DOLAR

34,2214$% 0.06

EURO

37,8679% 0.07

GRAM ALTIN

2.919,88%-0,11

ÇEYREK ALTIN

4.985,00%-0,22

TAM ALTIN

19.880,00%-0,22

ONS

2.652,71%-0,21

BİST100

9.012,87%-3,62

Öğle Vakti a 12:58
Bursa AÇIK 17°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
SON DAKİKA

DOLAR 34,2214

EURO 37,8679

ALTIN 2.919,88

BİST 100 9.012,87

Öğle 12:58

17°

Sezen ve Geri Kalan Her Şey

ad826x90

Köşe yazılarından tanıdığımız Ankaralı flanör Can Öktemer, kendine bir roman karakteri olarak baktığı ‘Hayat, Cihan ve Sezen Hakkında’da, ana karakteri Cem Taner’in içinden, kendilik kavramına yabancılaştığı ve tamamıyla kendi olduğu hallerde sesleniyor bize. Kitap boyunca çektiği varoluş sancılarına, nihilizme göz kırpan diyaloglara yer vererek, gelecek ve geçmiş arasındaki o kocaman boşluğa, hayatının “şimdi”sine çağırıyor. Üstelik bunu iki ana kısımdan oluşan kitabını tam ortasından Sezen’le bölerek yapıyor ve yaşama dair şöyle fısıldıyor: “Zaten hayatta her şey sadece bir kez olur ve biter. Yeniden yaşadığımızı sandığımız anlar ancak yanılsamadan ibarettir.”

ÖPÜŞME EYLEMİ, EYLEMSİZLİK

‘Hayat, Cihan ve Sezen Hakkında’nın iki ayrı bölümünü iki ayrı şekilde ele almamız gerekiyor. Bunun nedenini, Sezen’den öncesine baktığımız ilk bölüm boyunca ana karakter Cem Taner’le birlikte sakin sularda salınmamız, ikinci bölüm yani Sezen’in Cem Taner’in hayatına girişiyle birlikte suların çağlaması olarak aktarabilirim.

Peki ilk kısımda, sakin suların altında neler var?

Cem Taner’i Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde bulduğumuz ilk kısmın en başlarında, ana karakterin yüksek lisans tezini heyete sunacağı anı kovalıyoruz. Cem Taner’le bürokratik mahzurlara takılıyor, vakti yanlış anda donduran saatin kadranına bakıp kalıyor, aksiliklerle kaybedilen süreyi Ankaray’la yakalamaya çabalıyoruz. Sonra Mülkiyeler Birliği’nde soluklanıyor, daha sonra da Cem Taner’in çocukluk arkadaşları ile rakı kadehlerini tokuşturuyoruz. Yani ilk bölüm boyunca sıradan bir hayatın içinde, Ankara’nın o bilinen yüzüne bakarak “şimdi”yi yaşıyoruz. Üstelik bu sıradanlığın sadece Cem Taner’e özgü olmadığını, muharririn şu cümleleriyle daha iyi kavrıyoruz: “Ankara sadece küçük bir şehir değil, neredeyse herkesin aynı şeyleri aynı saatlerde yaptığı bir yer. Dolayısıyla tanımadığınız biriyle, gün içinde fark etmeden aynı yerlere gidip, aynı şeyleri yapıp aynı yerde karşılaşabilirsiniz. Böylelikle birbirinize hiç değmeden o güne dair ortak bir hafıza yaratmış olursunuz.”

Bu noktada, kitabın en sevdiğim detaylarından birine değinmek istiyorum. Can Öktemer’in kaleminin niteliğini bu ortak hafızanın etrafında gördüğümüz anlar, sıradanlığa kuvvetli bir mola. Bunlardan biri şöyle: Orkut Stüdyosu yani eski adı Arı Sineması olan yerin önünden geçerken, tüm şehrin bildiği bir öyküyü anlatmaya koyuluyor yazar. 1970’li yıllarda Sophia Loren’in kendi sinemasını izlemek için Arı Sineması’na geldiğini aktardıktan hemen sonra, Loren’i caddede yürürken hayal ediyor. Şimdi ve geçmişin iç içe geçtiği bu sayfalar çok geçmeden yerlerini müellifin ferdî hafızasının taşıdığı anılara bırakırken, gerçeklik vaktin içinde bükülmeye koyuluyor. Ve oradan, kızıl saçlarıyla eski sevgili Gizem çıkıyor. Geçmişteki bir günde Gizem’le turnikelerin önünde buluşan Cem Taner, sevgilisiyle öpüştükten bir an sonra kendini bir protesto gösterisinin içinde buluyor. Cem Taner siyasetten uzak durduğu bir hayatın içinde öpüşerek gerçekleştirdiği politik eylemi aktarırken, hayatının eylemsizlik içinde geçen yanlarını da bize yavaşça gösteriyor.

