32,8826$% -0.25
35,1821€% -0.54
2.449,68%-0,30
4.001,00%-0,17
16.005,00%-0,18
2.326,34%-0,04
10.647,91%-0,31
Bu sorunun Arap ulusunun liderliğine talip bir millete ve devlete sorulması sizce saçma mı, yoksa manidar mı?
Bu tezi savunanlar: “Hayır. Biz Arap değiliz. Her ne kadar Mısırlıların beyinleri birçok hükümet tarafından bu şekilde düşünmeleri için yıkanmış, Sedat’ın hükümeti ülkeyi Mısır Arap Cumhuriyeti olarak yeniden isimlendirecek kadar ileri gitmiş olsa da, bu doğru değil.” diyerek bunu çeşitli yollarla açıklıyorlar. Bu açıklamalardan üçünü seçelim: Genetik, tarih ve kültür.
Genetik: Çağdaş Mısırlıların genetik tarihi üzerine birçok çalışma yapılmıştır. Sonuçlar, Mısırlıların Arap olmadığını göstermektedir.
Tarih: Mısır’a gelen Araplar çoklukla askerdi. Araplar, tarihte hiçbir zaman Mısır’a kitlesel olarak göçmediler. Ama tarihte firavun soyunun Mısır’dan göç ettiğini biliyoruz. Tüm sair Arap halklarının büyüklüğü Mısır halkının büyüklüğüyle karşılaştırıldığında zati yoruma gerek bile yoktur. Mısır halkına yönelik bir soykırım da olmadı.
Lisan: Mısırlıların Arapça konuşması, Mısırlıların Arap olduğunun ispatı değil midir? Ama yabancı lisan konuşuyor olmak, o kişinin yabancı olduğu anlamına gelmez! Genetik de bu şekilde çalışmıyor. Lisede Almanca öğrendiğimde, bu genetik üretimi değiştirmedi ve beni bir Alman’a dönüştürmedi. Mısır, Emeviler tarafından Araplaştırıldı mı? Meksika yerlileri İspanyolca, Hintliler İngilizce öğrendiler ve hatta bunu resmi dil olarak kullanıyorlar, ama bu onları İspanyol yahut İngiliz yapmadığı gibi Arapça konuşmak da Mısırlıları Arap yapmaz.
Kültür: Mısır kültürü son yüzyıllarda Arap kültüründen çok Türk kültüründen etkilenmiş. Arap kültürüne aşina mısınız? Mesela en büyük Arap ülkelerinden biri olan Suudi Arabistan’ı Mısır ile karşılaştırın. Günlük hayatta müzikten kıyafete kadar kültürler çok farklıdır ve doğal ki insanların konuşma biçimi, sosyal normlar da çok farklı! Mısırlılar bin yıldır büyük ölçüde İslam kültüründen etkilenmiştir; önce Araplar, sonra Türkler onları yönetim eden hakim güçler olarak onları derinden etkilemiştir. Mısır’ı yöneten Muhammed Ali hanedanı Türktü. Çağdaş Mısır’ın çağdaş devletini ise İngilizler kurdular. Osmanlılar, yani Türkler, uzun süre Mısır’ın yönetici sınıfını oluşturdu. Tanıdığım birçok Mısırlının soyunda Türkler vardı. Ama gariptir, herkes anneannesinin Türk olduğunu söylerdi. Ben de kendimce dedem Türktü demek yerine bu türlü mi söylüyorlar diye düşünmüştüm. Halbuki aslında Mısırlı aileler için Mısır’da geçici vazifede bulunan Osmanlı subaylarından kız almak, bir nevi Türklere mensup olmak bir övünç sorunuymuş. Sanki sosyal hayat ve kültür onlardan ne ölçüde etkilendi?
Kısacası, Mısırlılar mirasları bakımından eşsiz bir halk ve onlar sadece Mısırlılar. Artık seyahatimize devam edelim.
