DOLAR

32,6086$% 0.14

EURO

35,3718% 0.14

GRAM ALTIN

2.475,53%0,35

ÇEYREK ALTIN

4.011,00%0,37

TAM ALTIN

16.071,00%0,36

ONS

2.360,99%0,19

BİST100

10.872,56%1,78

Öğle Vakti a 13:13
Bursa HAFİF YAĞMUR 23°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Shida Bazyar: Tahran Hiçbir Şekilde Sessiz Değil

ad826x90

Shida Bazyar, İranlı göçmen bir ailenin kızı olarak 1988 yılında Almanya’da doğdu. Üniversite eğitimini Yaratıcı Metin Müellifliği Bölümü’nde tamamladı, bir süre gençlik eğitimi çalışmalarında görev aldı. İlk romanı ‘Geceleri Sessizdir Tahran’ ile çeşitli ödüllere paha görülen yazar, ‘Bornemann Sokağı’nda Yangın’ şeklinde Türkçeye çevrilen ikinci romanıyla da Frankfurt Kitap Fuarı’nın Alman Kitap Ödülü’ne aday gösterildi. Yazar Shida Bazyar ile konuştuk.

Sevgili Shida Bazyar, İran’dan göç eden bir ailenin kızı olduğunuzun altını çiziyorum özellikle, zira aile hikayenizin ilk romanınız ‘Geceleri Sessizdir Tahran’a kaynaklık ettiğini tahmin ediyorum. Ne dersiniz?
Evet, doğru ailem İranlı. Annem ve babam Almanya’ya geldikten kısa bir süre sonra ben doğmuşum. Böyle olduğu için de ailemin hikayesi, tahminen böylesi bir kırılma yaşamayan yazarlarınkine oranla yazdıklarım üzerinde daha büyük bir rol oynuyor. Ama ben genel olarak da zati müellifin biyografisinin metinleriyle sıkı sıkıya bağlı olduğuna inanırım. Aslında bu ilk romanımı yazarken ailemin neler yaşadığını öğrenmek ve keşfetmek istedim. Annemle babamın neden ülkelerinden kaçmak zorunda kaldıklarını bilmek istedim. Roman onlarla söyleşiler yapmam ve mevzuyu araştırmam için bir vesile oldu diyebilirim. Olağan ki kitapta anlatılan doğrudan ailemin hikayesi değil zira bu araştırmanın ardından bütün muharrirlerin yaptığı gibi ben de yaratıcılık sürecine girdim.

‘AİLEMİN YAŞADIKLARINI ARAŞTIRMAK VE ANLAMAK İSTEDİM’

‘Geceleri Sessizdir Tahran’, Almanya’da yaşayan İranlı bir ailenin hikayesi. Hikaye, 1979 yılında Tahran’da başlıyor, bugünün Almanya’sına kadar uzanıyor. Romanda önce, edebiyat meraklısı Nahid’e aşık, solcu Behsad sözü alıyor, ben anlatıcı olarak. Bir sonraki kısımda anlatıcı Nahid’dir ve ortadan on yıl geçmiştir. İran’da Mollaların iktidara gelmesiyle birlikte insanların nasıl kovuşturulduğu, nasıl ülkelerini terk etmek zorunda kaldıkları anlatılır. Sol ihtilale inanan ve bu uğurda mücadele veren Behsad ve Nahid evlenmiş, Lale isminde bir kızları dünyaya gelmiştir ama Almanya’ya kaçmışlardır. Burada da Mo ve Tara isminde iki çocukları daha dünya gelmiştir. Size bu romanı yazdıran sadece ailenizin yaşadıkları mı, yoksa başka sorular da meşgul etti mi sizi?
İlk etapta ailemin yaşadıklarını araştırmak ve anlamak istedim. Ama bu konu bir anlatı olarak şu açıdan da değişikti: İran ihtilalini tarihten, belgesellerden, yarım yamalak televizyon haberleri üzerinden biliriz ama beni ilgilendiren bunun kişiler üzerindeki etkisiydi. Bu durumda da ilk etapta aileye bakmak manalıydı; sonuçta birbirleriyle ilişki içinde olan bireyler bunlar: Yani anne baba ve çocuklar…. Alışılmış çok farklı düzlemler ve sorular mevcut burada: Bir devrim ile insanların ülkelerinden kaçmaları arasındaki ilişki nedir ve bu böylesi bir kaçışı bayanla erkek nasıl yaşar, bunun bir sonraki kuşak üzerindeki etkisi nedir, bir insanın çocuk yaşta ülkesini terk etmesi ne anlama gelir? Tüm bu farklı sorulardı beni meşgul eden ve ben de bunlara her bir figürün farklı bakış açısıyla ayrı ayrı bakmak istedim.

