DOLAR

32,5827$% 0.12

EURO

35,2197% 0.29

GRAM ALTIN

2.465,80%1,25

ÇEYREK ALTIN

4.001,00%0,64

TAM ALTIN

16.029,00%0,63

ONS

2.355,77%0,02

BİST100

10.682,15%2,26

İmsak Vakti a 03:35
Bursa HAFİF YAĞMUR 28°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Ksipolitas: AB, Mültecilere Karşı Nazilerin Metotlarını Benimsiyor

ad826x90

MİDİLLİ – ‘Avrupa’da yükselen aşırı-sağ’ manşetleri, uzun bir vakittir karşımıza çıkıyor. Çeşitli ülkelerde yükselen bu hareketler, son olarak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ve ardından düzenlenen Fransa erken seçimlerinde bir kez daha güçlendiklerini tüm kıtaya duyurdular. Lakin ‘aşırı sağ’ gerçekten geliyor mu? Yoksa farklı yüzleriyle halihazırda burada mı? Ya da daha farklı bir deyişle neyin yerine geliyor?

İlk aklımıza gelen sorular bunlar. Fakat tüm bu tartışmaların odağındaki ‘mültecilik’ meselesi hem Avrupa Birliği üyesi ülkeleri hem de Türkiye gibi periferisindeki ülkeleri yakından ilgilendiriyor. O denli ki seçimlerin tahminen de en çok gündeme gelen konusu mülteciler oldu. Sadece aşırı sağ da değildi bunu gündeme getiren: Bazıları mültecileri bir ‘güvenlik’ sorunu olarak görürken diğerleri ‘ucuz emek gücü’ olarak değerlendiriyordu.

Hal böyle olunca durumu daha iyi anlayabilmek ismine Yunaninstan’ın Midilli Adası’nı ziyaret etmek doğru bir adres olacaktır. Yakın bir tarihe kadar kötü şöhretli mülteci toplama kampı Moria ile tanınan ada, sadece göç dalgalarını karşıladığı için sembolik bir yer değil; aynı zamanda AB’nin değişen mülteci siyasetlerine da tanıklık edebileceğimiz bir yer. Burada Midilli’deki Ege Üniversitesi’nde (Aegean University) mültecilik ve emek üzerine çalışan sosyolog Prof. Dr. Nikos Ksipolitas (Xypolytas) ile tüm bu bahisleri detaylı bir şekilde konuştuk. Avrupa’nın derin bir meşruiyet krizinde olduğunu dile getiren Ksipolitas, “İnsandışılaştırma tüm hızıyla sürüyor: Gazze’de bunu görüyoruz. Maalesef toplumsal eşitsizliğin yeni biçimi bu. Her şey sadece kaynaklara erişimle ilgili değil aynı zamanda hayatta kalabilme hüneriyle de ilgili” ifadelerini kullandı.

Peki Avrupa’nın daima tek bir mülteci siyaseti mı var? Yunanistan’da mültecilere yönelik değişen halla AB’nin rolü nedir? Sol, mülteciliğe dair nasıl bir hat çizmeli? İşte tüm bu soruları ve daha fazlasını öğrenmek, tartışmak üzere sözü daha fazla uzatmadan Ksipolitas’a verelim.

GÖÇ SİYASETİNİ PERİYOTLARA AYIRMAK

Öncelikle Midilli’deki hikayenizle başlamak istiyoruz. Daima burada mı yaşıyordunuz? Midilli’de mülteci konusunun geçirdiği evrimi bize biraz anlatabilir misiniz?

Evet, kısmen. Yaklaşık 2016’dan beri burada üniversitede ders veriyorum. Yani sekiz yıldan beri ve 2018’den itibaren de kalıcı olarak buradayım. Fakat daha önce de buradaydım, kardeşim 2011’de buraya taşındı. Yani 2015’te mülteci krizi yaşandığında, hepimiz burada o zamanlar üzerimize düşen neyse onu yapıyorduk. Maalesef tüm sürecin nasıl geliştiğini gördük. Epeyce hareketli, daima değişen bir süreç ve bazı aşamaları var. Şimdi Moria’yı kapattılar, yeni bir kamp açmayı planlıyorlar.

