34,5686$% 0.25
36,0346€% -0.56
2.999,22%1,27
5.098,00%0,41
20.335,00%0,59
2.700,20%1,07
9.422,87%0,59
T24 Kültür Sanat
Gazeteci Doğan Satmış tarafından kaleme alınan ‘Nemrut’u Bize Armağan Eden Kadın’ kitabı, 20’nci yüzyılın başında 1901 yılında doğup, 1980’li yıllarda hayatını kaybeden ama ömrünün önemli bölümünü Türkiye’de sırasıyla Tarsus, Malatya, Ankara, Adıyaman, Gaziantep’te geçiren öncü bir arkeolog kadının; New Yorklu Theresa Goell’in hikayesini anlatıyor.
Theresa Goell, kitabın arka kapağında şu tabirlerle betimleniyor:
“Kırklı yaşlarının ortasında bir bayandı… Boşanmıştı, çocuklu, dul bir anneydi. Kulakları hiç duymuyordu, sağırdı. Erkeklerin ilgi alanı olan arkeoloji ile uğraşıyordu. Muhafazakâr bir Yahudi olarak Müslüman bir ülkede çalışmaya geldi ve hayatını Nemrut Dağı’na adadı. Çünkü ona, yani Nemrut’un kralı Antiokhos’a aşıktı.”
Doğan Satmış, Karakarga Yayınları’ndan çıkan kitabın önsözünde Goell’in Nemrut Dağı için ne kadar önemli biri olduğunu şöyle anlatıyor:
Birincisi, burası Kral Antiokhos’un yaptırdığı bir tapınak. İkincisi o periyotta yaşamış Komagene halkı için Hükümdarlarına taptıkları dini, kutsal bir alan; yani bir “hac” yeri. Son olarak yine periyodun Kralı Antiokhos’un mezarı. Her bir nesli 25 yıl sayarsak, bizden 80 nesil önce bölgede yaşamış insanlar kutsal saydıkları bu alanı, büyük ustalıkla süsleyip devasa heykeller yapmışlar, sonra da dağın zirvesine bir dağ daha ekleyecek kadar çalışıp, yapay bir zirve oluşturmuşlar. Bu doruğun içine de hükümdarları Antiokhos’un mezarını saklamışlar. Hükümdarın mezarı hâlâ o doruğun içinde ve sonsuza kadar orada kalacak.
Dünya tarihi içinde, bir kral için bir dağ yapmak eşsiz bir olay ve başka bir örneği de galiba yok. Dağın ne kadar büyük olduğunu anlamak için oraya gitmekten başka çare yok. Dağdan indikten sonra, değişik istikametlerden kilometrelerce uzaktan bakıldığında, bu yapay doruğun nasıl fark edildiğini görmek insanı çok şaşırtıyor. Seksen nesil önce orada yaşayanlar, her ay iki kez, yaz ve kışta özel bir alay yolundan saatlerce tırmanarak dağın zirvesine 14 çıkıp, yiyip içmişler, müzik dinleyerek eğlenmişler. Hükümdarın emriyle bu cümbüşler için hiçbir bedel ödememişler, müzisyenler sadece onlar eğlensin diye özel olarak yetiştirilmiş. Kendilerine sadece “içtiğiniz şarabın kadehlerini burada bırakın” şartı koşulmuş. İşte iki bin yıl önce, böyle bir hayatın sürdüğü bölge, Güneydoğu’nun günümüzde Adıyaman vilayetindeki bir dağın zirvesi. Birkaç yıl önce bu bölgeyi gezerken, yöreden biri, “Bu dağda bir Amerikalı arkeolog kadın vardı, uzun yıllar çalıştı, hatta dağın altına girmek için dinamit bile patlattı” deyince, sonradan isminin Theresa Goell olduğunu öğrendiğim bu meraklı kadını araştırmaya başladım. Bu kitap, 20’nci yüzyılın başında 1901 yılında doğup, 1980’li yıllarda hayatını kaybeden ama hayatının önemli bölümü Türkiye’de sırasıyla Tarsus, Malatya, Ankara, Adıyaman, Gaziantep’te geçiren bir kadının hikayesini anlatıyor. Öncü bir arkeolog olan Theresa Goell, Nemrut’un ismini duyduğu andan itibaren, kendini buraya araştırmaya adadı. Theresa Goell, Nemrut’ta Zengin bir Amerikalının kızıydı, New York’ta varlık içinde yaşayabilirdi. Ama yakınlarının dediği gibi çağının “Indiana Jones” özelliklerini taşıyordu. Amerika’daki bu hayatını, ailesini, çocuğunu, her şeyi geride bıraktı ve kendini sadece işine verdi. Nemrut Dağı’ndaki bir çadırda; fırtınaların, yağmurların ve birçok kez de yakıcı güneşin altında yaşamaktan kaçınmadı. Güneydoğu’nun o yıllarda yabancıların ziyaretine bile yasak dağlık bölgelerine giren ilk Batılı bayandı. Çevre köylerdeki insanlara “hemşire” ve “vasi” oldu, hayırseverliğini hiç ihmal etmedi; sayesinde, köylerdeki gençler New York’tan gelen Brooks Brothers takım elbiseleri giydi, gururla poz verdi. Kazılarda görevli Adıyamanlı bir köylü, Theresa Goell’in New York’tan getirdiği Brooks Brothers marka ceketiyle poz veriyor. Hem Türkçe hem Kürtçe konuşmayı öğrendi, kamp ayaklanmalarını yatıştırdı, birbirlerine bıçak çeken, silah doğrultan insanların ortasını buldu. Tüm bunların üstesinden gelerek tarihin daha önce belirsiz ve yanlış anlaşılan bir periyodunu