‘İNSANLAR TAHRAN’DA REJİME KARŞI DİRENİYOR’

‘Geceleri Sessizdir Tahran’da Molla rejiminin tarihi ailenin öyküsüne paralel anlatılıyor. Tarihi ve siyasi olaylar on yıllar boyunca ailenin bahtını belirliyor. Bir yandan çok özgün bir anlatımla karşı karşıyayız, öte yandan da bu anlatının gerisinde önemli bir araştırmanın olduğu anlaşılıyor. Romanın ismi bile İran’da nasıl yaşandığı, totaliter Molla rejimiyle yönetilen bir ülke hakkında önemli ipuçları sunuyor beşere. Pekala Tahran geceleri gerçekte de o kadar sessiz mi?
Bu bir yalan alışılmış ki. Tahran hiçbir şekilde sessiz bir yer değil… Geceleri de sessiz değil. Bu, anlatıcı olarak Lale’nin bakış açısı. ‘Geceleri Sessizdir Tahran’ ifadesi Lale’nin anlattığı kısımda geçen bir söz. Almanya’dan İran’a gittiklerinde Lale büyük aile ortamında kendini her şeyin merkezindeymiş gibi hisseder. Gün uzunluğu her şey çok seslidir, kalabalıktır, daima televizyon açıktır. Lale, sadece geceleri herkes yatağına çekildiğinde sessizliği hisseder. Aslında kitabın ismi figürlerin farklı bakış açılarını da yansıtır. Elbette kitabın ismini bir siyasi telaffuz olarak da ele alabilirsiniz – ki bu da İran’daki siyasete dair çok şey anlatabilir. Yüzeysel olarak baktığınızda, gerçekten de Tahran’da insanların sessiz olduğunu, rejime boyun eğdiğini düşünürsünüz. Elbette bir yalan bu zira insanlar daima bu rejime karşı direniyor. Bu direnme aynı zamanda günlük hayatı özgürce sürdürme inadını da kapsıyor. Bu konuda da sessiz değil İran, yüzeyde o denli görünse de. Geceleri Sessizdir Tahran, Shida Bazyar, Mütercim: Gül Gürtunca, Daima Kitap, 2016.