Hegel’in, Adorno’nun, Marcello Mastroianni’nin, Leonard Cohen’in, Nietzsche’nin, dara düştükçe hayatının en güzel yılı 1985’e dönen Pena Yavuz’un, sokağı sararak insanları birbirine iştahla yönelten afrodizyaklı parfüm bombasının ve birbirinden güzel müziklerin bize eşlik ettiği bu ilk bölüm, tüm ironik ve büyüleyici yanlarına rağmen; Cem Taner’in varoluş hengamesini, gelecekle ilgili tasalarını, içindeki kasveti bütün aymazlığıyla gördüğümüz kısım oluyor. Öyle ki Can Öktemer, bu kısımda kendilik arasından Cem Taner’i şu cümlelerle özetliyor: “Hayattan korktuğu için hayatı küçülttü, mikroskopla görünür hale getirdi.”

SEZEN VE DİĞER HER ŞEY

‘Hayat, Cihan ve Sezen Hakkında’nın ikinci yarısı, Cem Taner’in sıradan ancak hayallerle renklendirdiği dünyasını kısa bir karanlığa gömen “Beklenmedik Gelişmeler” kısmıyla başlıyor. Aile hayatındaki sıkıntıları yordam usul anlatan Cem Taner, hastane odasında geçen günlerin karanlığından onunla aynı şeyleri yaşamış olan Sezen’le çıkıyor. Öyle ki Cem Taner Sezen’le ilgili hislerini şu sözlerle anlatırken ilk kısımdaki dingin suları çağlamaya bırakıyor: “İkimiz de geçmişte yaşadıklarımız yüzünden evin yolunu kaybetmiştik. Artık dönebiliriz. Elbet, herkesin eve yüklediği anlam çok farklıdır. Benim için ev, her şeyden önce sevdiğim kişidir çünkü kişisel öykünüzü daima âşık olduğunuz kişinin yanına dönmek için yaşarsınız. Ben de Sezen’in elini tutarken meskenime, yani en güzel öyküme dönüyorum.”

Hayat Cihan ve Sezen Hakkında, Can Öktemer, 192 syf., Everest Yayınları, 2024.

Kitabın ikinci bölümü için “Aşk hikayesi” demek çok da yanlış olmaz. Ancak aşkın durağan, tutkulu, telaşlı, belirsiz, sınırlı ve sınırsız kısımlarını gördüğümüz bu ikinci bölüm, Cem Taner’in Sezen’den sonra değişen ruh halini anlamamız açısından da önemli.

İkinci kısma ayrıntılı baktığımızda, Cem Taner’in yaşadığı gelgitlerin merkezine bu kez gelecek korkusunun değil, Sezen’in oturduğunu görebiliyoruz. Öyle ki Cem Taner’in düşlem dünyasında şehir onlarca yıl öncesine dönerken yahut beklenmeyen bir pandemi krizi patlarken ya da Ankara’da eski yerler kapanıp yerlerine yenileri açılırken, Sezen ana karakter için her şeyiyle aynı kalıyor. Başka bir deyişle arka plandaki Ankara dönüşmeye devam ederken, Sezen hiç değişmiyor.

Bana kalırsa Cem Taner’in yaşadığı varoluş derdi arka planda devinmeye devam edip kopamadığı geçmiş bugünü istila ettiğinde yahut gelecekle ilgili belirsizlik bükülen zamanla şimdiyi ezdiğinde, ana karakter kendini durağan tutmanın yolunu Sezen’le buluyor. Birebirlik, bence tam olarak bunu işaret ediyor: Devinimin içinde durağanlık.

Kitabın ikinci kısmının ve bence kitabın zirve noktası, “Beşevler” bölümü. Burada Cem ve Sezen, önlerinden geçen gençlik hallerini izlerken kendilerine dair çıkarımlarda bulunuyorlar. Yıllar önce karşılaşmış ve hatta birbirlerini kısa bir anlığına fark etmiş olmalarının şaşkınlığının hemen ardından, ikili arasında “şimdi”yi berraklaştıran şu diyalog geçiyor: ““Seninle şimdi karşılaştığım için çok memnunum,” diyorum. “Ben de,” diye yanıtlıyor: “Kendimizi doğru dürüst tanımamışken karşılaşsaymışız şimdiki vakti mahvedermişiz.””

