DOLAR

34,0681$% 0.14

EURO

38,0675% -0.04

GRAM ALTIN

2.833,59%0,17

ÇEYREK ALTIN

4.698,00%0,21

TAM ALTIN

18.739,00%0,22

ONS

2.587,19%0,03

BİST100

9.975,61%2,06

İmsak Vakti a 05:15
Bursa AÇIK 23°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
SON DAKİKA

DOLAR 34,0681

EURO 38,0675

ALTIN 2.833,59

BİST 100 9.975,61

İmsak 05:15

23°

The Serpent: ‘Hippi Katili’ Charles Sobhraj ve Psikanalitik Kurama Göre Suç

ad826x90

1970’lerde işlediği seri cinayetlerle tanınan Charles Sobhraj’ın ve suç mağdurlarının gerçek hayatlarını konu edinen ‘The Serpent’ dizisini inceleyeceğim. Bu yazıda dizide gösterilen olaylarla, Charles Sobhraj’ın ve kurbanlarının hayatları hakkında farklı kaynaklardan edindiğim gerçek bilgileri birleştirerek karakteri kişilik bozuklukları temelinde inceleyip; psikanalizin kavramlarından da faydalanarak psiko-sosyal bir çerçevede tartışmaya çalışacağım.

‘The Serpent’, dizisi 8 kısımlık bir küçük dizi olarak 2021 yılında yayınlandı. Gerçek hayattan uyarlanan dizi, seri katil Charles Sobhraj’ın hayatını anlatıyor. Charles Sobhraj’ın dizideki adı Alain. Yazının diziyle ilgili kısımlarında kendisinden Alain olarak bahsedeceğim. Alain’in uzun yıllara ve farklı ülkelere yayılan cinayet, soygun, pasaport çalma gibi hataları üzerine olan dizi, daha çok 1975-1976 yıllarında Tayland Bangkok’taki evinde yaşanan olaylara değiniyor.

Alain, değerli taş simsarıdır. Bangkok’ta Kanit Apartmanı adı verilen, çok sayıda odası bulunan, havuzlu bir apartmanda yaşıyor ve dünyayı keşfetmek için yollara çıkan hippileri bu epey lüks ve gösterişli apartmanda ağırlıyor. Hippi kültürünün bir parçası olan paylaşımcılığın ve sevginin adeta görünür kılındığı bir ortam yaratılıyor böylelikle. Alain; kente giriş yapan gençlerle havaalanında, barlarda, tapınaklarda ya da kaldıkları hostellerde onları gözlemleyerek tanışıyor.

Alain’in suç ortağı kız arkadaşı Monique; Kanadalı, inançlı bir aileden gelen ve kendisi de hala Hıristiyan inançlarına sadık olan bir kadın. Alain’in diğer suç ortağı ise Hint asıllı Ajay. Alain, Monique ve Ajay, hippi gençlere dostça yaklaşıp yaşadıkları İspat Apartmanı’na davet ediyor, onları karşılıksız ağırlamak istediklerini söylüyor ve bir sonraki yolculuklarına kadar birlikte yaşamaya ikna ediyorlar. Evlere davet edilen gençler başlangıçta kendilerine sunulan bu ortamda çok rahat eder ve Alain ile kız arkadaşı Monique’in bu kadar iyi insanlar olmaları karşısında şaşkınlığa uğrarlar. Birkaç gün sonra bir şeyler yolunda gitmemeye başlar; Alain ve Monique konuk ettikleri gençleri hasta etmek için içkilerine özel ilaçlar karıştırır. Gençler ansızın kusmaya, ateşlenmeye ve yataktan çıkamayacak kadar hasta olmaya başlar. Monique, özel beyaz sıvıları gençleri sözde güzelleştirmek için hazırlamaya devam eder. Günlerce kendilerine gelemeyen genç hippilerin pasaportları, değerleri eşyaları, seyahat çekleri ve nakit paraları çalınır. Bu yolla Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden çok sayıda farklı pasaporta sahip olan Alain, pasaportlara kendi fotoğraflarını yapıştırarak gittiği seyahatlerde kimlik değiştirir; böylelikle hem ülkelere rahatça giriş-çıkış yapar hem de olaylar arasında bir bağlantı kurularak yakalanmasını engellemiş olur.