Esasen tüm göç siyaseti sürecini bir şekilde ayrıştırmak gerekiyor. Alışılmış bu bir ‘caydırıcı’ göç siyaseti, yani amaç insanların gelmesini engellemek. Fakat demek istediğim ilk süreç, 2016’daki AB-Türkiye muahedesinden yaklaşık olarak 2019’da katlanılmaz şartlara sahip bu kampların inşa edilmesiyle insanları caydırmaya dönük bir fikre evrildi. Böylelikle nihayetinde istekli olarak ülkenize geri dönmek zorunda kalacaksınız. Bu elbette Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) bağlıydı zira Uluslararası Göç Örgütü (IOM), UNHCR’ın bir kesimiydi. Dolayısıyla UNHCR tüm bu stratejinin bir kesimiydi. Bu dönem de yaklaşık olarak 2019’da sona erdi. Bu tarihten yaklaşık olarak Phylos1’a kadar tamamen geri itme senaryosuna geçtiler.

İşlerin ve Avrupa göç siyasetinin daha radikalleştiği durum böyle. Bunu aklımızda tutarak, daima şunu söylüyorduk, “Bir noktada bu iş bitecek zira sembolik bir olay yaşanacak, başka bir yolu yok”. Diğer uzmanlarla da bunu konuştuğumuzu hatırlıyorum. Sonunda o denli de oldu ve Phylos gibi bir gemi kazası yaşandı. Olaydan sonra böylesi tarcihleri göstere göstere yapmama yönünde bir çaba oldu. Zira 2019’dan Phylos’a kadarki süreç rezaletti. Sınır şiddeti, insan kaçırmalar ve işkenceler… tüm bunlar şok ediciydi. Sanırım bu biraz da olsa sona erdi. Hâlâ burada aktif olduğunu düşünüyorum lakin eskisi kadar yoğun değil. Sonda bu cins şiddet uygulamaları var lakin an itibariyle büyük ölçüde Kuzey Afrika’da dışsallaştırılmış durumda. Sanırım yaşananları bazı kademelere ayıracak olursak kabaca böyle bir sıralama yapabiliriz.

‘ALMANYA İHTİYAÇ DUYULAN EMEK GÜCÜNÜ ALDIKTAN SONRA SONLAR KAPANDI’

Bu süreçte Midilli’nin yerine dair neler söyleyebiliriz? Midilli özelinde, 2015-16 sürecinde ‘Dayanışma Adası’ görüntüsü vardı. En azından dışarıya yansıyan görüntü böyleydi. O günden bugüne adanın etaplarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ne de olsa hala mültecilerin vücutları kıyıya vuruyor, soruşturmalar olmuyor…

Durum hiç de o denli çizilen imajla örtüşmüyor. Şu an dayanışmaya dair bir şey yok. Tabi buna inanan siyasi kümeleri dışında bırakıyorum. ‘Dayanışma’ dediğimiz şey ‘olağan şüphelilerden’ geliyordu. Biliyorsunuz kimden bahsettiğimi: Sol, solcular, anarşistler… Bu gruplar, diğer herkesle birlikte 2015’te farklı bir gündemle geldiler. Yani 2015’ten AB-Türkiye muahedesine kadarki dayanışma imajı böyle oluştu. Yine de çok büyük bir fark vardı. Mesela pek çok balıkçı denizden insanları teknelerine alıyordu. Fakat bu kurtarma sürecinden sonra mültecilerin tekne motorunu kendilerine saklıyorlardı. Yani küçük bir tekne motorunu kendi balıkçı tekneleri için kullanabilirlerdi. Bu, daha o günlerde yaşanan bir olaydı. Garip bir dayanışma tipi mü? Evet.

İnsanlar 2016’da kendi formülleriyle yardım etmeye çalışıyorlardı. Zira gelenler sadece bir hafta on gün kalıp gidiyorlardı. Ama 2016’ya geldik mi her şey tamamen farklı bir hal aldı. Sonrasında Midilli’de aşırı sağın kesin bir sözüne rastlıyoruz. O vakte kadar böyle bir ifade Midilli’de yoktu. Kimse böyle şeyler dillendiremezdi bile.