LEONARD COHEN VE YAZILAMAYAN O ROMAN

Kitap boyunca, Cem Taner’in hemen her diyaloğunda, bilinçaltını dışa vurduğu her detayda karşımıza aynı kavram çıkıyor: Yazmak istediği romana bir türlü başlayamaması. Sayfalar boyunca ana karakterin değişimini izlerken, romana başlayıp başlamayacağı ya da bunun hangi şartlarda mümkün olacağı sorusu kazınıyor aklımıza. Roman boyunca zihnimizin ucunda dönmeye devam eden bu sorunun kılavuzu, kitabın başlarında, ortalarında ve son sayfalarında üç kez karşımıza çıkan Leonard Cohen oluyor. Cohen, konuşmalardan birinde Cem Taner’e şöyle söylüyor: “Bana kalırsa geçmiş gök gürültülü sağanak yağışlı havalara benziyor. Böyle havalarda geleceğin üzerini kara bulutlar örter. O yüzden bazen gökyüzündeki bulutları olabildiğince ileri itmek gerekiyor ki hikâye devam etsin.”

Cohen’in ağzından, Cem Taner’in zihninden dökülen bu cümleler, muharririn kitabın bütünündeki ironik, ustalıklı, nitelikli anlatımıyla sağladığı kıvrımlarda dolandıktan hemen sonra ana yola dönmemiz ve amaca doğrudan ilerlememiz için önemli.

İNSAN MÜNASEBETLERİ VE HEİDEGGER

‘Hayat, Cihan ve Sezen Hakkında’da şöyle bir pasaj var: “Bir insanın yerle kurduğu münasebetin derinliği ancak başka bir insan sayesinde sağlanabilir. Anılar, tek kişinin kayıt altına alacağı şeyler değildir, birlikte derinleşen durumlardır.” Bu pasaj Martin Heidegger’in ‘Dasein’ makalesindeki başka bir bölümü hatırlamamı sağladı. Bu makalede Heidegger “şeylerin özü”nün kavramlarla ortaya koyulmasının mümkün olmadığını söyler. Ona göre ne biçim ne de araçsallık herhangi bir objenin varlığını ortaya koyar. Çünkü bir şeyin varlığının özü ancak onun beşerle olan bağıyla anlaşılır. Bunu objeler üzerinden anlatan Heidegger’in cümleleri Can Öktemer’in insanın beşerle olan alakasına bir destek. Düşünmemiz gerekenlere işaret.

Burada sormak istiyorum: Eşyalar, yerler, kavramlar; içinden insanı çıkardığımızda nedir? Peki insan, onu bir diğer insandan ayırdığımızda ne olarak kalır?

Veyahut daha anlaşılır bir şekilde, Cem Taner kimdi, Sezen’den sonra kim oldu?

BÜLENT ORTAÇGİL VE AH BU ŞARKILAR

Can Öktemer kitap boyunca, kimi zaman sokakta duyduğu, kimi zaman plaktan çaldığı, kimi zaman zihninden çağırdığı birbirinden güzel müziklerle donatıyor bizi. David Gilmour’dan Richard Hawley’e, Jeff Buckley’den Miles Davis’e ve daha nicelerine rastlatıyor. Nihayetinde de yazar, Cem Taner’in ağzından onun için farklı olan birinden, Bülent Ortaçgil’den bahsederek, zaman zaman onun müziklerini satırlara sızdırıyor.

Can Öktemer’in yazdığı satırları bitirdiğimde, Sezen ve Cem’in hayatının bir yerlerde akmakta olduğunu ve gerilerindeki değişen Ankara görünümüne rağmen aynı kalmayı sürdürdüklerini düşündüm. Bu yüzden yazımı ilk öpüştükleri gün çalan Bülent Ortaçgil şarkısıyla bitirmek istiyorum. Şimdi bir yerlerde gürül gürül akan o sular için: Bülent Ortaçgil – Dalyan Deltası (Live) (youtube.com)

Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa Haber – Bursa Gündem – Bursa Gündem Haber – Bursa Haberleri – Bursa Son Dakika 

Bizi İnstagram’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi X’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr

Bizi Facebook’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Youtube’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Linkedin’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber 

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Vakti, Türkiye’yi ve Ötesini Anlamak: Çağlar Keyder’e Armağan

HIZLI YORUM YAP