Hasta ettiği gençleri elindeki değerli taşları almaya ikna etmeye çalışır, ikna olmayan gençler sadece hasta edilip soyulmakla kalmaz; içlerinden bazıları yakılarak, boğularak ya da ağır fizikî darbeler alarak öldürülür.

Alain ve Monique, 1976 yılında tutuklanır. Ajay ise öncesinde sözde bir ihanet sebebiyle çoktan Alain tarafından gözden çıkarılmıştır ve yol ayrımında kendisini öyküde tekrar göremeyiz. Alain, 1986 yılında hapishaneden kaçar ve yakalanınca tekrar tutuklanır. 1997 yılında tahliye edilir ve Fransa’ya geri döner. Suç işlediği ve hudutlarına girdiğinde tutuklanacağı çok belli olan Nepal’e 2003 yılında geri döner ve orada olduğunu bildirmek için bir gazeteciye poz verir. Daha sonra Nepal’de tutuklanır ve dizide cezasını çekmeye devam eder. Dizinin yayınlanışından sonra Alain (gerçek hayattaki ismiyle Charles Sobhraj), 2022 yılında sağlık meseleleri münasebet gösterilerek Fransa’ya sınır dışı edilmesi şartıyla tahliye edilir. Sobhraj’in hayatına hala Fransa’da devam ettiği biliniyor.

‘BEN İSA’DAN DAHA ZEKİYİM’

“Sözde vicdan azabı çekmeyi bekliyordum ama çekmedim, özgür hissetmiştim. Yargıdan kurtulmuştum, kendiminkinden, tanrınınkinden…”

Alain, Ajay’ı ilk cinayetini işlemesi için ikna ederken lisanından bu sözler dökülür. İlk cinayetinden sonra hiçbir suçluluk, vicdan azabı ve utanç duymadığını bu sözlerinden anlarız. Öte yandan Ajay’ı cinayeti işlemesi için manipüle ettiğini de düşünebiliriz. Giysi usulü, yaşadığı apartman, Avrupalı turistlerle iftihar ederek tanıştırabileceği ‘beyaz’ nişanlısı Monique, sözde mesleği taş simsarlığı ve zenginliği ile tanıştığı kişiler üzerinde bıraktığı ilk intiba epeyce caziptir. Gerçekten tutuklandıktan sonra hakkında verilen tabirlerden birisi herkesin yerinde olmak isteyebileceği tipten cömert ve alımlı bir adam oluşudur. Tüm olaylar içindeyken hatta en yakınlarından bile şüphe ederken -birebir ilgilerindeki saldırgan tavırları hariç- topluluk içerisinde asabiyet göstermez, soğukkanlılığını her şartta korur; birebir sahnelerdeki saldırganlıkları ise dürtüsellikten ve asabiyetten uzaktır; daha çok karşı tarafı kontrol altında tutmak için göz korkutmak gayelidir. Vücut lisanında ya da yüz sözünde yükselişe geçen bir duyguyu ya da ihtiyacı görmek pek mümkün değildir; izlerken sevgi, sevinç, korku, dert, gerilim gibi hisleri hissettiren sahnelerde Alain hepsine eşit ara almıştır. Clackley (1941), ‘Mask of Sanity isimli kitabında yüzeysel çekicilik ve yüksek zeka, yanılsama ve mantıksız niyetlerin var olmaması, sonluluk halinin veya psikonevrotik belirtilerin olmaması, pişmanlık ve utancın olmaması, yeterli bir gerekçesi (motivasyonu) olmayan antisosyal davranış, patolojik bencillik ve sevme kapasitesinin olmayışı, temel duygusal yansılarda genel mahrumluk (s.338) gibi Alain karakterinde de gayretsizce görebileceğimiz bir dizi psikopati özelliğine işaret eder.