Kahire’den Luksor’a uçuş 30 dakika sürdü. Luksor, Mısır’ın güneyinde küçük bir şehir olup, ünlü Karnak ve Luksor tapınağı ile Hükümdarlar Vadisi’ne ev sahipliği yapmaktadır. Kentin nüfusu yaklaşık 1,5 milyon civarında. Kente varır varmaz, çeşitli bölgelerdeki farklı tiplerde satış noktalarını goyaladım. Burada da penetrasyon, bulunurluk ve tanzim/teşhir standartları kafiydi. Velhasıl, ekip tüm Mısır kentlerinde istenen standartlarda dağıtım başarısı göstermekteydi. Zati Mısır’da lider olduğumuz bir kategoride goya istememin nedeni, tüketimin birçoklarının gerçekleştiği Kahire ve çevresindeki dağıtım ve satış başarımızın kâfi olmadığını düşünmemdi. Çünkü lider olmaktan fazla lider kalmak kıymetliydi ve zor olan da buydu. Tıpkı Mustafa Kemal Paşa’nın Kurtuluş savaşında söylediği gibi: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır.”
Luksor’da bizi, Luksor’dan Aswan’a kadar tapınakları gezerek götürecek olan tekneye yerleştik. Bu tekneyle Nil tipi fikrine, Covid salgını esnasında Sharm’da bayram tatilinde tanıştığım Mısırlı bir yatırımcı olan tanıdığımın, “Benim teknemde bir bayram tatilini geçirin.” teklifi sonucunda varmıştım. İyi ki de yapmışım. Üç katlı teknemizde alt katta rahat, lüks altı adet kamara ve mutfak vb, orta katta master kamara ve salon ile salomanje vardı. Üst kat ise tamamen görüntüyü seyre ve güneşlenmeye ayrılmıştı. Dümen ve dümenci de buradaydı. Hatta hava ve rotamız izin verdiğinde randa yelkenimizi açabiliyorduk.
Teknenin bir diğer lüksü de son derece sakin ve sessiz olmasıydı. Zira teknemizi önümüzdeki bize bağlı römorkörümüz çekmekteydi, yani motorumuz yoktu. Bu, büyük konfor sunuyordu; lakin bu şekilde trafiği epeyce yoğun olan, akıntılı bir ırmakta kıvrılarak ilerlemek ayrıyeten bir maharet gerektiriyordu. Teknemiz hayli rahat ve oryantal usulde döşenmişti. Özellikle master kabin güya son Mısır Hükümdarı Faruk için döşenmiş üzereydi.. Lüks standardı olarak konuk sayısını aşkın hizmetli vardı.
Mısır’da turizm yatırımları olan Rixos ise gönderdiği grupla ekstra Türk mutfağı hizmeti sunuyordu. İyi ki grupça önlem olarak günde sadece iki öğün yemek yemeğe karar vermiştik.
Artık tekneyle 200 km’yi aşkın bir uzaklık kat edecektik.
Nil Irmağı, 2830 metreküp su debisi ve 6650 km uzunluğu ile dünyanın en uzun ikinci ırmağıdır. Afrika’da, Burundi’deki Doğu Afrika Göller Bölgesi’nden doğar, ülkeye rahmet yayarak kuzeye ilerler, nihayet Kahire yakınlarında “Nil Deltası”nı oluşturur ve 100 milyonu aşkın insanı refaha kavuşturduktan sonra Akdeniz’e kavuşur.
Tapınaklar, Bok Böceğine Tapınmak, Bitmemiş Dikilitaş…
İlk ziyaret ettiğimiz tapınak Karnak tapınağı oldu. Karnak Tapınağı’nı anlatmadan önce, rehberimizin anlattıklarıyla birlikte okuyup öğrendiğim bazı bilgilerden bahsetmem lazım.
Eski Mısır mitolojisi, Mısır Tanrıları’nın hareketlerini açıklamaya yarayan ve bu inanışta dünyayı anlamlandırma aracı olarak kullanılan eski Mısır’dan gelen mitlerin tamamına verilen isimdir. Mısır mitlerinin kökeni olan inançlar, eski Mısır dininin önemli bir modülüdür. Mitler, eski kültürün özünü oluşturur, Mısır yazılarında ve sanatında, özellikle kısa hikayeler, ritüel metinler, cenaze törenleri ve tapınak dekorasyonunda kullanılırdı. Evvelce tapınaklar renkliymiş, bugün sadece bazı yerlerde korunmuş. Düşünsenize binlerce yıldır solmayan renkler, ticari olarak dayanılmaz olurdu.
