34,3390$% -0.07
36,3135€% -0.1
2.828,69%-0,50
4.809,00%-0,43
19.237,00%-0,41
2.560,23%-0,52
9.300,30%0,80
Melisa Kesmez
Gazeteci Tuğçe Tatari, siyasete ve toplumsal olaylara olan yakın temasını annelik problemiyle yan yana getirerek bir çocuk kitapları dizisine başladı. Literatür Çocuk Yayınları tarafından “Politik Çocuk Kitapları” başlığı altında birincisi yayımlanan, önümüzdeki aylarda dördü daha yayımlanacak 5 kitaplık seri, Tatari’nin tabiriyle “Türkiye’nin başına bela olan ilk 5 konu”ya odaklanıyor: Mülteci meselesi, iklim krizi, kadın-erkek eşitliği, barış savunuculuğu ve fırsat eşitsizliği. Sırada ırkçılık ve anadili mevzularına eğilen iki kitap daha bekliyor. Aysun Altındağ’ın resimlediği kitapların temel hedefi, çocukları “uygun bir dille” ve “tolere edebilecekleri şekilde” hayatın gerçekleriyle temas ettirmek.
Tuğçe Tatari bu kitapları neden yazdığını şöyle özetliyor:
“Ben dünya problemleriyle kafayı bozmuş biriydim. Anne olunca da değişmedi bu hâlim. Benim bu kitapları yazmış olmam çok da sürpriz değil o yüzden. Dünya görüşümü çocuğuma ve başka çocuklara aktarmanın bir yolunu buldum diyelim.”
– Öncelikle sana anneliğin yeni bir bakış açısı getirdiğini söyleyebilir miyiz? Bunu konuşmuştuk seninle de daha önce. Annelik yeni bir bilgi getirdiyse hayatına, o ne oldu sence?
Annelik bana her şeyden öte, beşerlerle daha iç içe ve çok kalabalık bir hayata geçiş zorunluluğu getirdi. Çocuğun olana kadar kendi seçtiğin, beğendiğin, onayladığın bir etrafın içinde, kendine yarattığın habitatında yaşıyorsun. Çocuksa bunu tamamen değiştiriyor. Öğrenmek dersen buna, insanın sana ters olan/gelen cinsine de daha tahammüllü olmayı mecburen öğreniyorsun diyebilirim. Topluma sirayet eden tüm aksilikleri okul hayatı başladığı anda çocuğunda da bir ölçü görmeye başlıyorsun. Bu yönetimi zor bir durum, çünkü çocuk dediğin yaşıtlarına ihtiyaç duyan sosyal, öyle olması da gereken bir varlık. Sen misal kadın düşmanlarını öyle bir izole etmişsindir ki o küçük sosyal çemberinde, oğlun okuldan eve birdenbire kızların iğrenç olduğunu anlatarak, pembeyi sadece kızların sevebileceğini savunarak gelince bir tıkanırsın! Sen ve koca bir Türkiye… “Hadi bakalım çocuğu kim kazanacak” gibi bir durum aslında bu.
Kızları seven, ağlayabilen ve savaşı, dövüşü, öldürmeyi, itip kakmayı seçenek saymayacak bir insan yetiştirmek istiyorum. Tek derdim bu bile diyebilirim hatta. Ama Türkiye buna asla müsaade etmiyor. Ben annelik probleminde lohusalıktan sonra en çok burada zorlandım. Sırf bu yüzden kendimi çocuğuma daima bir şeyler anlatmaya çalışırken bulur oldum. Çünkü benim hayattaki sıkıntılarım çok belli. Görüşüm belli. Annelikte de çocuğuma belli şeylerin yanlış olduğunu, belli şeylerin doğru olduğunu anlatabilmek benim en büyük tahsilim oldu.
“İstediğim, çocukları düşünmeye davet etmek”
– Mesela ne yapıyorsun bazı şeyleri anlatmak için? Bir örnek verebilir misin?