Dizide aynı zamanda Alain’in narsistik ve anti-sosyal kişiliğinin nasıl bir arada olduğuna dair en çarpıcı sahneler Paris’te annesinin evinde geçer. Annesi, Alain’e bir ihtarda bulunur ve artık dikkatli olması gerektiğini yoksa yakalanacağını söyler ve ekler, İsa da 33 yaşında öldürülmüştü. Alain ise ona şöyle bir karşılık verir: Ben İsa’dan daha zekalıyım. Alain’in sonsuz güç sahibi olduğuna dair inancı, bu sahnede gözlerinden ve sözlerinden dökülür. Bir başka sahnede ise Alain’in annesi Monique’e ihtarda bulunur; Alain’in aşık olmayı ve birini sevmeyi hiçbir zaman bilemediğini ancak taklit yoluyla öğrendiğini söylemiştir. Bu sahnede Alain’in gerçek babasına benzerliğine de atıfta bulunmuştur. İnsan hislerini taklit ederek öğrenmek ve ötekinin ihtiyaçlarını da bu yolla keşfederek manipüle etmek anti-sosyal kişiliğin bir özelliğidir.

Monique ile tanıştıklarında kendisini Vietnam Savaşı’nda görev almış bir fotoğrafçı olarak tanıtmış ve karın bölgesindeki izin bir yaralanma sonucu olduğunu söylemiştir. Kendisini toplumsal, büyük işlere adamış gibi göstererek hayranlık uyandırmıştır. (Ne var ki dizinin ilerleyen kısımlarında bu izin daha önce hapishaneden kaçmak için yalan bir apandisit ameliyatı sonucunda olduğunu öğreniriz). Bu tanışmada Monique’in bacağında gizlemeye çalıştığı yara izini fark edip Seni göründüğün gibi değil, olduğun gibi gören biriyle birlikte olmalısın der. Genç kadının kendisinde gördüğü eksiği keşfeder ve kendisini bunu kapatacak bir obje olarak sunar; mutlak hakimiyetin tohumları atılmıştır.

PSİKANALİTİK KURAMA GÖRE SUÇ

Alain yani -gerçek ismiyle Charles Sobhraj- Vietnamlı bir anne ve Hintli bir babadan evlilik dışı bir çocuk olarak dünyaya gelmiştir. Charles dört yaşındayken babası evi terk etmiştir ve onu bir daha hiç görmemiştir. Annesi; sevgilisinin evi terk etmesinde çocuğu, yani küçük Charles’ı suçlamıştır. Bir suçlu olarak dünyaya gelmiştir ve ilk objenin ona yüklediği bu suçluluğun tahminen de gerçek dünyada bir karşılık bulması gerekir. Bunun yanı sıra hukuki statüsü de vatansızdır; yani ne içerisinde kendisini güvende ve sevilebilir hissettiği bir aile evi ne de üzerinde haklarının olduğunu bildirecek bir toprağa aidiyeti vardır. İlerleyen yıllarda annesinin yeni sevgilisi olan, Çinhindi’de görevli Fransız bir teğmen tarafından evlat edinilmiş ve dokuz yaşında Fransa’ya taşınmıştır. Fransa’ya gitmeden önce savaş sırasında sayısız şiddet aksiyonuna şahit olmuştur. Çinhindi ile Fransa arasında mekik dokumuş ve kendisini iki ülkeye de ait hissetmemiştir. Paris’te okula başladığı yıllarda diğer çocuklardan farklı olduğu için kendisiyle alay edilmiş, ayrımcılığa maruz kalmıştır. Güven duygusu sosyal ortamlarda da sağlıklı bir şekilde inşa edilememiştir. Annesi ve kendisini evlat edinen sevgilisinin ortak çocuklarının da dünyaya gelmesi ile kendisini ikinci planda, daha az sevilen pozisyonda bulmuş ve disiplin sıkıntıları baş göstermiştir. Küçük yaşlarda suç işlemeye başlamış ve ilk kez 19 yaşında cezaevine girmiştir.