Mısır’da kültür ve dinin merkezinde yer alan hikayeler neredeyse tamamen rabler arasındaki olaylarla bağlı. Mısır mitolojisinde yaklaşık 2.000 ilah bulunduğu söyleniyor. Mesela, büyü ve tıp rabbi Heka, müzik, dans ve sarhoşluk tanrıçası Hathor, savaş tanrıçası Neith, güneş ve hava yaradanı Amun, gökyüzü yaradanı Horus, mumyalama ilahı Anubis… Bunlar en çok bilinenlerdir.
Mısır mitolojisinde köpek başlı maymun Aani, aslan ve kartal karışımı bir yaratık olan Grifon, fil balığı ailesinin bir çeşidi olan Medjed, insan başlı, aslan gövdeli ve şahin kanatlı Sfenks de yer almaktadır. Bu mitolojinin Mısır kültürü üzerindeki tesirleri bugün ne ölçüde görülmekte, araştırmak lazım. Çünkü bizdeki çaput bağlama, gece su dökmemek, kan akıtmak için kurban kesmek, kurşun döktürmek gibi batıl inançlarımız Orta Asya şamanlığından günümüze kalmış batıl, pagan inançlarımızdır.
Nil Nehri’nin doğu tarafında yer alan Luksor kenti yakınındaki Karnak Tapınağı’nın tamamı 1,2 milyon metrekarelik bir alana yayılmıştır. Amun, Mut ve Honsu ilahlarına adanmış üç ana kutsal yerden oluşuyor. Sadece Amun kutsal alanı 61.000 metrekarelik bir alanı kaplıyormuş. Büyük hipostil salonunun ise 54.000 metrekarelik bir alanda yer aldığı söyleniyor. Karnak Tapınağı, 2000 yıl kadar Mısır’ın hac merkezi olmuş deniyor ama bununla ne kastedildiğini tam olarak bilemiyorum. Mısır’daki tapınaklar zaman içinde yağmalanmış, yıkılmış ve zelzeleye maruz kalmış. Bizim şu anda gördüklerimiz restore edilmiş yerlermiş.
Karnak’ın süsleme sanatı kabartmadan çok kazımaymış. Hipostil salonunda yaklaşık 134 sütun varmış. Karnak’ta 8000 adak taşı, 450 heykel ve 10a yakın sfenks bulunuyormuş. Karnak Tapınağı’nın içinde çok sayıda dikilitaş var, bu dikilitaşların bir gibisi bizde yani İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nda bulunuyor.
Karnak Tapınağı’nın bir kısmı, Kıptilerin hakimiyetinde kilise olarak kullanılmış. Karnak Tapınak alanında eski bir cami de var. Bu cami, tapınağın doruğuna inşa edilmiş, zira geçen binlerce yılda tapınak yeraltına gömülmüş ve insanlar hiçbir şeyden habersiz üzerinde yaşamaya başlamışlar.
Beni çok şaşırtan şeylerden bir tanesi de Eski Mısır’da bok böceği’nin kutsal oluşudur. İnsanlar, artık bile dilekleri yerine gelsin diye etrafında çeşit atıyorlar; Karnak’ta gözlerimle gördüm; ne acizlik!
Bok böceğinin eski Mısır’daki adı “cheperer” imiş. Eski Mısırlılar için bu böcek, yaşamın ve dirilişin bir işareti ve sembolüymüş. Bu inanç, bok böceğinin Nil taşkınını erkenden fark edip sudan uzaklaşabilmesine dayanıyormuş Akıllı böcek!
İkinci durağımız Luksor Tapınağı. M.Ö. 1350de firavun III. Amenhotep tarafından imaline başlanan tapınak, zaman içinde çeşitli eklentiler yapılarak büyütülmüş ve sonrasındaki tüm uygarlıklar periyodunda şapeller, kiliseler ve mescitler eklenmiş.
Yapısı Karnak’a kıyasla daha küçük, etrafında palmiyeler ve gün batımında aktive olan güzel bir aydınlatma var. Devasa sütunlar, birbirinden ilginç duvar süslemeleri ve büyük heykeller ortasından dolaşarak geziyorsunuz.