Mesela ben ona 3 yaşından beri sokakta gördüğümüz her negatif olayı, normalde annelerin çocuklarını sakındığı şeyleri işaret ederek ne düşündüğünü sordum. Her olumsuz tanıklığı sohbet ederek birlikte değerlendirdik. Kimisinde aynı fikirde de olmadık. 6 yaşındaki bir çocukla “evsizlik” ve “barınma sorunu” konuşuyorum ben. Elbette evladımın ruh bütünlüğünü sarsacak şekilde yapmıyorum bunu ama ben Cem’le her şeyi konuşan biri oldum. Onu gerçeklerle temas ettirmekten çekinmedim. Hayatı bilsin istedim, öyle istiyorum.
– Anne babalar bu mevzularda epey utangaç. Sen korkmadın mı Cem’e gerçekleri anlatırken?
Tabii, daima bir kaygım vardı. Sanki bunu yaparken çocuğuma zarar verir miyim? Oğlumu nereye kadar ve nasıl toplumsal sorunlara dahil edebilirim diye çok kafa patlattım. Pedagoglara, Cem’i de şahsen tanıyanlara çok danıştım, hâlâ da danışıyorum.
Bakıyorum dünya feci bir istikamete doğru gidiyor ve ben de ister istemez şöyle düşünüyorum: Savaşı bilsin, savaş yüzünden evini kaybeden, mecburen göç eden insanları bilsin. Bunun gibi hassas mevzuları diğerinden yanlış ve taraflı şekilde öğrenmeye çok açık çocuklar ve ne yazık ki öğreniyorlar da. Onun yerine doğrusunu benden, annesinden öğrensin. Bunun için de bulduğum en etkili yol kitaplar oldu.
Fotoğraf: Berkay Yılmaz
– Cem’e neler okuduğunu soracaktım ben de…
Türkiye’de bu konularda yayımlanmış çocuk kitapları aradım. Tek tük buldum da… Hiç yok diyemem elbette. Mesela çocuğunu cezaevinde doğurmuş bir annenin çocuğuna ithafen yazdığı bir çocuk kitabı var. Ben o kitabı hemen Cem’e okudum. Kimsenin hakkını da yemek istemem, tek tük teşebbüsler olmuş. Ama genel sorunun şu olduğunu gördüm: Çocuk yayıncılığındaki bu feci geri kalmışlığın nedeni müelliflerden değil, yayıncılardan kaynaklı. Genel olarak Türkiye’de çocukların siyasi, toplumsal, aktivist bahislere somut şekilde temas etmesi istenmiyor. Korkutuyor insanları çocukları bu açıdan bilgilendirmek. Daha çok hayvanlar, bitkiler, renkler üzerinden aynılık vurgusu yapan kıssalar tercih ediliyor, “Herkes aynıdır” demeye çalışan öyküler çok… Oysa herkes asla aynı değildir. Ezilen de vardır hayatta, avantajsız olan da… Benim istediğim şey çocuklara sadaka kültürünü öğretmek değil ama, onları tüm problemleri çözmeye yönelik düşünmeye davet etmek. Yani “Evladım avantajlı olan avantajsıza yardım etsin” demiyorum. Şunu diyorum: Bunlar dünyanın gerçek meseleleridir, dünyanın başına bela bahislerdir. Sen bu bahislere nasıl bakıyorsun? Bunların düzelmesi adına çabalamayı düşünür müsün?
Onu düşünmeye teşvik edip gerisini çocuğun kendi iç karar sistemlerine bırakmaktır sağlıklı olan. Geleceğin siyasetçilerini, bilim insanlarını, sanatkarlarını şekillendirerek ortaya çıkmalarını sağlayabilecek olan yol da budur.
– Peki Türkiye’deki yayıncılığın bu manadaki yetersizliğini görünce mi bir şey yapmak istedin? Nasıl bir çözüm ürettin?
