32,6784$% -0.04
35,3888€% -0.23
2.508,13%-0,12
4.063,00%1,18
16.276,00%1,18
2.387,78%-0,13
10.851,78%-0,19
Prof. Dr. Mustafa Şen Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.
– 22 yıllık AKP iktidarında gözlemlediğiniz en besbelli değişim nedir?
Daha önce başlayan ve AKP döneminde değişen en önemli şey kentleşme. Bu sürede köyler neredeyse tamamen boşaldı. Şu anda nüfusun yüzde 93’ü il ve ilçelerde yaşıyor. Bu çok büyük bir dönüşüm. Köyden kente göçün Türkiye’de artık bittiğini söyleyebiliriz.
– Kentleşmenin toplumsal yapıya etkisi ne oldu?
Şehir, her açıdan çeşitlilik ve konformist yaşam demektir. Kent, orta sınıf yaşam biçimidir. İktisattaki en küçük kırılganlık dahi sizi doğrudan etkiler. Kent; geniş hane, akrabalık, hemşehrilik bağlarının zayıflamasını getirir.
– Akrabalık ilgilerinin zayıflaması yardımlaşmayı da etkilediği için mi kırılganlık artıyor?
Kentli nüfus, ekonomik değişiklikler karşısında çok kırılgan oluyor. O nedenle kent yönetimi çok ön plana çıkıyor. Yerel seçimle, genel seçimin bu kadar birbirine yaklaşması, canlılık ve rekabet açısından iyi bir gösterge. Zira artık Türkiye kentli bir toplum. Bu kentli toplumun da belli istekleri var. Biz buna genellikle kent hakkı diyoruz.
– Nedir kent hakkı?
Sağlıklı, sürdürülebilir, güvenli, adil bir şehir isteği. Ankara, İstanbul, İzmir ve diğer kentlerde aslında bunu görüyoruz. Halkta doğrudan aktif bir tepki olmasa bile daima bir gündem oluyor.
– Kent deyince akla rant da geliyor…
AKP dönemindeki önemli noktalardan biri de kentsel rantın yaratımı ve dağıtımı. Bu, Türkiye’deki sermaye birikimi açısından çok kritik. Kentsel rant, sermaye birikiminin en önemli alanlarından biri durumuna geldi. Eski yerlerin yenilenmesi, yıkıp yerine yenisinin yapılması, boş bir arazinin tümden imara açılması… Son 30 yılın en önemli istikameti, çok büyük bir kent rantının yaratılması oldu.
– Kentleşme; yaş ortalamasının yukarı çıkması, doğurganlığın azalmasının sebeplerinden mi?
Kentleşmeyle bağlı olarak demografik yapı önemli bir değişikliğe uğradı. Doğum hızı binde 1.1 oldu. Bu, nüfusun azalma trendine girdiğini gösterir.
– Ne kadar olmalı bu trende girmemek için?
Minimum 2 olması lazım ki var olan nüfus yeniden üretilebilsin. Önemli başka bir şey de evlenme yaşı. Kadınlarda ortalama 26 diyebiliriz, erkeklerde 28. Artık insanlar geç evleniyor. Hane büyüklükleri 3.4’e indi. Bu çok önemli bir dönüşüm.
– Bunun önüne nasıl geçilebilir?
Yaşam maliyetinin yüksek olması insanları, tek çocuğa ya da az çocuğa doğru itiyor. Bunun önüne geçmek çok mümkün değil. Öte yandan 65 yaş üstü nüfus artıyor. İleriye dönük çok önemli bir bakım sorunu geliyor. Ankara’ya daha çok Gürcüler, Kırgızlar, Azeriler yaşlı bakımı için geliyorlar. Tek başına yaşayan çok fazla yaşlı var. İnsanlar bakıcı bulmakta zorlanıyor. Bu bize, aile ve aileyle ilgili trendlerin değiştiğini gösteriyor.
– Kentleşme nedeniyle nüfus azalma trendine girerken, demografiyi etkileyen bir başka öge da sığınmacılar değil mi?
Çok çeşitli kaynaktan nüfus geliyor. Ama Suriyeli ve Afganistanlılarla ilgili durum başka bir şey.
– Nasıl başka?
Çünkü Suriyeliler geçici koruma altındaki nüfus. Afganları literatürde düzensiz göç ya da kayıtsız göç dediğimiz kategoriye sokabiliriz. Bunun dışında da bir sürü kategori var. Türkiye; 90’lara kadar göç veren ülke olarak tartışılıyordu. 90’dan itibaren göç alan ülke olarak tartışılmaya başladı. Son 22 yılda köyden kente göç bitti, dış göç arttı. Birbiriyle uyuşmayan iki süreç.
– Hem düzensiz göç hem de sığınmacıların doğum oranlarına baktığınızda bunun Türkiye’nin geleceği açısından tehlikesi nedir?