Bunun anlamanın yolu krizin bütünlüklü boyutunu incelemekten geçiyor. Şöyle söyleyelim, 2015 ve 2016’da özellikle Almanya için iş gücü sağlama ihtiyacı vardı. Karşılarında da 1 milyon orta sınıf arkaplana sahip, epey vasıflı bir iş gücü buldular. Ayrıca birçok kaynağın doğruladığı üzere bu süreçte bir sicil sorgulama ögesi da vardı, lakin bunu kanıtlamak hayli zor. Yani tüm bu dayanışma imajı, Alman ekonomisine ihtiyaç duyduğu katkıyı sağlayışı düşünüldüğünde çok elverişli bir söylemdi. Neydi bu katkı? A- Yetişmiş iş gücü ve B- Bu demografik sorunu çözmeyip onu bir 20 yıllığına ertelemeye çalışmak -ki bunu yaptılar. Zira yaşlanan nüfus sorunu bakımından İtalya’dan sonra geliyorlardı. Şimdi bu sıralamayı aşağıya çektiler, beşinci ya da altıncı sıradalar. Yani Avrupalı bir ‘dayanışma’ telaffuzunun arkasında yatan iki kilit öge bu, sadece Midilli ile sonlu değil.

İhtiyaç duyulan emek gücü oraya gidince Macaristan sıkıntıyı devraldı ve hepimiz orada yaşanan olayları hatırlıyoruz. Bu olaylar, hudutların kapanmasıyla sonuçlanan AB-Türkiye anlaşması ile çabucak hemen aynı vakte denk geliyor. Bu manada bahsin sadece Midilli ile ilgili olduğunu düşünmüyorum. Midilli istisnai bir yer değil, Avrupa bağlamı ile bu söylemi konumlandırmalıyız.

‘AVRUPA’NIN MEŞRUİYETİNİ KORUYABİLMESİ İMKANSIZ’

O halde tahminen bizim de sorularımızda Avrupa bağlamına odaklanmamız gerekebilir. Bu süreç sizce Avrupa Birliği fikrini, onun tutumunu nasıl etkiledi? Avrupa’daki siyasi durumda ne gibi değişimler gözlendi?

Çoğu insan için bir şok ya da bir sürpriz değildi yaşananlar. Zorluk, üç farklı mücadele alanında meşruiyeti koruyabilmekti. Buna ‘mücadele’ demek korkunç bir şey farkındayım. Mülteci durumu var, bu birincisi. Ukrayna üzerinden giden Amerikan-Rus savaşın var, bu ikincisi. Ve de Gazze’deki soykırım var. Tüm bu üç olayda da Avrupa epeyce spesifik bir geri adım attı. Hatta sadece geri adım atmakla da kalmadı; insanların çektikleri eziyetleri ağırlaştırma yönünde çalıştı. Bu manada an itibariyle Avrupa’nın meşruiyetini koruyabilmesi fiilen imkansız. Ekonomik güç hariç! Kendi yurttaşlarına, tebaasına sağladığı ekonomik güç. Yani bizim ekonomik ve siyasi gücümüz var, o halde bizi sorgulayamazsın.

Ve bu sadece bir Avrupalı referansı zira küresel ölçekte Avrupa kilit ehemmiyetteki oyunculardan biri değil. Kilit oyuncular: ABD, Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya, BRICS… Küresel güç manasında Avrupa olsa olsa bir parantez olur. Bu üç ahlaki hususa dair şu anki konumu bu. Zira bunlar ekseriyetiyle ahlaki konular, insanların çektikleri eziyetler var, insan hayatlarının kayıpları söz konusu ve Avrupa her türlü ahlaki standartlarla bağını her geçen gün biraz daha kopartıyor. Bu faziletle ilgili bir konu değil. Avrupa fikrinin değerleri çok zorlu -ki diğer kıtalarda benzerine rastlamıyoruz: Kimse Afrika kıymetlerinden, Asya kıymetlerinden Amerika bedellerinden bahsetmiyor lakin Avrupa değerleri var. Ve sahada erdem ile ahlak ile bağını kesen tek oyuncu Avrupa. Bu paradoksla onların baş etmesi gerekiyor, bu onların meselesi.

