32,5341$% 0.04
34,9714€% -0.04
2.438,83%0,15
3.982,00%0,10
15.951,00%0,10
2.332,76%0,15
10.446,24%1,00
Avrupa Birliği’nin (AB) lokomotif ülkelerinden Fransa’da yapılan genel seçimlerin ilk tipinde aşırı sağcı Ulusal Birlik partisinin birinci çıkması, Avrupa’da milliyetçi ve aşırı sağcıların güçlendiği yeni bir periyoda girildiğinin göstergesi oldu.
Türkiye ise Suriye ile sınırında tırmanan gerilim, yakın bölgesinde süren Ukrayna ve Gazze savaşları, ABD ile Avrupa siyasetinde yaşanan çalkantılar nedeniyle dış siyasetinde yeni sınamalarla karşı karşıya.
Uluslararası siyaset sahnesinde esen sert rüzgarlar, ekonomik krizle boğuşan Türkiye için önemli sonuçlar doğurabilecek nitelikte.
“AB ile Türkiye kalıcı kopuşun eşiğinde”
Avrupa’da aşırı sağ telaşın yaşandığı bir devirde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşecek olması da Türkiye’nin gelecekteki dış siyaseti açısından dikkatle izleniyor.
Alman Marshall Fonu (GMF) Türkiye Yöneticisi Özgür Ünlühisarcıklı da kaleme aldığı son analizinde Avrupa Birliği (AB) -Türkiye bağlantılarında uçurumun kenarına gelindiği, “kalıcı bir kopuş” yaşanması riskinin arttığı, bunu önlemek için de “zamanın daraldığı” ihtarında bulunuyor.
“Bu kopuş ne Avrupa’nın ne de Türkiye’nin çıkarına” görüşünü savunan Ünlühisarcıklı, ikazının nedenlerini DW Türkçe’ye açıkladı.
AB’nin 2019 kurul kararlarından bu yana Türkiye ile üst seviye siyasi diyalog dahi kurmadığına işaret eden Ünlühisarcıklı, “Ankara’nın BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü gibi platformlara artan ilgisi, Türkiye’nin AB’den duyduğu hayal kırıklığının bir tezahürüdür” müşahedesini aktardı.
GMF Yöneticisi, ayrıca son Avrupa Konseyi kararı ile AB’nin Türkiye ile ilgilerindeki olumlu gelişmenin Kıbrıs problemindeki olumlu gelişme kaydedilmesi kaidesine bağlandığını anımsattı, “Yani Türkiye’ye ‘deveye hendek atlat’ diyorlar. Türkiye bunu yapamayacağını bildiği için alternatiflere bakmaya başlıyor” diye konuştu. Aslında ne AB ne de Türk hükümetinin bir kopuşu arzuladığını fakat gelinen noktada bunun gerçek bir risk haline geldiğini söyleyen Ünlühisarcıklı, tasalarına şu değerlendirmeyle açıklık getiriyor:
“Bir zamanlar çok egzantrik bir düşünce olan Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üyelik Türkiye’de gitgide ana akım bir düşünce haline, BRICS ile angajman normal gelmeye başladı. Önce böyle şeyler normal hale gelir, sonra da kamuoyunun beklentisi haline gelir. S-400 alımı öncesinde ‘Bu rasyonel değil, Türkiye Patriot’un fiyatını düşürmek için Rusya ile flört ediyor’ deniliyordu. ‘Rasyonel ya da değil yapar’ diyorduk ve gerçekten yaptı. Şimdi de Türkiye’nin Avrupa’daki blokajı kaldırmak için Çin kartını oynadığı söyleniyor. Doğru olabilir. Ama bu süreçler kendi dinamizmini kazanır, hükümetin baştaki amacı bu olmasa bile, süreç sizi oraya götürebilir.”
Aşırı sağın güçlendiği AB ile ilişkiler gelişebilir mi?
Peki aşırı sağ ve milliyetçiliğin yükseldiği bir AB’nin Türkiye ile bağlantılarını geliştirmesini beklemek ne kadar gerçekçi?
Ünlühisarcıklı, hudutlu bir çerçevede de olsa bu yönde adım atılabileceğini söylerken sağcı popülist Viktor Orban’ın başbakanlığındaki Macaristan’ın Türkiye’ye olumlu yaklaştığına dikkat çekiyor.