Tehlike diye tartışmak o kadar doğru değil. Bu böyle gitmeyecek. Onların çocuklarına bakmak lazım. Zira onların çocukları beş çocuk yapmayacak. Muhtemelen birkaç kuşak sonra onlar da bu noktaya gelecek. Aynı şey 90’lı yıllarda Kürt nüfus için de tartışıldı. Kürt nüfusun doğum oranları çok yüksekti. Şimdi değil. Zira hepimiz aynı ekonomide yaşıyoruz. Bunun hem ekonomik hem kültürel hem de bayanlarla ilgili boyutu var. Ne olursa olsun kadınlar çok çocuk yapma taraftarı değil.
– Sığınmacılara yönelik tepki neden büyüyor?
İzmir’de yapılan bir çalışma var. Tepki iki noktada düğümleniyor. Bir; işçi işini kaybettiğini söylüyor ki bu anlaşılır bir tepki. Suriyeliler ucuz personelliği kabul ediyor. İki; halk kentini, mahallesini, sosyal alanını kaybettiğini düşünüyor. Bunlar olağan ki yakıcı ve yanıcı sorunlar. Bu her ülke için zor. Şeffaf olmak çok önemli. Kamu kaynağı kullanıyorsunuz. Zati yansıların bir kısmı da bu nedenle geliyor. Vatandaş, “Benim vergimle besliyorsun” diyor. Bu, çatışma ve gerilim yaratıyor. Öte yandan bir kısmı özellikle tarımdaki iş gücü açığını kapatıyor.
– Bu açığı biz neden kapatamıyoruz?
Göçmenler kendi yaşam düzeyini çok daha aşağı çekebilirler. Ama 20-25 yaşındaki birini çobanlık yapmaya, yılın birkaç ayını dağlarda bayırlarda geçirmeye ikna edemezsin. Para versen bile gitmiyor. Fransız Dili ve Edebiyatı profesörü kağıt topluyor. Tahminen Suriye’de kalsaydı bunu asla yapmayacaktı. Mühendis bir Türk de başka bir ülkede tuvalet temizleyebilir. Ayakta kalması, yaşaması lazım. O yüzden ne iş olsa yapıyorlar, geçici görüyorlar. Kimisi fırsat bulursa Avrupa’ya gidiyor.
– “Yakıcı ve yanıcı” dediniz, biraz daha açar mısınız?
İki kişi bir mevzudan tartışsa, bu onların tartışması olur. Ama tartışanlardan biri Suriyeli olursa, adı “Suriyelilerle kavga” olur. Yanıcı, yakıcı dediğim kısmı bu.
– Yanıcı ve yakıcılığın önüne nasıl geçilir?
Toplumda bir kaynama ve gerilim var. Bu, ekonomik kriz devirlerinde daha da tehlikeli olur. Zira insanlar bir günah keçisi arar. Günah keçiliği, en zayıf kümelere yönelir. Şu anda da en zayıf grup ne olursa olsun yoksul Suriyeliler. O nedenle gözümüze en çok onlar batıyor.
– Çözüm ne olmalı?
Çözümü kolay bir sorun değil. Bunların sınırda veya sınıra yakın bölgelerde tutulması gerekiyordu. Kentlere dağılınca içinden çıkılmaz oldu. Başta bir kayıt sistemi yoktu. Denetimsiz şekilde geldiler. Şimdi öncelikle Suriye ile Türkiye münasebetlerinin düzelmesi gerekiyor ki kalıcı bir çözüm bulunsun. İki; Türkiye’de bununla ilgili rasyonel bir tartışma olmalı. Tartışmaların önemli kısmı, sonuca varmak için değil fikrini kabul ettirmek için yapılıyor. Bu, hepimizin geleceğini etkileyen bir konu. Hele ekonomik gidişatın iyi olmadığı dönemlerde bunlar çok daha tehlikeli. Şu anki durum bugüne kadar bizim bildiğimiz bir göçmen olgusu değil. Olağan dışı bir göçmen olgusu yaşıyoruz.
– Neden olağan dışı?
Örneğin Halepçe katliamından sonra 1 milyonun üstünde sığınmacı geldi ve çabucak hepsi birkaç yıl içinde döndü. 80’lerde Bulgaristan’dan gelen Türkleri düşünün, aynı dili konuşuyoruz. Yani o da başka bir durum. Yine 90’larda eski sosyalist ülkelerden geçici göç aldık. Bu da tamamen başka bir şey.
– Özellikle Suriye ve Afgan nüfusa baktığınızda ne dersiniz?
Suriye’de iç savaşın bir sonucu olarak, Afganistan’dan da Amerika’nın çekilmesinin sonucunda gelenler var. İkisi bile aynı değil. Zira Afganlar başka bir ülkeyi geçerek, planlı bir şekilde geldiler. Ama Suriyelilerin statüsü farklı, geçici koruma altındalar. Sayıyı bilmiyoruz. Kamuoyu, söylenen sayılara ikna olmuyor. Afganlarla ilgili sayıyı da tam olarak bilmiyoruz. İkincisi; bu nüfusun birleşimini bilmiyoruz.
– Bunun anlamı nedir?