‘AVRUPA’NIN SİYASİ SEÇKİNİ, AHLAKLA OLAN BAĞINI KESTİ’

Pylos katliamına geri dönecek olursak, sembolik bir olay olduğunu söylemiştiniz…

Evet, aslında bu kadar fazla hayatın kaybedildiği bir yerde kalkıp ‘sembolik’ demek çok zor. Lakin Avrupa’nın siyasi ve ekonomik seçkinlerinin bu durumdan şok olduklarını zannetmiyorum. Bu manada bir şokun varlığı, ahlaki ve etik bir omurganın var olduğu anlamına gelir. Fakat herkes için epeyce açık olan şey, Avrupalı siyasi ve ekonomik seçkinlerin akıllara gelebilecek her manada ahlak ile olan bağlarını kestiler. Bu da Pylos gemi kazasının insanları şok eden bir şey olmadığı anlamına gelir. Bu onların cevaplaması gereken bir soru. Aşağı yukarı aynı şey 2014’te Lampedusa’da yaşanmıştı, böylesi gemi kazalarının çabucak hemen birincisiydi.

Bu, iletişim manasında nasıl yaklaştığınla ilgili bir durum. Karakterini korumakla ilgili bir durum. Etik, ahlaki karakterini – her ne kadar bariz bir şekilde orada olmasa da. Bu manada bunun bir sorun olduğunu düşünüyorum; başka bir manada değil. Kimse bunu umursamadı. Şayet herhangi bir ahlaki düşüncen varsa Yunanistan’da toplama kampları kurmazsın.

TOPLUMSAL EŞİTSİZLİĞİN YENİ BİÇİMİ: İNSANDIŞILAŞTIRMA

Bunun sonların dışsallaştırılmasıyla ilgili olduğunu düşünüyor musunuz? Zira o gemi, AB’nin yaptığı mutabakatlar doğrultusundan bir yerden başkasını terk etmesi gerekiyordu. Ya da mülteciliğe bir ‘güvenlik’ meselesi olarak bakan ‘sınır güvenliği’ söylemiyle bağlı olabilir mi?

Her ikisinin de bir kombinasyonu. Sınır dışsallaştırmasından bahsettiğimiz zaman şunu hesaba katmalıyız, önce aklımızda canlandıracağımız spesifik bir Avrupa sınırı fikrini görmeliyiz. Ki bu da mesela Yunanistan ile Türkiye sınırına, Yunanistan ile Libya sınırına vs tekabül ediyor. Gerçekte, 2016’dan itibaren kampların kurulmasıyla birlikte dışsallaştırmanın ilk sürecini yaşıyorduk.

Kimileri burada “Hayır, sonuçta Avrupa sınırları içerisinde” diyebilir. Lakin finansal kriz nedeniyle gündeme gelen Yunanistan, 2010’dan beri çeşitli biçimlerde ekonomik manada batık bir devlet. Evet, görünürde bir egemenliği var lakin bu egemenlik ziyadesiyle baltalanmış durumda. Zira egemenliğin ‘dereceleri’ var. Yani ‘egemenliğin ya vardır, ya yoktur’ gibi bir durum yok. Yunanistan ise pazarlık gücü yetisinin büyük bir kısmını kaybetti. Bu bahislerde bir sözü olma yetisinin büyük bir kısmını kaybetti.

Yani şayet bu perspektiften bakacak olursak 2016’dan itibaren kamplarla ve 20 bin kişilik Moria Kampı ile birlikte gelen süreç, sınır dışsallaştırılmasının aslı. Zira AB ‘birleşmiş’ bir grup ülkeden oluşmuyor. Yunanistan ‘besin zincirinin’ dibinde yer alıyor. Yaşananlar işte böyle oldu. Pylos gibi bir katliamda da AB’nin mültecilikle baş etmek için elindeki tüm araçları kullandığını görüyoruz. Bu araçlar, sadece birlikteyken çalışırlar: Frontex var, Yunan Kıyı Güvenliği var, Geri itme-ileriye itme vb. gibi fikirler var… Bu ‘normal’ bir anlatı, özellikle de Türkiye ve Yunanistan arasında. ‘Geri itme’ ya da ‘ileriye itme’ süregelen bir suçlama. Bu herkes geri itmelerden bahsediyor. Resmi makamlar, başbakan bile çıkıp ‘Türkiye mültecileri ileriye itiyor’ diyor. Fakat Pylos Gemi Kazası, Yunanistan’dan İtalya’ya doğru bir ‘ileriye itme’ydi.