Evet, Türkiye’nin çocuk kitapları beni tatmin etmedi ve ben de mecburen yabancı yayınların, çevirisi hiç yapılmamışların peşine düştüm ve gerçekten özellikle Avrupa ve ABD’de bu alanda fevkalade bir zenginlik olduğunu fark ettim. Çocuk kitaplarına, çocukla kurduğumuz ilişki biçimlerine dair bütün bakış açım değişti, inan. Yurt dışından tanıdıklara bavul bavul çocuk kitabı taşıtmaya başladım. Sadece Cem’e okumak için de değil, kendim için de aldığım çok çocuk kitabı oldu. Büyülendim, ağzım açık kaldı, artık sen nasıl tanımlarsan… Batı’da 0-3 yaşındaki erkek çocuklara feminizmi anlatmak için yazılmış kitaplar var. Onlar çocuklara aptal muamelesi yapmıyor bizim gibi. Hiç büyümeyecek ve daima bize muhtaç kalacaklar gibi yalan bir balonda büyütmüyorlar çocuklarını. Bilakis yaşananı olanca gerçekliğiyle veriyor; sadece vahşeti, kaygıyı ve endişeyi körüklememeyi önceliyor.
Her şeyi ama her şeyi tüm gerçekliğiyle anlatıyor onlar çocuklarına. Alışılmış uygun bir dille… Savaş diye bir şey var, ülkeler bombalanıyor, savaşta çocuklar ölüyor. Mülteciler var. Bunları anlatan çok sayıda çocuk kitabı var. Sadece savaş da değil; cinsiyet konusu, bedensel farkındalıklar… Misal bir annenin menopoza girişini anlatan bir çocuk kitabına bile denk geldim ve çok etkilendim. Kitapta minik bir trenle annesinin vücudunu gezerek, tüm organlarını, hormonlarını, tüm anatomik sistemi öğrenen bir çocuk var. İçeride yaşanan ve dışarıya yansıyan şeyleri yerinde anlatan bir hikâye. İnanılmaz etkilendim. Bizde neden yok? Bizde de olsun istedim, çok istedim. Üstelik buna onlardan çok daha fazla ihtiyacımız olduğunu, jenerasyonların ellerimizden kayıp gittiğini fark ettim. Çevrilsin istedim önce sadece. Kendim oturayım, yazayım gibi bir fikir hiç aklımda yoktu başta. Bir gün yolda yürürken başımda ampul yandı. “Ben neden yazmıyorum?” dedim. Oturdum, bir mülteci çocuğun kıssasını yazdım. Kitapta hem gerçek hayatı hem de hayalleri aynı anda yer alsın ve okuyan çocuklar bu işi biraz sorgulasın, empati yapsın istedim.
“Anlamayanlar çocuklar değil, yetiştirilmemiş yetişkinler!”
– Peki basım aşaması… İlgilendi mi yayıncılar?
Hayır. Çıkarmakta aşırı zorlandım. Gezmediğim yayınevi, ziyaret etmediğim “ünlü çocuk yayıncısı” kalmadı. Hakaretlere maruz kaldım, aşağılandığım anlar oldu, bana “Bu bir kitap değil” diyenler oldu. “Sivil toplum kuruluşlarından broşür olarak bastırmak, kitap yapmaktan daha mantıklı olur” dendi, bunu bile duydum. Çok sağ olsunlar, birtakımı kabul etti, “Tam aradığımız içerik” dediler. Ama onlar da “Bu hâliyle yapamayız” dediler. “Siz bunları biraz soyutlaştırın, öyle basalım” dediler. İşte iki çiçek üzerinden anlatacakmışım, iki farklı renk üzerinden anlatacakmışım, böyle tekliflerde bulundular. Çocuk böyle bir şey değilmiş!
– Nasıl bir şeymiş çocuk?
Bizim sıkıntımız ne biliyor musun, çocuklarımızın geri zekâlı olduğunu sanmamız. Oysa bizden çok daha ilerideler. Sadece yaşı dolayısıyla kaldırabileceği hisler var, kaldıramayacağı hisler var. Ve yaşı sebebiyle yönetebileceği ve yönetemeyeceği hisleri var. O kadar. Oysa bizlerden katbekat ileride parlaklıkları zihinlerinin.