Afganların çoğunluğu için “genç erkek” deniyor. Ama Suriyeliler çok daha geniş bir spektrumda. Zengini de, yoksulu de, iç savaşta yer alan cihatçı kümeleri da geldi. Yani bu kadar büyük bir nüfusun homojen olmasını bekleyemeyiz. Önemli sorunlardan biri bu.
– Pekala kalış mühletinin uzamasının toplumsal etkisi için yorumunuz nedir?
Süre uzadıkça bu çeşit kümelerle ilgili sorun artabilir. Zira yerleşikleşmeye başlar. Bu da günlük hayatta çok müsabaka anı getirir. İhmal etmememiz gereken bir konu da evlilik. Türkiye’de Suriyelilerle evlilik ikinci sırada.
DÜŞMANLAŞMA RİSKİ
– Tüm çıkan olaylara baktığınızda Türklere karşı düşmanlaşma ihtimalleri var mı?
Tabiki var, zira toplumdan tepki geliyor.
– En son Kayseri olaylarını yaşadık. Bu kadar çok sığınmacının ve onlara yönelik reaksiyonun olması Türkiye’yi provokasyon ve iç çatışmalara açık hale getiriyor mu?
Kesinlikle. Kayseri ve diğer kentlerdeki olaylar korkunç ve kabul edilemez. Kime karşı olursa olsun ve ne nedenle olursa olsun şiddete karşı durmalıyız. Ayrıca bu bir suç. Bir; yerleşikleşme, iki; ekonomik kriz gerilimi, çatışma potansiyelini artıran ögeler. Bu aynı zamanda provokasyon, fizikî saldırı ve çatışma için de uygun bir zemin hazırlar. Bu nedenle herkesin ajitatif ve provokatif değerlendirme ve tartışmalardan kaçınması gerekir. Kolay bir tahlilin olmadığını kabul edip, sorunu serinkanlı ve rasyonel bir şekilde ele almak ve kalıcı tahliller üretmeye çalışmaktan başka bir çare yok.
– Sorunun tahlili için “rasyonel tartışma” yapılmadığına dikkat çektiniz. Şu an nasıl tartışılıyor?
Burada iki görüş var. Bir; “Bunlar gitmez, kalacak, alışalım” diyenler. İki; “Tümünü göndereceğiz” diyenler. Ben ikisini de gerçekçi bulunuyorum. Yani geçici sığınmacı olduğu için statüleri belirsiz. Lakin vatandaşlık alanlar da oldu. Eğitim sürecine girdiler. Burada doğmuş, büyümüş, okula hatta mesleğe başlamış olanlar var. Bu durum geçici koruma statüsünün çok ötesine taşıyor. Oturup araştırıldığında birçok farklı kategori çıkacak ortaya. O nedenle iş çok karmaşık.
– Kalanlar da gidenler de olacak mı yani?
Bir kısmı kalacak, bir kısmı muhtemelen gidecek. Bu, ülkelerindeki duruma bağlı.
IRKÇI DEMEK YANLIŞ
– “Gitsin” diyenler ırkçılıkla suçlanıyor, “gitsin” demek ırkçılık mıdır?
Bunu söylemek yanlış. Göçmen zıtlığı ile ırkçılık aynı şey değil. Irkçı olup da söyleyen, ırkçı olmadan da söyleyen olabilir. Irkçılık başka bir şey. Kendi ırkını başkalarından üstün tutup, yönetme hakkınız olduğunu söylerseniz, ırkçısınız. “Geldiler, başımız gözümüz üstüne, kalacaklar” demek de ayrı bir uç. Bir yandan tırnak içinde hümanizma, insan hakları, adı altında bunu diyorlar. Haklı oldukları istikametler var ama burada ortaya başka bir sorun çıkıyor. O da aidiyet sorunu. Biz Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlıyız. Bunlar o denli mi? Bağlılıkları, aidiyetleri nereye, bilmiyoruz. Üç tane bağlılık hali söyleyebiliriz. Millet, vatandaşlık, ümmet olabilir.
– Pekala vatandaşlık alanlar?
Vatandaşlık en dikkatli olunması gereken konu. Zira vatandaş olduğunuzda eşit haklara sahip oluyorsunuz ve o sizin siyasi birliğinizin bir parçası haline geliyor. Parti kurabilirler. Diğer partilerle pazarlıklar olabilir. Vatandaşlık için başka ülkelerde birçok kriter var. Şu an bile Türkiye’den Suriye’ye gidip gelenler var. Mesela Almanya gideni geri almıyor. Ama Türkiye’ye baktığınızda insanlar da mallar da gidip geliyor.
– Bazı belediyeler hizmetlerini sığınmacılara daha pahalıya veriyor ve oradaki sayı azalıyor. Bu cins lokal uygulamalar için ne dersiniz?
O vilayetlerden çıktılar ama Avrupa’ya gitmediler, Türkiye içinde geziniyorlar. İktidar uzun süre açık kapı siyaseti uyguladıktan sonra belediyelerin lokal olarak bu şekilde aldıkları tedbirlerin çözüme katkısı yok.
Şanlıurfa’da Kelamlı Taciz ve Saldırı: ‘Burada Böyle Giyinemezsin’
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.