Ertesi sabah, rehberimiz Dalya kahvaltı sonrası bizi papirüs müzesine götürdü ve papirüsten nasıl kağıt üretildiğini bize uygulamalı olarak anlattı. Nilüfer, Kuzey Mısır’ı, papirüs ise Güney Mısır’ı temsil ediyormuş. Aslında tapınakları gezerken bol ölçüde papirüs ve nilüfer izlerine rastlıyorsunuz. Papirüsten kağıt üretme dersinden sonra, papirüsten yapılmış Mısır duvar sanatının ikramlık tablolara dönüşmüş hallerini inceledik. Burada en çok ilgimizi çeken ise rehberimiz Dalya hanımın muhtemelen dünyanın ilk düğün davetiyesi dediği papirüs oldu.
Daha sonraki durağımız, mezarların imalinde çalışan personellerin yaşadığı köy oldu; buraya “İşçiler Vadisi” diyorlar. Arapça ismi Deril-Medina, yani “şehir manastırı” olan bu yer çok değişik geldi bana. Bu köyde 400den fazla yetenekli zanaatkar ve aileleri oturmuş; bunlar aynı vakitte firavun mezarlarını ve piramitleri inşa etmişler. Bilgiler, arkeologlar tarafından bulunan papirüslerden elde edilmiş. Köy, 70 haneden oluşan bir ana cadde ve etrafına eklenen 50 kadar yapıdan oluşuyor.
Evler bugünkü toplu konutlardan hallice: karşılama odası, ikinci oda, çalışma odası, yatak odası, mutfak ve aşağıda mahzenler ile düz bir çatıdaki terastan ibaretmiş. Meskenlerde renkli sıvanmış duvarlar, mutfakta çeşitli kişisel eşyalar, kavanozlar, tahıl öğütme değirmenleri bulunmuş. Bu konutların maketini yapmışlar. Köyde ahaliye ait mezarlardan üçü gezilebiliyor: Pashedu, Inherkhau ve en hoşu Sennedjem. Mezarlar biraz sıkışık veNisan’ın ilk günleri olmasına rağmen hava epeyce sıcaktı. Ben sadece birine girdim; mezar duvarlarında epey renkli anlatımlar var. Köyün maket vidyosu ekte.
Hatşepsut, İngilizce kolay söylenişi ile “hotchickensoup”, Antik Mısır’da MÖ 1479-1485 yılları arasında hüküm sürmüş, 18. Hanedanın altın çağında tarihteki bilinen ilk kadın firavundur. Bir erkek rolünü üstlenme yüreğine sahip oluşuyla ünlenmiş, sıradışı kraliçe Hatshepsut, Eski Mısır’a askeri yönden zayıf ancak ticari ve mimari atılımlar bakımından bir o kadar varlıklı bir dönem yaşatmış ve sonraki devirleri etkileyen bir süreci başlatması açısından önemli görülmektedir. Tapınak, Yukarı Mısır’da yükselen en çarpıcı mezar kompleksi olup, Eski Krallık’tan bu yana inşa edilmiş en detaylı yapıdır.
Tapınak yapısı, birbirine merdiven ve rampalarla bağlı üç büyük teras içeriyor. Özellikle, duvarlara oyulmuş çizimlerden bahsetmek gerekir. Tapınağın duvarlarında Hatshepsut Kraliçesi’nin ilahi doğumuyla ilgili efsaneleri gösteren bir çizim de bulunuyor. Tapınağın, Eski Mısır’ın en önemli dini merkezlerinden biri olduğu düşünülüyor.
Hatşepsut’un mezar tapınağının ikinci katında Anubis Şapeli yer alıyor. Anubis, mumyalama ve mezarlık yaradanı olup, çakal başlı bir adam olarak temsil ediliyor.
Anubis, küçük bir düstur üzerindeki tahtta oturuyor. Tüm tapınaklarda birden fazla zaman renkler solmuş olsa da, yepyeni resmi hayal etmek mümkün. Mısırlıların kullandığı mineral pigmentler, bitkisel olanlardan daha sağlam olduğu için solmamış.
Osiride heykeli, Hatshepsut’un Morg Tapınağının üçüncü katındaki sütunlardan birinin önünde duruyor. Osiris, Mısır’ın rahmet, diriliş ve sonraki dünyanın rabbi. Ekseriyetle bir mumya gibi sarılmış, elinde bir asa ve tabiat üzerindeki denetiminin sembolünü taşıyan bir şekilde tasvir ediliyor. Osiris’in bu heykeli, kadın firavun Hatshepsut’un hassas özelliklerini taşıyor. Mısır’ın Çifte Tacını ve ilahiliğin sembolü olan kıvrık uçlu sahte bir sakal takıyor.