Sonuçta arkadaşım, bir çocuğa oturup her şeyi uygun bir lisanla anlatabiliriz. Renkleri ya da hayvanları kullanmadan, soyutlaştırmadan. Erkek-kadın eşitliğini, bazı hislerin normal olduğunu, diğerlerinin canını yakmanın, zorbalığın iyi bir şey olmadığını, sevmekten korkmamayı, savaş yüzünden evinden kaçan insanların da hayatının değerli olduğunu… Bunları anlayacak düzeyde çocuklarımız, inanın. Bunları anlayamayacak olanlar yetişkinlerdir sadece. Çünkü onlar yetiştirilmemişler, hayata doğru yerden, gerçekler üzerinden hazırlanmamışlar, bu dünyadaki en önemli kişinin kendi olduğunu sanarak yaşamışlar, öylece de baba veya anne olmuşlar. İşte o sarmal bizi buraya getirdi. Ben de bu sarmaldan çıkalım diyorum. Çünkü çocuklara her şeyi ama her şeyi söylemenin yolları var. Ben bunu kitaplarla yapan yabancı meslektaşlarıma çok hayran kalarak bu fikri yerelleştirdim. Nasıl yerelleştirdin dersen; onlar cinsel kimlikler, çocuk tacizi, çocukların özellikle internette maruz kaldığı şantaj ve komplolara dair de çocuk kitabı basıyorlar. Ben ise Türkiye için mülteciler, barış, iklim gibi bahisleri önceledim.
– Kimse bu hâliyle basmak istemeyince ne yaptın peki?
Ben önce şunu anladım bu süreçte. Bütün dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de harikulade bir mülteci düşmanlığı var. Neredeyse hangi kapıyı çalsam “ama onlar ülkelerini korumamış, kaçmış insanların çocukları” gibi yorumlar duydum… Bu gerçekten oldu. Ben önce bununla yüzleştim. Yayıncı, okul, anne babalar, tüm ülke mültecilere yönelik edilecek tek bir olumlu cümleye tahammül gösteremiyor. Ben de ne yapayım diye düşünürken bir seri yapayım, arada bu mülteci kitabı da olsun, o durumda tahminen baskı hissi azalır diye düşünerek bir karar aldım. Böylece başka başlıklar da oluşturdum. Mülteci sıkıntısıyla birlikte Türkiye’nin başına bela olan ilk beş mevzuyu seçtim. İklim krizi, kadın-erkek eşitliği, barış savunuculuğu ve fırsat eşitsizliği. Bu beş başlığı taşıyan beş kitaptan oluşan “Politik Çocuk Kitapları” serisi böyle oluştu.
Herkesin kapıyı kapattığı uzun bir periyodun ardından, büyük bir öngörülülük ve cüretle Literatür Yayınları kitaplara kapılarını açtı. Mükemmel bir çocuk yayını editörü olan Ebru Akkaş’la da bu sayede birlikte çalışma talihim oldu. Aklımda şimdi hemen seriye eklemek istediğim iki kitap daha var. Biri ırkçılık, başkası anadili konusu üzerine. Eğer bu kitaplar yüksek alerjik tepki yaratmazsa, ben taşlanmazsam, yayınevi taşlanmazsa -5 kitaplık ilk serinin ardından- sırada ilk iş o 2 kitap var.
Fotoğraf: Berkay Yılmaz
“Çocuğuma okuyacağım kitapları yazdım”
– Bu kitaplar pedagojik mi?
Bunu sana şöyle anlatayım. Ben kanser oldum. Ne yapacağım diye Cem’in pedagogunu aradım ilk. O da dedi ki, “Tabii ki durumunuzu paylaşacaksınız ama bunu yaparken ‘kanser, tümör, ölüm’ gibi büyük kelimelerle cümleler kurmayacaksınız. Kendinizi en yüksek ve iyi hissettiğiniz anda anlatacaksınız bunu ona. Böylece ‘Annem iyi, savrulmuyor, demek ki paniğe gerek yok’ diyecek iç dünyasında. Ama elbette önemli bir hastalık geçirdiğinizi, hatta biraz korktuğunuzu ve bu arada biraz gergin olabileceğinizi ona aktaracaksınız.” Motamot böyle dedi. Alışılmış ki endişelenecekti bir çocuk bunu duyduğunda. Ama bence gayet sağlıklı bir endişe bu. Daima söylerim, buraya da sıkıştırayım, yarın bizim de bir botun içinde mülteci olmayacağımızın, göçük altında yağmalanmayacağımızın bir garantisi filan yok. Çocuklara hakları olan bir bilgiyi sunmazsak bu çok daha sıhhatsiz bir durum yaratıyor. Cem üzüldü alışılmış, bana hastanedeyken refakat etmek istedi. Ben de ona çocuk olduğunu hatırlattım, büyük olsaydı en yakınım o olduğu için ondan oburunu istemeyeceğimi anlattım. Ama eve bomba gibi dönme sözü verdim.