Garip bir insandışılaştırma var ortada. “Bu insanlar gerçek manada insan değil” diye düşünüyor siyasi seçkin ve ‘onların diğer beşerlerle aynı derece saygıyı hak etmedikleri’ kanısını taşıyor. Herhangi bir Avrupa ülkesinde 600 insanın ölmesi hem o ülkeyi hem de muhtemelen diğer başka ülkeleri çekirdeğine kadar şoka uğratır. Ama Pylos’a gelince, ne ki? İnsandışılaştırma tüm hızıyla sürüyor: Gazze’de bunu görüyoruz. Maalesef toplumsal eşitsizliğin yeni biçimi bu. Her şey sadece kaynaklara erişimle ilgili değil aynı zamanda hayatta kalabilme hüneriyle de ilgili. Bu da epey hileli bir durum.

‘MÜLTECİLERLE BİR BAĞ KURULMUŞ DEĞİL’

Peki bu durumda mülteci problemine gerçek manada siyasi bir yaklaşım nasıl örgütlenmeli? Düşmanca yaklaşımlar kadar apolitik yaklaşımlara da tanıklık ediyoruz. Sizce bu noktada işin eksik ögeleri neler?

Bence çok zor. Zira bir taraftan ekonomiyi, kapitalizmi yapış biçimimiz –‘biz’ diyorum ama her neyse- toprak yakma siyasetiyle sonuç verdi: Bir merkeziniz bir de periferiniz var -şimdilerde buna küresel kuzey ve küresel güney de deniyor. Şimdilik küresel güneyde durum insanlar için ulaşılamaz durumda. Ve bu kalıcı olacak, o denli değiştirebileceğimiz bir şey değil.

Şimdi apolitik yaklaşım çok önemli. Apolitik dediğimiz zaman, sıkıntıyı kişiselleştirmek olarak algılamalıyız. Avrupa’ya gelmek isteyen bireyler var, -diyelim- Muhammed Avrupa’ya gelmek istiyor. Bir kez daha dev büyüklükte bir meşruiyet krizin var ve sen nasıl binlerce Muhammed’in yer aldığı anlatıyı devam ettireceksin? Bu durumla başa çıkma istikametindeki her siyasi olmayan çaba bunu bir çevresel sorun olarak görüyor, iklim krizinin mültecileri yönlendirdiği düşünülüyor. Çok iyi gittiğini düşünmesem de bu sıkıntıyı siyasallaştırma manasında bir çaba var.

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde mültecilik hakkında alternatif telaffuzlara rastladınız mı? Güvenlik siyaseti olarak görenler var, emek gücünden kâr elde etme fırsatı olarak görenler var… Bu manada sizin alternatif eksikliği hissediyor musunuz?

Çok büyük bir alternatif boşluğu var. Bunun nedeni bence kendilerini göçmenlerle ve mültecilerle ilişkilendiren insanların açıklayıcı araçları tükendi. Küresel ekonomi ya da emek gücünün sömürüsü gibi mevzuları hakkında herhangi bir açıklama söz konusu olduğunda Fazla efektif olmayan bir anlatıları var. Bu durum atıl bir hal aldı. Bunun temel nedenlerinden biri, mülteci nüfusu pek çok sebepten ötürü söz bu siyasi sürece dahil olmadı. Yunanistan’da, Midilli’de bir şekilde dayanışmasını gösteren çok fazla insanımız var. Fakat küçük çaplı uğraşların haricinde mültecilerle bir bağ kurulmuş değil.

Mülteciliğin yeni iskeleti, lakin mülteciler bu siyasi sürecin parçası olursa oluşturulabileceği kanısındayım. Mülteci siyaseti mimarisinin bir parçası da mültecileri depolitize etmeyi kapsıyor. Şayet anlatınızda “Bakın, Avrupa’da sadece birkaç müsait sandalye var” derseniz, girdiğiniz 20 bin kişilik kampta göreceğiniz insanlar sizinle aynı gemide değil demektir; bunlar rekabet ettiğiniz 20 bin kişi oluverirler. Natürel daha başka yollar da var: Herhangi bir ayaklanmada polis gelip çatır çatır sizi ezecektir.