Her tapınağın girişinde ve çıkışında küçük pazarlar oluşmuş, buralarda da şükür ki bizim eserler baş köşede yerini alıyor. Hatshepsut Tapınağı’nda da durum farklı değildi. Daha önce de yazdım Mısır pazarında Ülker ve McVities markalarımızla önderiz. Bu küçük pazarlarda her çeşit ikramlık eşya var. Ama sakın pazarlık yapmayı unutmayın; ekseriyetle söylenenin yarı fiyatına alıyorsunuz. Değişiktir çok sayıda da ünlü futbolcuların sahte formaları da satılıyor. Mısırda futbol bizim ülkemizde olduğu gibi çok seviliyor.
Krallar Vadisi’ne yine rehberimizin eşliğinde biletlerimizi okutarak girdik. Burada 62 firavunun mezarı bulunuyormuş ve ödediğiniz bilet parası ile sırf üç firavunun mezarını gezebiliyorsunuz. Rehberimizin teklifiyle sadece 9. Ramses’in mezarını ziyaret ettik. Hala hafriyatlar devam ediyor ve yenileri bulundukça mezar sayısı da artıyor.
MÖ 16. yy’dan 11. yy’a kadar yaklaşık 500 yıl boyunca hizmet veren bu vadi, Yeni Krallık’ın kral ve asilleri için yapılmış. Tutankhamun’un mezarı ve onlarca ilginç anıt mezardan oluşan Krallar Vadisi, sahiden şaşırtan bir yer.
1.Ramses periyodunda Kraliçeler Vadisi’ne firavun eşleri defnedilmeye başlanmış. Hükümdarlar vadisindeki mezarların birçoklarında kireçtaşı kullanılmış, üç koridor, bir giriş salonu ve daha alt düzeyde oyulmuş lahit odası bulunmaktadır. Bu yer altı mezarlıkları zımnî olduğundan soyulması zormuş. Hırsızlıklara karşı, 21. Hanedanlık devrindeki papazlar, birçok firavunun naaşını buraya taşımışlar. Bir mezarın üretimi iddiası 6 yıl sürüyormuş.
Artık Mısır seyahatimizin 6. günü ve tekneyle Esna kentine doğru ilerliyoruz. Yol sırasında Esna’da değişik bir deneyim daha ediniyoruz: Kanal Asansörü. Bu, ırmağın farklı düzeylerindeki suyun akış debisinin ayarlanması için yapılan bir cins baraj sistemidir. Irmaktaki ulaşımın kesintisiz sürmesi için, su doldurulunca içindeki tekneyi yükselten bir nevi asansör olan havuz, aynı vakitte dönüşte suyu boşaltılınca tekneyi aşağıya indiriyor. Olağanüstü büyük otel gibi gezi tekneleri de bu iki havuza lakin sığıyor ve süreçler hızla uygulanıyor. O gece bir kaç saat sıramızı bekledikten sonra havuzlara girebildik. Ben, arkadaşlarım uyurken, gece teknenin üstüne çıkarak bu ilginç teknik olayı ayrıntılı bir şekilde izledim. Gece yarısı bu türlü bir tecrübesi yaşamak epey ilginç oldu.
Geceyi Esna’da geçirip, sabah kahvaltıdan sonra Edfu Tapınağını ziyaret ediyoruz.
Edfu, Aswan’ın kuzeyinde 60 km uzaklıktadır. Horus Tapınağı, Edfu kentindeki en önemli tapınaktır. Tapınağın 2. Ara Dönem vaktinde inşa edildiği düşünülüyor. Bu tapınaktaki kitabeler, rölyefler ve ilave yapıların üretimi 180 yıl sürmüş. Edfu Tapınağı, Yeni Krallık’ın klasik Mısır Tapınaklarına benziyor. Mamisi, yani kral ailesinin doğum evi gibi birkaç Yunan öğesi de eklenmiş.