Ben bu romanı önce Türkçe çevirisinde okudum, tahminen biraz da bu yüzden özellikle İran kısımları bana çok tanıdık geldi. Devrimci Behzat ya da edebiyat meraklısı Nahid, çok yakından kavrayabileceğim figürlerdi benim için. Natürel bir yandan da aslında yıllar uzunluğu Türkiye’nin önemli bir kısmı için Iran daima bir tehdit oldu. Alman medyasında ise, mesela kimi edebiyat bloglarında romanın özellikle İran’la ilgili kısımlarının Alman okur için uzak ve kavranılması zor bölümler olarak okunduğu anlaşılıyor. Okurun kültürel altyapısının burada önemli bir rol oynadığını görüyorum. Sizin bu husustaki tecrübeniz ne?
Çok çok ilginç bir şey bu. Bahtınız varsa, edebiyat etkinliklerinden sonra okurlarla yan yana da geliyorsunuz. Ve ben de bunu çok çok önemsiyor, beşerlerle bir araya gelmeyi seviyorum. Çok defa de göçmenlik tecrübesine sahip ya da aileleri değişik ülkelerden hatta apayrı kıtalardan göç etmiş insanlar ulaşıyorlar bana. Bu okurlar örneğin kendilerini nasıl romanda bulduklarını anlatıyorlar bana. Bu çok güzel bir şey, zira yaşadıklarımızın sadece bize mahsus kişisel acılar olmadığını, tersine, ortak bilgi ve tecrübelere sahip olduğumuzu gösteriyor. Ve şayet edebiyat aracılığıyla ya da konuşarak bu acıları paylaşabiliyorsak, bu bize bir şekilde yalnız olmadığımızı da hatırlatıyor. Ki bu tecrübenin beni her kezinde çok şaşırttığını da eklemek isterim. Ayrıca şu da var: Bazı Alman okurlar İran’daki insanların normal ömürlerine devam etmelerini neredeyse sürprizmiş gibi karşılayabiliyorlar ve bu beni çok şaşırtıyor. Sanırım kamuoyundaki kısıtlı bakış açısından kaynaklı bu durum. Veya Betty Mahmudi’nin ‘Kızım Olmadan Asla’ isimli kitabında İran’la ilgili sunduğu fotoğraf hâlâ çok güçlü bir şekilde varlığını koruyor. Çok normal bir insanın İran’da yaşayabileceği bilgisi mevcut değil güya burada. Bu beni özellikle şaşırtıyor zira uzun bir müddettir çok farklı boyutlarda İran çıkışlı hikayelerin anlatıldığını biliyorum. İran ilgi duyulmayan ülke değil ki. Ama sonuçta durum bu. Neyse ki edebiyat da farklı kültürlere mensup insanları yakından tanıtma ve anlama fırsatı veriyor bizlere.

Aidiyet ve sevgi ama eşzamanlı olarak yabancılık bu romanın önemli kavramları. Zira romanda bir sürgün hayatı da anlatılıyor. Nahid yıllar sonra iki kızıyla birlikte İran’daki ailesini ziyarete gittiğinde, Almanya’da doğmuş olan ailenin küçük kızı Tara aile ilgileri konusunda çok önemli yeni tecrübeler elde eder: Akrabalığa, aidiyete, sevgiye dair yeni yaklaşım ve tecrübeler Almanya’ya dönüşü ve vedalaşmayı zorlaştırır.

İran’da doğmuş olan ablası Lale bu durumu şöyle anlatır: “Onları tanımanın ve sonra terk etmek zorunda kalmanın acıtıcı olduğunu Tara’ya tahminen önceden anlatmalıydım” der. Çok duygusal bir andır bu. Sizin de bildiğiniz bir duygu mu?
Evet, mutlaka bildiğim bir şey. Aslında aile “Artık Almanya’dayız, buraya kaçtık, artık sadece buradayız, İran’la bütün münasebetlerimizi kesiyoruz” dese, her şey daha kolaylaşacaktır, güvenlikleri için de bu daha iyi olacaktır. Ben de çocukken, annemle birlikte 10 yaşımda İran’a gitmemiş, ülkeyi hiç görmemiş olsam kendimi ne kadar iyi hissedeceğimi düşünürdüm sık sık. İran’a aslında lakin o zamanlar ilk kez gidebilmek mümkün olmuştu. Annemle babam, neredeyse 11 yıldır Almanya’daydılar ve 11 yıl sonra ben on yaşımdaydım, ilk kez birlikte İran’a gidebildik, dönebildik. Ve bu dönüş bende o güne kadar hiç farkında olmadığım yaraların açığa çıkmasına sebep oldu. Farkında değildim zira o güne kadar sadece Almanya’yı biliyordum, akrabaların hiçbirini tanımıyordum. Tahminen de bu işin en acısız ve kolay yolu, bende eksik olan şeyi hiç kavramamak ve hissetmemek olabilirdi. Ama verdiği acıya rağmen, sadece anne baba ve kardeşten ibaret çekirdek bir aile değil de kocaman bir aileye sahip olduğumu bilmek güzel, acı da verse bunun için müteşekkirim.