Yani uygulanan çok farklı yol var. Kabul etmeliyiz ki temel sebeplerden biri, eleştirel analiz etmek gerekirse bizim Batılı yaklaşımımız. Marksizmi bile aynı şekilde ele alabiliriz: Marksizm, Latin Amerika’ya geçtiği zaman yeni bir hayat formu kazanmıştı. Bunun haricinde bir şekilde Avrupa topraklarında sıkışmış, durağanlaşmış, problemli hale gelmiş üzereydi. Bu ‘aydınlanmacı’ Avrupalı bakış açısıyla lakin bir yere kadar ulaşabiliriz. Bunu kabul etmemiz gerekiyor. Bizim akılcı, hesaplamacı düşünce yolumuz bize ancak Sovyetler Birliği gibi sonuçlar verir, yapabileceğimizin en uygunu bu. Başka bir şey arıyorsak şayet limitlerimizin farkına varmamız ve mültecilerle birlikte çalışmamız gerekiyor. Söylemesi yapmasından kolay olağan. Fakat bence anlamlı alternatif bir anlatıya fakat bu yolla ulaşabiliriz.

‘AB, TOPLAMA KAMPLARI KURDUĞU ANDAN BERİ ASLINDA AŞIRI SAĞCI’

Mülteci probleminin geride bıraktığımız Avrupa seçimlerinde en önemli gündemlerinden bir olduğunu düşünecek olursak şayet, son devirde sıkça dile getirilen ‘aşırı sağın’ yükselişini hangi açıdan okumamız gerekir?

Sonuçlar hiçbir açıdan sürpriz değil. Pek çok kişi ‘aşırı sağın’ ya da ‘faşizmin’ yükselişi hakkında konuşuyor. Şunu anlamamız gerekiyor: AB’nin toplama kampı tahliline bağlandığı andan itibaren aşırı sağın, alışılagelmiş uygulamalarını benimsemiş oldu. Nazizmin alışılagelmiş uygulamalarını benimseyerek geri getirdi. Pek çok insanın, Almanların bile buna reaksiyonları var “Nasıl bunları kıyaslayabilirsiniz” diyorlar ve ekliyorlar “Bir tarafta imha kampları var diğer tarafta -örneğin- Moria”. Bunun yanıtı gayet tarihi olacaktır; kamplar ‘imha kampları’ olarak başlamadı.

Varşova Gettosu2 gibi örneklerle başladı bilebiliriz tahminen?

Kesinlikle! Devamında ‘Nihai Çözüm’e ulaşıldı ve böylelikle kitle imhayla karşılaşıldı. Bundan önce sermaye için ücretsiz emeğin sömürüldüğü yerler vardı. Bu kümelerden büyük karlar elde eden şirketlerin isimlerini sizler de sayabilirsiniz. Yani bunun bir kesimiydi.

AB işte bu duruşu benimseyince aslında aşırı sağa göz kırpmadı, şöyle söyledi: “Şimdi bizim de böyle bir seçeneğimiz var ve bu seçeneğe açığız. Ve bu seçenek insanları radikalleştirdi (aşırı sağ anlamında). Dolayısıyla aşırı sağı anlama noktasında bunun kilit kıymette olduğunu düşünüyorum. Yoksa problem Meloni değil. Aslında bakarsanız Yunanistan’da aşırı sağ ile ‘aşırı-sol’ bir hükümet olması gereken SYRIZA ve Çipras döneminde yüzleşti. Kampları kuran hükümet işte bu hükümetti!

Görmemiz gereken şey işte bu. Örneğin İspanya’da hükümette sosyalistler var, Türkiye’de de yıllar içerisinde bir gün olabilir, biliyorum kulağa biraz acayip geliyor ama sadece varsayalım. İşte bu yüzden bizim bu durumu deşifre edebiliyor olmamız gerekli. Zira aşırı sağın yükselirken mülteci sıkıntısını yönetiyor oluşu, Avrupa’da son 30 yılın en önemli gelişmesiydi, krizden bile önemli. Ya da tartışılabilir bir şekilde tarihi ehemmiyet olarak Berlin Duvar’ının bile önüne koyabilirsiniz. Bu yeni bir durum, yeni bir şey yaşanmakta.

1 Yunanistan’ın Pylos (Navarin) kasabası açıklarında yüzlerce mülteciyi taşıyan ‘Adriana’ isimli tekne geçtiğimiz yıl uluslararası sularda batmıştı. Balıkçı teknesinin batmasıyla birlikte 600’ü aşkın mülteci hayatını kaybederken Avrupa Birliği (AB) ve Yunanistan makamları ‘erken müdahale bahtını değerlendirmediği’ için tenkitlerin amacında.

0 0 0 0 0 0
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Polis Memurunun Bayrak Hassasiyeti Takdir Topladı

HIZLI YORUM YAP

0 0 0 0 0 0