Çocuklarda ve yetişkinlerde suç davranışının ortaya çıkmasının nedenlerini inceleyen psikolojik ve sosyolojik pek çok teori vardır. Bu kuramların birçok erken çocukluk ve gençlik tecrübelerine ve ilk obje münasebetleri ile sosyal etrafın büyümedeki rolüne odaklanır. Psikoseksüel gelişim kuramına göre ilk ve erken çocukluk devirlerinde çocuğun içsel obje dizaynlarının oluşmasında ailenin/bakım verenin rolü büyük ehemmiyet taşımaktadır. Psikanalist David Abrahamsen’in görüşü, id’i kontrol altına alamayıp suç davranışı geliştiren kişilerin ailelerinde gereğince ilgi ve şefkat göremediği ve çocukluklarında mutsuz tecrübeler yaşamış kişiler olduğudur. Erikson da bir kimlik arayışına vurgu yapar; çocukluk döneminde etrafı tarafından reddedilmesinin çocuğun kendisini yetersiz ve bedelsiz hissetmesine yol açtığını, ilerleyen yıllarda çocuğun sosyal ahenginin güçleşeceğini ve negatif bir kimlik geliştireceğini, hiçbir kimliğe ait olamamaktansa suça yönelerek kendini kanıtlama imkanı bulacağını savunur. Artık özgür bir bireyken cezalandırılacağını çok iyi bildiği halde Fransa’dan Nepal’e giderek gazeteye poz verip tutuklanmasını sağlaması gerçekten de Charles Sobhraj’ın kendi kimliğini ve her şartta var olduğunu kanıtlamaya çalışmasının dizideki en görünür örneğidir. Adeta unutulmak istememiştir ve işlediği hatalar üzerinden inşa ettiği kimliğini tekrar görünür kılar.

Psikanalitik kurama göre suç davranışı, benlik ile üstbenlik gelişimindeki yetersizlikler nedeniyle suç dürtülerinin denetim altına alınamamasından doğar. Köşkdere’ye (2023) göre ise üstbenlik ideali, ebeveynlerin ve hayranlık duyulan kişilerin içselleştirilmesi ile oluşur; kişinin sahip olmak istediği değerleri ve hasretlerini kapsadığı düşünülebilir ve ebeveynin ülkü bir obje olarak çocuğun içsel dizaynında yer tutması beklenir. Benlik ideali gelişmiş kişi, hayatının ilerleyen yıllarında diğer otorite figürleri -okul, öğretmenler, yasalar- karşısında ben’in isteklerine vicdani bir sansür uygular.

Freud (1940), ‘Haz Prensibinin Ötesinde’de üstbenliği Oidipus karmaşasının bir mirasçısı olarak tanımlar. Freud’a göre erkek çocuk, anneye karşı cinsel isteklerinin güçlendiği devirde babanın bu istekler karşısında bir engel olduğunu anlamasıyla Oidipus kompleksi ortaya çıkar ve bu devirde çocuk annesine yönelik bir obje yatırımı geliştirirken babasıyla da hem onunla özdeşleşme hem de onu ortadan kaldırma dileğine dönüşerek çift-değer kazanır. Charles’ın yaşam hikayesine baktığımızda Oidipus karmaşasının çözülme yaşında babası evi terk etmiştir. Bu terk ediş tahminen de sağlıklı bir rekabeti mümkün kılmamıştır. Dizide babasına dair fazlaca bilgi verilmese de annesi, Charles’ın antisosyal kişiliğine dair önemli ipuçlarını babasına benzerliği üzerinden anlatmaktadır. Oidipus karmaşasından daha beklenir bir yolla, babayla özdeşleşerek çıktığı düşünülebilir. İlk objeye, Klein’a (1947) göre anne göğsüne yönelen hasetle birlikte; sansür uygulayan ve rekabet edilecek babanın da ortadan kalkmasıyla tüm güçlü tahribat hisleri engellenemez duruma gelmiştir.