Türkçeye ‘Bornemann Sokağı’nda Yangın’ ismiyle çevrilen ikinci romanınızda da göçmen ailelerin çocukları olarak büyüyen üç kız arkadaşın hikayesine odaklanıyorsunuz. Almanya’da büyümenin ve insanların sırf görünüşlerinden ötürü maruz kalabileceği günlük ayrımcılık ve önyargılar üzerine bir metin bu…. Bu romanınız bana neredeyse ‘Geceleri Sessizdir Tahran’ romanınızın devamı gibi geldi.
Daha önce bunu söyleyen olmamıştı. Bu kanıya nasıl vardınız?

‘Geceleri Sessizdir Tahran’ın sonlarına doğru seslerini duyduğumuz Almanya doğumlu Mo ve Tara’nın sıkıntılarıyla ilgili bu. Zira bu ilk romanda Almanya’daki göçmen çocuğun daha kısık bir sesle başlayan itirazı, yani ayrımcılığa karşı itirazı, ikinci romanda çok sert bir tonla sorunun kendisi olarak karşımıza çıkıyor.


Evet doğru, haklısınız. ‘Geceleri Sessizdir Tahran’ romanını yazarken aklımda olan hususların, sıkıntıların bu kitapta yeri olmadığını fark ettim. Örneğin evin oğlu Mo’ya bir partide bir kişi nereli olduğunu sorar ve Mo soruyu yanıtlamak istemez. Bunlar temel olarak ırkçılıkla ilgili olup Mo’nun daima karşısına çıkan sorunlar. Bunu biraz daha derinleştirebilirdim fakat romandaki bahsin bu olmadığı açıktı, Mo’nun günlük ömrüne dair bir şeydi bu ama öyküye de devam etmek gerekiyordu. Bu yüzden ‘Bornemann Sokağı’nda Yangın’ romanını yazarken ilk romanda Mo üzerinden anlatamadıklarımı burada işleyebileceğimi gördüm. Bugün çok kullanılan kavramlar bağlamında kıymetlendirmek gerekirse, diyebilirim ki ‘Geceleri Sessizdir Tahran’ romanı bireylerin göç ve entegrasyon süreçlerini, ‘Bornemann Sokağı’nda Yangın’ romanı ise göç sonrası bir evreyi, bir perspektifi anlatıyor. Bu romandaki üç arkadaşın ebeveynleri neredeyse hiç yoklar, önemli bir yer kaplamıyorlar. Burada önemli olan üç genç kadının hayata bakışı ve bu da çok açık ve bir şekilde Alman’ın bakışıdır, özel tecrübelere sahip bir Almanlıktır. Bornemann Sokağı’nda Yangın, Shida Bazyar, Mütercim: Esra Even, 280 syf., Daima Kitap, 2022.

‘İKİNCİ ROMAN, BİRİNCİYE CEVAP NİTELİĞİNDE’

Köken kavramıyla devam edelim o halde. İki yapıtınızı de bu kavramdan yola çıkarak okuduğumuzda ‘Geceleri Sessizdir Tahran’ romanında Almanya’da yaşayan göçmen bir ailenin kökeni anlatılıyor, diyebiliriz. ‘Bornemann Sokağı’nda Yangın’da ise bu köken neredeyse ayrımcılığın temel nedeni olarak çıkıyor karşımıza.
Evet, aslında ikinci roman bence bir dereceye kadar birincinin devamı olmasa da ona bir cevap niteliğinde bir metin. Zira karakterler ikinci romanda dış dünyayla, yani mevcut Alman toplumuyla daha fazla ilişki içindeler, dolayısıyla büyük çatışmalar yaşadıklarını hissetmektedirler. Karakterler daima bir tartışmanın ya da hatta diyebiliriz ki bir arbedenin ortasındalar. İlk romanım ‘Geceleri Sessizdir Tahran’la ilgili etkinlikler sırasında birçok zaman şöyle bir durum karşısında çok rahatsız olduğumu fark ettim: Bana o denli geliyordu ki Alman okurlar romandaki İranlı ailenin hüzün dolu bahtını çok severek okuyor, onlara üzülüyor ve üzüldüğü için de -yani kıssanın kendisine hissettirdikleriyle- mutlu oluyor. Böyle bir şeyi sevmediğimi fark ettim. Bunun gayet normal olduğunu biliyorum. Sanırım insanlar bir metni böyle okuyabiliyorlar, böylesi benim başıma hiç gelmedi de diyemiyorum. Ama ikinci romanda bunun farklı olmasını istedim zira temalarım ırkçılık, cinsiyetçilik, aşırı sağ terörizmiydi. Bunlar aynı zamanda kamuoyunda çok konuşulan konular ve ben anlattıklarımla kimseyi rahatlatmamalıydım. İnsanlar daha radikal bir metin okuyup huzursuzluk hissetmeliydi.