dünyaya öğretmeyi başardı, ağırlıklı olarak erkeklerin yoğun olduğu bir alanda sebat edip başardı; sahada yeni jeofizik teknikleri kullanan ilk arkeologlardan biriydi. Theresa’nın araştırmalarını kitaplaştıran Donald Sanders, şöyle anlatmıştı onun ehemmiyetini: “Theresa, Nemrut Dağı’nda çalışmadan önce bölgede yol, su ve gezginlerin dinlenebileceği bir yer yoktu. Şimdi her iki tarafa giden asfalt yollar, oteller ve hanlar ve sadece su veren değil, aynı zamanda tamamen fonksiyonel bir kafeterya var. Orayı bilen çok az kişi vardı, şimdi burası bir turizm merkezi ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde.” Theresa, tüm bunları başardıktan sonra da küllerini yine Nemrut’a gönderdi. Birlikte Nemrut Dağı’ndaki arkeolojik hafriyatlarda çalışan yöre insanlarından Abuzer Dedo onu şöyle anlatmıştı: “Bir gün bana, ‘Abuzer, haydi beni karşıda görünen dağın zirvesine götür’ dedi. Ben de götürdüm. Zirvede oturdu, rüzgâra bıraktı kendini. Altımızda Fırat vardı öyle görkemli bir görüntüydü ki, ben oraya önceden çıkmıştım ama o görünümün öyle güzel olduğunu o zaman Theresa ile fark ettim. Theresa bana orada, ‘Abuzer ben bir gün ölürsem benim küllerimi burada rüzgârda savur, küllerim rüzgâra karışsın. Ağaca, çiçeğe, böceğe, Fırat’a… Çünkü ben o zaman ölmeyeceğim, sonsuza kadar burada yaşayacağım. Küllerim buradaki çocuklara, kadınlara yürek verecek, onlar da okuyup benim gibi araştıracaklar.’ demişti. Ben de gülmüştüm. Ama gerçekten yıllar sonra o zirvede Theresa’nın küllerini rüzgârla savurdum. Şimdi her gün buraya gelip bakıyorum o dağın doruğuna, güya orada Theresa’yı görüyorum. Kokusu havaya karışmış, Theresa’yı ciğerlerimde teneffüs ediyorum. Evet ‘Ben ölmem.’ demişti. Bence de Theresa ölmedi…”
Amerikalılar da onu bir kahraman olarak görüyorlardı, gazeteci Anita Gates şöyle yazmıştı: “Theresa, bir kadın kahramandı. Bir zamanlar pilotluk, aktivistlik, gazetecilik gibi büyük ölçüde ‘erkek dünyası’ olduğuna inanılan bir alanda öne çıktı. Türkiye’nin Güneydoğu dağlarında Müslümanlar arasında, boşanmış, işitme engelli bir Yahudi kadın olarak arkeolojiye adım attı.” Öncü kadınlar, her zaman dünyayı daha yaşanılır, daha güzel ve daha anlamlı kılıyorlar. Bu kitap böyle öncü bir kadının hikayesi. Ve bu kadının Nemrut Dağı’na, Komagene Kralı Antiokpos’a duyduğu aşkın hikayesi. |
Doğan Satmış kimdir?
1961’de Siverek’te doğdu, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi, İngiltere’de yabancı dil eğitimi aldı. Gazeteciliğe 1981’de Anadolu Ajansı’nda muhabir olarak başladı. Günaydın ve Bugün gazetelerinde görev yaptı. Hürriyet’te Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Yazı İşleri Müdürü olarak 17 yıl çalıştı.
Gazetenin ilk Okur Temsilcisi (Ombudsman) oldu ve bu görevi beş yıl sürdürdü. Referans Gazetesi’nde köşe yazıları yayımlandı. Sabah Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmen Yardımcılığı yaptı. 2009’da yayım hayatına atılan Habertürk Gazetesi’nin kurucu Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı’ydı, köşe yazıları kaleme aldı. Yayın Danışmanı ve köşe yazarı olarak Cumhuriyet Gazetesi’nde yaklaşık 1,5 yıl bulundu. Uluslararası Gazetecilik Merkezi’nin (ICFJ) bursundan yararlanarak Amerika Birleşik Devletleri’nin Cleveland kentindeki Plain Dealer Gazetesi’nde konuk editörlük yaptı.
Dünya Ombudsmanlar Birliği Derneği üyeliği, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeliği, Uluslararası Basın Enstitüsü Türkiye Komitesi üyeliği yaptı. Hala Basın Konseyi Yüksek Konsey üyesi ve Basın Konseyi Dayanışma ve Geliştirme Vakfı Yönetim Kurulu üyesidir. Daha önce yayımlanmış on bir kitabı bulunuyor.
Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa Haber – Bursa Gündem – Bursa Gündem Haber – Bursa Haberleri – Bursa Son Dakika
Bizi İnstagram’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi X’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr
Bizi Facebook’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi Youtube’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi Linkedin’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
TRT Sinema Müdürü Faruk Güven, Filistin ile İlgili Sinema Projeleri Yapıyor