“Bu beyaz çocuklar onlara sunulan hayatın zenginliğini ve rahatını bırakıp neden böyle bir yere geliyorlar sanıyorsun? Aynı ilahlara tapıyorlar. Aynı paçavraları giyiyorlar. Sonra eve dönünce yaşadıkları tüm tecrübeleri sahte mücevher gibi takıyorlar. Onlar sadece elde etmek için geziyor. Emperyalizmin başka bir hali. Ve seni sömürgeleştirdi.”

1970’li yıllarda -artık 30’lu yaşlarına geldiğinde- dizinin asıl konusu olan cürümlerin kurbanları dünyayı gezme özgürlüğü sunan pasaport sahibi Avrupalı/Amerikalılar’a karşı işlemiştir. Bu beyaz çocuklar aslında kendisinin sahip olmadığı ve hiçbir zaman sahip olamayacağı pek çok avantajla dünyaya gelmiştir. Charles okul çağına geldiğinde, Paris’te, ortalarına karışmıştır ancak ne büyüdüğü coğrafya ne de aile yaşantısı heterojenliğe izin vermez. Klein’a (1957) göre ilk objelerini sağlamca yerleştiremeyen ve ona karşı şükran hislerini sürdüremeyen şahıslarda karakter bozulmaları ortaya çıkar; içsel ve dışsal nedenler sonucunda zulmedilme telaşları arttığında, ilksel iyi objelerini külliyen yitirir; daha doğrusu onun yerine koymuş oldukları şeyleri -insanları veya değerleri- yitirirler (s. 33). Obje alakaları kuramı ilk çocukluk tecrübelerini ve bakım veren ile olan bağları düşündürürken; suç davranışlarında tepki teorisini ortaya koyan Albert Cohen’e göre ise kişiler bazı orta sınıf standartlarına tepki olarak suç işler. Diğerlerini rahatsız etme amacı güden kabahatler bir ret olarak görünür ancak suçlu kişi bu reddettiklerini içten içe arzulamaktadır. Cohen de mevzuya sosyolojik bir açıklama getirirken aslında yine kişinin içinde taşıdığı haset hissine vurgu yapar. Kernberg (1992) ise toplum karşıtı cürümler işleyen bireylerde narsistik kişilik bozukluğu olduğu ön şartını ortaya koyar ve patolojik obje münasebetleri üzerinden şöyle bir açıklama getirir; hem şuurlu hem bilinçdışı aşırı hasedin, hasede karşı savunma olarak diğer insanların değersizleştirilmesi; açgözlülük, diğer insanların maddi varlıklarını ve fikirlerini kendine mal etme ve kendinde her şeye hak görür bir tavırla kendini gösteren sömürücülük (s.103) olarak nitelendirir.

HEM SUÇ ORTAĞI HEM KURBAN

‘Sen bir hiçsin, bir zamanlar güzelleştirdiğim Quebec’li bir hiç’