Giriş kısmı, avlu ve şapelden oluşuyor. Mamisi’nin duvarları, tanrıça Hathor ve ilah Khnum’un kucağındaki küçük Horus’un ilahi doğumunu gösteren kıssalar ve hamilelik ve doğumla ilgili sair rableri gösteren rölyeflerle dekore edilmiştir.
Tapınaktaki dikkate kıymet ögelerden birisi de Nilometre’dir. Nil’in taşmasını ölçen bu düzenek, bir kuyu ve Nil Nehri’ne ulaşan bir tünelden/kanaldan oluşuyor. Rahipler kuyuya inerek suyun kaç basamak yükseldiğini bulmaya çalışırlardı.
Horus Tapınak gezisinden sonra tekne ile Kom Ombo kentine hareket ettik. Akşam yine teknede açık büfe vardı, lakin artık hem sıcaktan hem yorgunluktan porsiyonlarımız iyice küçüldü. Erkenden de yatıyoruz. Sabah çok erken olmasa da 9.30-10.00 gibi yola koyuluyoruz. Artık sıra Kom Ombo Tapınağı’nda, Aswan’a varmaya az kaldı.
Kom sözü Arapça’da “küçük tepe”, Hiyeroglif antik Mısır lisanında “Ombo” ise “altın” anlamına geliyormuş. “Altın tepesi” demekmiş. Bu ortada, o periyotta gümüş daha az bulunurmuş ve altından daha değerli imiş.
Mısır’ın güney hududuna yakın, ileri bir karakol fonksiyonu gören kentin tarihi firavunlar vaktine kadar uzanıyor. Eski Mısır’da “altın şehir” anlamına gelen Nubt olarak anılıyormuş. Helenistik ve Roma periyotlarında adı değişmiş olmasına rağmen fonksiyonunu korumuş ve Yunanlılar ismini Omboi olarak değiştirirken, Romalılar Ambo olarak isimlendirmiş. Şehir, bugün hala ayakta kalan görkemli tapınağı ile ünlü.
Tapınak, Sobek (timsah) ve Horus (şahin) isimli ilahlara adanmış. Aynı vakitte “Timsah Evi” (Sobek) ve “Şahin Kalesi” (Horus) olarak da biliniyor. Bölgede, Hanedanlıklar öncesi periyottan beri yerleşim olduğuna dair önemli ispatlar var ve yakınında Eski Krallık mezarları bulunuyor lakin mevcut tapınak Büyük İskender sonrası, Helenistik devirde inşa edilmiştir. Üretimi yaklaşık 100 yıl sürmüştür.
Hristiyanlığın ilk periyotlarında Kıpti kilisesine dönüştürülen tapınaktaki kabartmaların birçoklarını tahrip etmişler ve tapınak taşları sökülerek yapı gereci olarak kullanılmış.
Eski Mısır’da ilahlarla ilişkilendirilen hayvanlar, kutsal ve korunmuş addedilir, büyük hürmet görürlermiş. Hatta bu hayvanlar öldüklerinde, sahiplerinin sosyal statüsü ile orantılı olarak detaylı ve kıymetli bir cenaze töreni düzenlenirmiş. Onurlarına tapınaklar inşa edilirmiş. Mısır’da mumyalanmış birçok timsah bulunmuş, olağanüstü çirkin bir görünüm arz ediyorlar. Bir zamanlar çok sayıda timsah, bu tapınağın içinde ve etrafında dolaşırmış. Kom Ombo Tapınağı’nda 300den fazla timsah mumyası bulunmuş ve bu mumyalar tapınağın çabucak bitişiğindeki Timsah Müzesi’nde sergileniyorlar.
Kom Ombo tapınağı güya güzelleştirici güçleriyle tanınıyormuş ve Eski Mısırlılar tedavi olmak için tapınağı ziyaret ediyorlarmış.
