlar. Gidememek, isteklerin örselenmesi, manipülasyon gibi yaşadıkları durumlar hem sinemadaki duyguyu hem de toplumsal olana dair göndermeleri oluşturuyor.
Filmde intihar gibi bir mevzuyu gerilim ögeleriyle işliyorsunuz. Sinemada gerilimi yansıtmak için hangi teknikleri kullandınız?
Üç sinemamda bir şekilde intihar teması ortaya çıktı. Bu neden böyle oldu inanın hiç bilmiyorum. İntihara meylim yoktur, beni tanıyanlar bilirler. Ancak bu durumun kendisinin birçok insani çelişkiyi barındırması ve bir yandan büyük bir güç bir yandan da güçsüzlük olması gerçeği beni bu sorunla ilişkilendirmiş olabilir.
Filmde, intihar dışında önemli bir gerilim ögesi da Sarp’ın patlamaya hazır bir noktaya gelmesidir. Bu sinemanın ilerleyen kısımlarında gitgide güçleniyor.
Diğer bir öge da Can karakterinin kendisi ve bir şekilde tutarsız tuhaf davranışlarla bu münasebetin yanında yöresinde konumlanmasıdır. Böylece Can karakteri varlığıyla bir tehdit, bir kurtarıcı ya da bir terapist gibi farklı biçimlerde konumlanarak sinemanın gizem ve gerilim dünyasını besliyor.
Filmin büyük bir kısmı tek bir mekanda, Airbnb evinde geçiyor. Bu minimal yer tercihinin öykünün tansiyonuna nasıl katkı sağladığını düşünüyorsunuz?
Güzel bir katkı sağladığını düşünüyorum. Airbnb özellikle pandemi ile birlikte çok yaygınlaştı ve elbet ilginç durumlara da hamile bir sistem. Bir insanın kendi evini kısa devirli kiraya vermesi ve özellikle böyle dünyanın ucunda hissi veren bir yerde bunu yapması, özel alan ile genel alanın birbirine karışması benim esasen ilgimi çeken bir bahisti. Binanın mimarisi ve konumu da sinemaya özel bir boyut katıyor diye düşünüyorum.
‘OYUNCULARA FİKİR ETABINDA GİTTİM’
Alican Yücesoy, Ece Yüksel ve Halil Babür gibi oyuncularla çalıştınız. Oyuncu seçim süreci nasıl gelişti? Oyuncuların role adaptasyonu ve performansları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Oyunculara daha senaryoyu yazmamışken, fikir kademesinde gittim. Alican’la zati “Küçük Şeyler”den (2019) tanışıyor ve ara ara da görüşüyorduk. Ece’yi ve Halil’i de oynadıkları filmlerden biliyor ve hayranlıkla takip ediyordum. Üçü de senaryodan bağımsız sadece fikir evresinden projeye seve seve dahil oldular. Bu yolu onlarla birlikte yürümek çok keyifliydi. Senaryo ortaya çıktıktan sonra sete kadar daima provalar yaptık, karakterleri durumları ve içsel motivasyonlarını tartıştık. Aynı zamanda bir oyun yazarı olan Halil’in o gözle de çok değerli katkıları, eleştirileri de oldu. Biraz hızlı çekmek zorunda kalmam dışında bir şikayetim yoktu.
Film, gençlerin hayalleri, ülkeden gitme arayışları ve kimlik çatışmaları gibi sosyal ve politik göndermeler de yapıyor. Bu temaları işlerken izleyiciye nasıl bir bakış açısı sunmak istediniz? 8×8 ile izleyicilere vermek istediğiniz temel mesaj nedir?
Temel mesaj şu: Kimse kimsenin her şeyi olamaz. Bizim gibi ülkelerde birey olmadan bir sistemin, bir yanılgının parçası olarak büyüyoruz. Ondan da sonra da kendimiz olabilmek için uğraşıp duruyoruz. Yanlış ilişkiler, yanlış anlaşılmalar, pişmanlıklar içinde debelenip duruyoruz. Bu ülkeden giderek, biraz kilo vererek, takipçi sayımızı artırarak ya da daha yüksek maaş alarak bunlardan kurtulacağımızı düşünüyoruz. Ama bu ne kadar doğru? Bence pek değil. Biraz kendimize bakalım, biraz etrafımıza bakalım ve becerebildiğimiz ölçüde geçmişin yüklerinden kurtulalım. Ve kimsenin her şeyi olmaya çalışmayalım.
Film imal basamağında karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdi?
Yukarıda da belirtiğim üzere hızlı çekmek zorunda kalmak beni en çok zorlayan şeydi. Bütçemiz çok az olduğu için bu zorunlu bir durumdu. Ama yine de istediğime yakın bir sonuç aldım. O yüzden sinemamızla barışığım.
Bu sinemada sizi etkileyen veya ilham veren filmler, kitaplar ya da tecrübeler var mıydı? Sinemanın öyküsüyle kurduğunuz bir bağ ya da sizin için kişisel bir çıkış noktası var mı?
Birbirinden apayrı ve sinemadan de apayrı olan bazı direktörler ve filmler beni etkiledi. Genel olarak Cristian Petzold sineması ve özelde “Jericow” (2008) sineması kıssasıyla, Bergman sineması ve “Persona” sineması yer kullanımı ve duygusal derinliğiyle, Memduh Ün’ün “Üç Arkadaş” (1958) sineması küçük bir ekip tarafından ve herkesin birden fazla işi yapmasıyla etkiledi.
Bir de yine sinemadan çok alakasız ama “Inland Empire” (2006) filminde David Lynch’in sinematografiyi ve görselliği bildiğimiz güzel görüntü dışında başka bir yerden kurmasıyla bana esin kaynağı oldu. Spesifik bir kitaptan ise bahsedemeyeceğim.
Gelecek projelerinizden bahsedebilir misiniz?
Projelerim çok ama şimdi çekim sürecine yaklaştığım bir projem ne yazık ki yok. Olması için çaba gösteriyorum.
Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa Haber – Bursa Gündem – Bursa Gündem Haber – Bursa Haberleri – Bursa Son Dakika
Bizi İnstagram’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi X’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr
Bizi Facebook’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi Youtube’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi Linkedin’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Ertuğrul Özkök: Hüzünlü Bir Magazin Gecesi; Ahu Tuğba Ambulansla Hastaneye Götürülürken Kimler Ne Yaptı?