Kernberg’e (1992) göre klinik olarak habis narsisizm sendromu ile psikopatik bazı transferleri olan bazı hastalar, daima olarak kıymet taşıyan diğer objeleri sömürmek, yıkıma uğratmak, sembolik olarak hadım etmek ya da insanlıktan çıkarmaya uğraşabilirler (s.47). İlk tanıştıklarında Monique de aslında Alain’in haset duyduğu, kendisinin erişemeyeceğini bildiği sınıfa aittir; ancak genç kadının kendi yaşantısından memnuniyet duymadığını kolayca sezer ve oradaki boşluğu doldurur. Bu nedenle Monique aslında Alain için suç ortağı olduğu kadar kurbandır da… Daha önce değindiğim eksikliğinin kabul edilme ve sevilme ihtiyacı kendisine Alain tarafından hem hissettirilmiş (bir nevi talep oluşturulmuş) hem de karşılanmıştır ancak bu uzun sürmemiştir. Gerçek yakınlık ve bağlanma ikili arasında hiçbir zaman kurulamasa da istediklerini elde ettikleri bir gün bunun gerçekleşeceğine dair bir vaat daima oradadır. Monique, Alain’den beklediği yakınlığı göremediğinde doğduğu topraklara ve aile evine dönmek istemez, bunu başlarda bir mağlubiyet olarak görür ancak gösterilen öykünün sonlarına doğru geri dönmek istese de iş işten geçmiştir. Öte yandan yeterli zenginliğe ulaştıktan sonra yaşadıkları suçlu hayatı değiştireceklerine ve bir gün Alain ile evlenip bir çocuklarının dünyaya geleceği hayaline tutunur. Oysa Alain için ‘yeterli’ diye bir kavram yoktur.

Monique dizide kendisinin iki karakter taşıdığına inanır; biri bu kabahatleri işlerken haz alan, para ve güce olan tutkusu için her şeyi yapabilecek olandır oburu ise Monique’in işlediği hatalara tanıklık ederken utanç ve suçluluk içinde yaşayan, dini rahibine günah çıkarmaya giden bayandır. Gerçek bir dissosiyatif bozukluktan burada bahsedemeyiz ancak kişi kendisini iki karaktere bölmüş gibi yaşayarak durumla baş edebilmektedir. Bir tapınak ziyaretinde görünen tanrıça ile ilgili turist bayanla ettiği sohbette tanrıçanın ilk reglinden sonra lanetli kabul edilip hayatının geri kalanını yalnız geçirecek olmasını öğrendiğinde çok etkilendiğine şahit oluruz. Turist kadının Bir zamanlar tanrıçaydım diyen kimi tanıyorsun ki? kelamlarında Monique’in tanrıçayla özdeşleştiğini görürüz. Aynı kaderi paylaşacağını ve hayatının bir gün altüst olacağını bilmektedir. Alain tutuklanacakları gün kendisine şöyle der; Sen bir hiçsin, bir zamanlar güzelleştirdiğim Quebecli bir hiç. Monique için artık görenin gözünden tanrıçalıktan hiçliğe bir geçiş yaşanmıştır; tutuklanır ve lanetlenen tanrıça gibi uzun yıllarını yalnız başına bir cezaevinde geçirir.

Monique dizinin başında Alain’in rehberlik ettiği tura katılmış beyaz, zengin ve dikkat çekecek özelliklere sahip bir bayandır. Alain’in tam da dış etrafa göstermek istediği bu özellikleri sebebiyle ömrüne dahil edilmiştir. Başlangıçta idealize ettiği kadının yerini hiçleştirilmiş, hisleri ve hatta varlığı bile önemsenmeyecek biri alır. Başlangıçta haset duyulan obje artık yıkıma uğratılmıştır Bozma, kirletme ve değersizleştirme Klein’a göre (1957) hasetin içkin öğeleridir; değersizleştirilen obje, haset duyulacak obje olmaktan çıkar ve idealleştirilmesi de imkansızlaşır (s 65).