Böylelikle sert ve öfkeli bir metin çıktı ortaya. Sanırım bu haliyle ‘Geceleri Sessizdir Tahran’ romanına bir karşılık formunu kazandı.

O halde şu soruyla devam edeyim: Siz kökeni nasıl tanım ederdiniz? Sizin göre köken ne anlama geliyor?
Benim için kökenin çok yönlü, çok çeşitli tarifi var. Kendi kökenimde daha az Almanya veya daha az İran mevcut bence. İran zati daima çok uzaktaydı, yaşadığım bir yer değildi. Ama kökenimde büyüdüğüm Hunsrück kasabası da tam belirleyici değil. Köken bunlarla pek ilgili değil bence. Ben kökenimin her şeyden önce en yakınımdaki çekirdek aileme dayandığını düşünüyorum. Yani annem, babam ve kız kardeşimle çevrili bir hücreye. Beni etkilemiş kitaplar, öyküler ve filmler de buna dahil. Çocukken yeni öyküler keşfetmek için çok zaman harcardım. Şayet vaktimi geniş çapta okumaya veya film izlemeye ayırmışsan -ki dürüst olmam gerekirse benim için kitapla televizyon arasında bir hiyerarşi yoktu- kökenimin en çok bunların toplamına dayandığını söyleyebilirim. Yani bugün beni ben yapan geçmişim. Demem o ki, kökeni yerler ve toprak modülüyle tanımlamayı ilginç bulmuyorum. Bunların benimle pek ilgisi olmadığını düşünüyorum. Sanırım ailemden, kitaplardan ve filmlerden oluşan kendi adamı başka herhangi bir yerde benzer şekilde yine kurardım.

Son sorumla yine İran’a ve ‘Geceleri Sessizdir Tahran’ romanınıza geri dönmek istiyorum. Romanın son kısmında Almanya’da doğup büyüyen ailenin küçük üyesi Tara söz alır. Yakın bir gelecekte Molla Rejimi’nin ortadan kalktığını anlatan bir kısımdır Tara’nın bu kısmı. Çok iyimser bir sesi var. Molla rejiminin bir gün ortadan kalkacağına inanıyor musunuz siz de?
Çok inanıyorum, bunun bir gün gerçekleşeceğini düşünmek muhakkak boş bir hayal değil. Bence İran’daki insanların bu rejimi istemedikleri çok ortada. Ama uluslararası örgütlerin onları desteklemedikleri de ortada. Benim içinse bu sorunun karşılığı çok net: Soru bu rejimin sonlanıp sonlanmayacağı değil, ne zaman sonlanacağı. Buna inanmasam tahminen de günlük hayatımı sürdüremezdim ama buna çok güçlü bir şekilde inanıyorum. Bu söyleşi yazar Menekşe Toprak’ın hazırlayıp sunduğu iki lisanlı “LitVers – Edebiyat Söyleşileri” projesi kapsamında yapılmış olup tamamı podcast olarak yayınlanmıştır. Podcast söyleşilerinin yayınlandığı sayfalar: www.litvers.com LitVers – YouTube LitVers | Podcast on Spotify

0 0 0 0 0 0
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

4 Bin Yıllık Tarihin İlk Müşteri Şikayeti! ‘Beni Hor Gördüğün İçin Sana Acı Çektireceğim’

HIZLI YORUM YAP

0 0 0 0 0 0

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.