Macaristan 1 Temmuz itibariyle devraldığı AB dönem başkanlığı programında Türkiye’ye evvelki dönem başkanlarından farklı olarak daha geniş bir şekilde yer verdi. Programda “AB için Türkiye enerji güvenliği, bölgesel güvenlik ve yasadışı göç ile mücadele gibi pek çok alanda vazgeçilemez bir ortak” sözleri yer alıyor. Türkiye ile işbirliğine dayalı bağlantıların AB’nin çıkarına olduğu vurgulanırken Macaristan’ın “ortak çıkar alanlarında stratejik işbirliğinin derinleştirilmesine yeni bir ivme kazandırmaya ve Türkiye’nin aday ülke statüsüne ilişkin olarak AB-Türkiye siyasi diyaloğunu ilerletmeye çalışacağı” belirtiliyor.
“Türkiye’nin AB serüveni önünde ilave maniler çıkabilir”
Saygın düşünce kuruluşlarından Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’ndan dış politika uzmanı (Carnegie) Alper Coşkun, AB’nin Türkiye’yi göz arkası etmesinin stratejik bir hata olacağı görüşünde.
Emekli büyükelçi Coşkun, Carnegie bünyesindeki Türkiye ve Dünya Projesi yöneticisi olarak görev yapıyor. Coşkun, Avrupa’da güçlenen aşırı sağın, son yıllarda kötüleşen AB-Türkiye ilgilerini daha da olumsuz etkileyebileceğini söylemekle birlikte, “Reel politik gerçekler ortada. AB’de kendi demografik ve ekonomik gerçeklerine tezat oluşturacak nitelikteki siyasi değişikler, Türkiye gibi bir aktörün her bakımdan Avrupa kıtası için arz ettiği değeri değiştirecek değil. Lakin, makulde buluşmayı biraz daha zorlaştırabilir, Türkiye’nin AB serüveninde önüne ilave pürüzler çıkabilir” dedi.
Avrupa başkentelerinde Kayseri endişesi
Kayseri’de bir çocuğun Suriye asıllı bir kişi tarafından taciz edildiği iddiasıyla başlayan ve Türkiye’nin farklı kentlerine yayılan olaylar, Suriye’nin kuzeyindeki Türkiye karşıtı protestolar Avrupa başşehirleri tarafından yakından izleniyor. Şiddete evrilen göçmen aksiliğinin, kendini artık güvende hissetmeyen sığınmacıların Türkiye’den ayrılmak istemesine yol açmasından yani Avrupa’ya yeni bir göçmen akınından endişe ediliyor.
Siyasi gözlemciler ve güvenlik uzmanlarının büyük bir kısmı yaşanan gelişmeleri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye siyasetinin iflas ettiğinin bir göstergesi olarak yorumluyor. Türkiye’nin, Suriye’deki iç savaşa taraf olarak yaptığı fahiş siyasi yanlışların sonuçları ile yüzleşmekte olduğuna işaret ediliyor.
Alper Coşkun ise “Türkiye’nin PKK denetiminde devamlılık arz eden bir çizginin kurulmasının önüne set çekmesi doğru bir adım oldu. Ama adeta böbürlenerek ve sayıları şişirerek ‘biz 50 milyar doları harcadık’ ve ‘Herkese toprağımız açık, biz öbürleri gibi değiliz’ açıklamaları yapıldı. Bugün yaşananlar bu siyasetlerin orta ve uzun vadeli tesirlerinin aslında dikkate alınmamış olunduğunu ortaya koyuyor. Yanlış hatırlamıyorsam, Sayın Davutoğlu’nun ‘gelse gelse 50 bin ya da 100 bin kişi gelir’ gibi varsayımlarıyla yola çıkılmıştı. Oysa şimdi karşı karşıya kaldığımız sayılar ortada” diye konuştu.
AB’ye tutarsızlık eleştirisi
AB-Türkiye alakaları artık aslında büyük ölçüde tek bir hususa, Avrupa’ya göçün engellenmesine indirgenmiş durumda. Alper Coşkun ise AB’nin bu yaklaşımının sürdürülemez ve yanlış olarak nitelendiriyor.