Bu örneği al, her şeye uygula. Ben annelikte böyle ilerliyorum. Cem’le ilgim böyle. Babasından ayrıldığımda, oğlumla ikimize yeni bir hayat kurarken Cem’i de bütün sürece dahil ettim. Yaşayacağımız evi biz birlikte bulduk. Özetle ben çocuğuma okuyacağım kitapları yazdım. Çünkü ben çocuğumun hayattaki bazı şeyleri bilmesini istiyorum. Ve pedagoglar da bu halimi onaylıyor. O şeyler olmuyormuş, yokmuş gibi çocuk büyütemeyiz. Tek bir püf noktası var, o da şu: Tolere edebileceği kadarını vermek. Yaşına ve duygu durumuna hakim olmak. Özetle ben hayatı; siyaset ve toplumsal olaylara odaklanmış şekilde yaşayan biriyim. Dünya problemleriyle kafayı bozmuş biriyim. Anne olunca da değişmedi bu hâlim. Benim bu kitapları yazmış olmam çok da sürpriz değil o yüzden. Dünya görüşümü çocuğuma ve başka çocuklara aktarmanın bir yolunu buldum diyelim.
“Sen, sevgili çocuk, çok iyi şeyler yapabilirsin, dermanımız sensin”
– İşlediğin konular, tabiatı gereği biraz ümitsizlik içeriyor. Ama bunlar çocuk kitabı. Öykülerde iyimserliği ve umudu nasıl gözettin?
Kitapların mesajı şu: Sen, sevgili çocuk, bu dünyada çok iyi şeyler yapabilirsin. Bu senin elinde. Dermanımız sensin. Bu kitaplar çocuğun tek umudunun kendisinde olduğunu söylüyor bize. Büyü ve dilerim ki kafayı bu sıkıntıları çözmeye tak! Çağ senin çağın. Biz yokuz artık. Biz çöpüz. Ben artık yetişkinlere tahammül bile edemiyorum. Ama çocukları kazanmaya çalışıyorum. Onların ellerinde dünyayı güzelleştirecek bir güç var. O da gelecek! Gelecek daha gelmeden önce onlara doğruyu anlatacak yetişkinlerin yol göstericiliklerine gereksinimleri var. Bu ekoloji, feminizm, barış, savaş, mülteci sorunu vesaire bütün sorunlar için geçerli. Mutlu son yok bu kitaplarda. O mutlu sonu siz yazacaksınız çocuklar, bunu net söylüyor kitaplar.
– Kaç yaş için bu kitaplar?
Beş yaşından itibaren ölene kadar… Şaka yapmıyorum, bence yetişkinlerin çocuklardan çok daha fazla ihtiyacı var Türkiye’de bu tip basit empati yaptıran yayınları okumaya. O sebeple başlangıç yaşını belirledik ama ucunu açık bıraktık.
– Anne babalara bir notun var, onu biraz buradan da aktarabilir misin?
Tüm dünyada, özellikle ülkemizde şiddet meselesi korkunç bir hâl almış durumda. Çocuklar adeta birbirini boğazlıyor, desek abartmış olmayız. Korkunç bir şiddet sarmalında yaşıyoruz. Ve önümüzde iki seçenek var: Ya bizler bu çocukları pamuklara sarıp toz pembe, hayali bir hayat oyunu oynayarak yetişkinliğe hazırlayacağız ya da yaşına göre, kaldırabileceği kadar gerçeklerle temas ettireceğiz.