7. günün gecesi boyunca son durak Aswan’a doğru yol aldık. Sabah kahvaltıdan sonra, önce 3 km uzunluğunda ve 11 metre yüksekliğindeki toprak dolgu Aswan Barajı’nı gezdik. Orada, çoğunlukla yerel eserlerin bulunduğu bir büfe vardı ve natürel büfede eserlerimiz de çoğunluktaydı. Sahibi beni görünce, selfie çekmek istedi, tanzim/teşhiri nasıl bulduğumu sordu ve “Üç gündür seni bekliyoruz.” dedi. Biraz soluklandıktan sonra geldiğimiz istikametin aksi istikametine döndük; bu, bizim etrafı daha çok görmemizi sağladı. Baraj hakikaten muazzam bir yapı; Nasır devrinde Rusların yardımıyla inşa edilmiş. Bu barajın inşasının kıssası, bazen “topyekün Batı” diye isimlendirdiğimiz ögelerin nasıl pragmatik ve bencil olabildiklerine iyi bir örnektir. Biz de Keban Barajı ve Gap projesi inşasında emsal zorluklarla karşılaşmıştık. Hatta hatırlarım, Avrupalıların tezi olarak inşa ettiğimiz barajların nasıl bir tabiat felaketi olduğu ve hatta vazgeçilmesi gerektiğine dair bir rapor okumuştum.
Bitmemiş Obelisk, artık kentin içinde kalmış olan Aswan taş ocaklarının kuzey bölgesinde yatıyor. Şayet tamamlanabilseydi, Antik Mısır’da bugüne kadar yapılmış en uzun ve en büyük dikilitaş olacakmış. Maalesef, dikilitaş yatağında kesilirken çatlamış ve yarılmış, bu yüzden de terkedilmiş. Böylelikle bize bu sürecin nasıl yapıldığının bir ispatı olmuş. Dikilitaşın, adeta o granit kaya içinde gömülü olduğunu seziyorsunuz ve etrafı oyularak yattığı yerde şekillendirilip çıkarılıyor. Önce etrafında derin oyuklar yapılıyor ve bu oyuklara sıkı geçme odun çakılıyor. Sulanan odunlar genişleyince, taşı çatlatıp birbirinden ayırıyor. Yan yana sayısız oyuğun meydana getirdiği küçük çatlaklar, hedeflediğiniz formdaki kayayı oluşturuyor. Arkeologlar, Eski Mısırlıların kayayı kesmek için granitten daha sert bir kaya çeşidi olan doleriti kullandıklarına inanıyorlar. Bana göre ömür törpüsü bir iş! Fakat bir hükümdarın gücünü göstermek için yapabileceği şeyler bunlar; piramit inşası, dikilitaşlar vb. Tahminen halkı da oyalayıp hatta organize edip, besleyip daha kolay yönlendirebiliyorlardı.
Bu yarım kalan dikilitaşın M.Ö. 15. yüzyılda Kraliçe Hatshepsut’un saltanatı sırasında inşasına başlandığı ve sonra terk edildiğine inanılıyor. Fotoğrafta üstten açıkça görüldüğü gibi tam 3500 yıldır olduğu yerde o denli kalmış.
Tüm taş ocağı artık açık bir müze.
Tübitak mecmuasında dikilitaşların ne işe yaradığı, nasıl taşındığına dair çok güzel bir yazı var.
Taş ocağından sonra ikramlık, hatıra alışverişi yapılabilecek küçük bir pazara düştü yolumuz. Baharatçı dükkanları da enteresandı. Bir el dokuma tezgahı gördük. Dokumacıyı izleyip, onunla fotoğraf çektirdik. Ben doğal sarı/lacivert renkleri tercih ettim.
Ve nihayet Mısır Goyamızın sonuna geldik. Aswan’a gelip de Agatha Christie’nin Kral Fuad tarafından ağırlandığı 19. yüzyılda yapılmış olan Sofitel Old Cataract Otel’i ziyaret edilmez mi? Herhalde herkes o denli düşünmüş olacak ki otele giriş fiyatlı, ama yemekten düşüyorlar.
Uzun ama yararlı bir seyahatti, biraz da yorucu. Lakin Mısır’ı, insanları, kültürlerini daha iyi anladığımızı, tarihte Eski Mısır ve Yeni Mısır ayrımını daha iyi yapar hale geldiğimizi söyleyebilirim. Umarım siz de faydalandınız. Aslında tanışmadan iş/ticaret yapamazsınız. Hayatın gayesi de MUTLUETMUTLUOL ise nasıl goyalamayalım ki…
Deprem Felaketi Sonrası Umut Işığı : Kahramanmaraş’ın Kıraç Toprakları Çilek Üretimiyle Canlanıyor
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.