BEYAZ ÇOCUKLARIN AİDİYET(SİZLİK) ARAYIŞI

Dönemin hippi akımının Vietnam-Amerika Savaşı’nın yaşandığı yıllarda -ki Alain de Vietnam topraklarında dünyaya gelmiş ve şiddet hareketlerine küçük yaşlardan itibaren şahit olmuştur- savaşa karşı sevgi ve şiddetsizliğin savunulması ile ortaya çıkmıştır. Antimilitarist bir yaşam üslubunu benimseyen gençler için yaşam; sevgi, müzik, çeşitli saykodelik uyuşturucular, özgürce ifade bulan bir cinsel yaşam ile içi doldurulması gereken bir seyahattir. Orta sınıfın para kazanma, hırs, rekabet, evlenip çocuk sahibi olarak ‘sıradan’ bir hayat sürme gibi seçeneklerini reddeder. Dizide de gördüğümüz gibi az para ve eşya ile yollara düşerek benzer kıymetlere sahip bireylerle buluşur; Hindistan, Nepal, Tayland gibi ülkelerde aynı seyahat noktalarının izini sürer.

Bu arayışın bir noktasında karşılaştıkları Alain, gençlere bolluk rahmet dolu evini açar; evi her gün onlarca kişinin hiçbir beklenti olmadan ağırlandığı, güzel içkilerin ve yemeklerin sunulduğu bir ortamdır. Gençler tarafından başlangıçta bu kadarının da biraz fazla olduğu sezilir ancak yine de düzgünlüğe duymak istedikleri inanç baskın gelir. Gerçekten uygunlaşmak adına içtikleri beyaz sıvılar kusturur; fazla olan kendini en yıkıcı biçimde hastalandırarak gösterir.

Dizideki ilk cinayette boğulması için Alain ve Ajay tarafından sulara terk edilen genç kadın Teresa isminde bir Amerikalı’dır. Aslında bir Budist tapınağında rahibe olmak için yola çıkmıştır. Rahibeliğin şartları ise alkol, sigara, aşk, cinsellik gibi haz verici pek çok şeyden vazgeçerek bir inziva hayatı yaşamaktır. Bu seçimini dünyadan el ayak çekmek değil, dünyayı yöneten şahıslardan uzaklaşmak olarak tanımlar. Yakılarak öldürülen bir çiftin ise evvelki durağı Hindistan’da ölülerin bir seremoni ile yakılarak küllerinin Ganj Nehri’ne bırakıldığı Varanasi’dir; çift etkilendikleri bu sahnelerle aynı şekilde ölüme terk edilir. Su, psikanalitik açıdan anne rahmini simgeler. Hem çift hem de Teresa içine doğdukları dünyanın gerçeklerini reddedip başka bir arayışla yollara düşmenin sonucunda yeniden hayat bulurlar.

VE BİR TESADÜF?

Charles Sobhraj, hippileri hedef alan ilk seri katil değildir.

En bilinen cinayeti direktör Roman Polanski’nin hamile eşi Sharon Tate olan ve bunun gibi çok sayıda cinayeti yine hippiler ortasından seçtiği kişileri manipüle ederek teşvik eden Charles Manson da bir seri katil olarak bilinir.

Genel olarak mağdur tipolojilerine ilişkin güncel kaynaklara ulaşmak zor olsa da neden bu kümelerin hedef alındığı tahminen de araştırılması gereken başka bir husustur.


Kaynaklar:

1. Cleckly H. (1941). The Mask of Sanity (5th Edition). Private Printing for Non-Profit for Educational Use.
2. Freud S. (1940). Haz Unsurunun Ötesinde Ben ve İd (7. Basım). İstanbul: Metis Yayınları.
3. Kernberg O. (1992). Sapıklıklarda ve Kişilik Bozukluklarında Saldırganlık (4. Basım). İstanbul: Metis Yayınları.
4. Klein M. (2014). Haset ve Şükran (3. Basım). İstanbul: Metis Yayınları.
5. Köşkdere A. (2023). İnsanı Anlamak İçin Psikanaliz (1. Basım). İstanbul: Bağlam Yayıncılık

Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa HaberBursa GündemBursa Gündem HaberBursa HaberleriBursa Son Dakika

Bizi İnstagram’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi X’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr

Bizi Facebook’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Youtube’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Linkedin’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Acenteciler Tepkili: ‘Side’yi Gezmek, Roma’yı Gezmekten Pahalı’

HIZLI YORUM YAP