Anne babalara özetle şunu söylüyorum: Çocukların aydın, açık fikirli, barışçıl, şiddeti seçenek olarak görmeden, ömrü kutsayarak, farklılıklardan beslenerek, toplumsal hassaslıklar, insan hakları gibi bahislerde dünyanın gerisinde kalmadan, birbirlerine düşman olmadan yetişmeleri için, kendilerini doğru bir yerden şekillendirebilmeleri için bir fırsata muhtaçlıkları var, bu fırsatı onlara verelim, gelin taşın altına elimizi bir arada koyalım. Bizim yıktığımız her şeyi çocukların düzeltme bahtı var, zehirlenmeden büyümelerini sağlayalım.
Biri ve Diğeri’ni resimleyen Aysun Altındağ kimdir? İstanbul Teknik Üniversitesi Sanayi Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden lisans ve yüksek lisans dereceleri ile mezun oldu. 2017 yılında yazıp çizdiği ilk çocuk kitabı olan Hayal Bulutu Nimbus Dinozor Çocuk tarafından yayınlandı. Üç kitaplık bir seri olan Mini Kıssalar serisi: Tavuk, Çiftçi ve Dağ kitapları ise Masalperest Yayınları tarafından 2020 yılında basıldı. Kendi yazdığı kitaplar dışında da 2017 yılından beri çeşitli yayınevleri ve yazarlarla çalışıyor ve çocuk kitapları resimliyor. Şimdiye kadar 20’nin üzerinde çocuk kitabı resimledi. Altındağ, illüstrasyon mesleğinin yanı sıra Bilgi Üniversitesi Endüstriyel Tasarım Bölümü’nde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Aysun Altındağ toplumsal sorunları odağa alan kitaplarda çalışmış bir illüstratör, bu bahisteki deneyimini şöyle aktarıyor: “Dünya sorunlarını daha önce de çocuk kitaplarında çalışmıştım. Örneğin, Hayal Bulutu Nimbus kitabımda dünyayı kaygılarından kurtarmaya çalışan Nimbuslular var: Dünya’nın canı bu ortalar çok sıkkındı. Kendisini hasta hissediyordu. Gün geçtikçe kirleniyor; ağaçlar azalıyordu. Üzerinde yaşayan insanlar daima kavga ediyordu ve onu bu hâle onlar getirmişti. Böyle diyor kitap. Öte yandan farklı bir yaş grubuna yönelik, gezegenimizin geleceğinde fark yaratabilmek için yazılmış olan sevgili Koray Avcı Çakman’ın Gezegenimiz ve Biz serisini de yine ben resimledim.” Altındağ, Tuğçe Tatari ile birlikte çalıştığı proje hakkında ise şunları söylüyor: “Sevgili Ebru Akkaş, Politik Çocuk projesinden bahsettiğinde heyecanlandım. Politik Çocuk projesi hayli kapsamlı bir proje, birçok konu başlığımız var. Bazı konular aslında üzerinde çalıştığım hususlardı. Lakin dizinin ilk kitabında konu mülteci meselesi olunca önce durup düşünmem gerekti. Böyle ağır bir mevzuyu çalışabilmek kolay değil, ancak üstesinden gelebileceğime karar verip projeyi kabul ettim. Hayal dünyası ile gerçek dünyayı bir arada görsel olarak kurgulayarak yoğun bir tasarım süreci geçirdik ve sonunda dizinin ilk kitabı okurlarıyla buluştu.” |
İnci Taneleri’nin hocası Yılmaz Erdoğan yeni dönemde da kadınları eğitmeye kararlı mı? |
Günün öne çıkan haberleri |
Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa Haber – Bursa Gündem – Bursa Gündem Haber – Bursa Haberleri – Bursa Son Dakika
Bizi İnstagram’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi X’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr
Bizi Facebook’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi Youtube’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
Bizi Linkedin’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber
49. İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri’nde ‘Yılın En Başarılı Çocuk-Gençlik Oyunu’ Ödülünü Kazanan ‘Dolap’ Müzikali Sahnelenecek