“AB’nin kendi başında Türkiye’yi potansiyel bir yasa dışı göçmen havuzu olarak konumlandırması çok miyopik, çok yanlış bir yaklaşım. Türkiye’ye dönüp de ‘Sen bunları tut gönderme’ diyip ondan sonra bu baskının Türkiye’de yaratacağı tesirleri yok varsaymak, Türkiye ile dayanışma gibi bir refleks sergilememek büyük tutarsızlık” sözleriye AB siyasetlerini eleştiren Coşkun, “Hele hele AB gibi prensipler, pahalar ve tutarlılık gibi kavramlar üzerinden hareket eden, o kavramlar üzerinden Türkiye’yi devamlı tenkit konusu yapan, hatta bunları Türkiye’nin AB ile münasebetlerinin geliştirilmesi önünde engel olarak öne süren bir yapı için bu tavır son derece tutarsız” diye konuştu.
Türkiye’nin ebediyen böyle bir rolü sürdüremeyeceğini vurgulayan Alper Coşkun, “Suriye’de bir hareketlenme olduğunda Türkiye yine her şeyi kendi bünyesinde mi tutacak? Her şeyi Türkiye’den beklemek büyük bir haksızlık. Şayet sorumlu siyaset icra edilecekse, o zaman AB’nin Türkiye ile birlikte kalıcı tahlillere yönelmesi gerekecek” dedi.
“Fevri heyecanlarla her yere savrulmamak lazım”
Bu ortada küresel düzen sarsılıyor. ABD’de Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimleri önemli bir dönüm noktası olarak bedellendiriliyor. Önümüzdeki devirde ABD ile Çin arasındaki jeopolitik ve jeoekonomik rekabetin daha da kızışması bekleniyor. ABD’nin Avrupa coğrafyasında güvenliği destekleme rolünü üstlenmeye devam edip etmeyeceği de bilinmiyor.
AB, yeni bir genişleme dalgasıyla değişen küresel siyasi iklime uyum sağlama, Avrupa kıtasında yeni bir güvenlik mimarisinin temellerini atma arayışında. Tam üyeliği artık gündemden düşmüş olsa da AB Türkiye’yi külliyen kaybetmek istemiyor, fakat kaybetmemek ismine adım da atmıyor.
Türkiye ise bir taraftan diğer tarafa savrulan, bocalayan bir ülke profili çiziyor. Dış politika uzmanı Alper Coşkun, “Stratejik kanıya oturmayan fevri diyebileceğimiz heyecanlarla her yere savrulmamak lazım” diyor.
Türkiye’nin ticareti ve beşeri etkileşimi, teknoloji, inovasyon ve finans kaynaklarına erişimi bakımından Batı’ya güçlü bir şekilde entegre olmuş bir ülke olduğuna işaret eden Coşkun, değerlendirmesini şöyle tamamlıyor:
“Gayet olağan ki Çin’de bir potansiyel var, gayet natürel ki yükselen Doğu’dan, Asya’dan, Afrika’dan bahsetmek mümkün. Türkiye’nin temel omurgasını koruyarak ve güçlü tutarak, yani Avrupa, AB, ABD ve Batı ile bağlantılarını güçlü tutarak diğer kulvarlarda, yeni arayışlara yönelmesi daha doğru olur. Bizim yaptığımız hata güya bugüne kadarki her şeyden vazgeçip yepyeni bir arayış heyecanı içerisindeymişiz gibi bir görüntü veriyoruz. Bir NATO üyesi ve AB’ye aday bir ülke olarak Türkiye’nin ‘Batı çöküyor, Doğu yükseliyor’, ‘Batı’nın geleceği kalmadı, alternatif başka yerlerde’ biçimindeki üçüncü dünya telaffuzlarına yönelmesi, hem NATO’da söylediklerinizin manasını yok ediyor, hem de her vesileyle duyduğumuz ‘AB’ye tam üyelik bizim önceliğimizdir’ telaffuzunun hiç bir manasının kalmamasına yol açıyor. Bu kez da AB’ye dönüp ‘Bakın bu göç konusunu birlikte çözmemiz lazım’ veya ‘Avrupa’nın savunmasını geliştireceksiniz ama bu Türkiye’siz olmaz’ dediğinizde istediğiniz sonucu alamıyorsunuz. Türkiye’nin güvenirliğini zedeleyen bu tavırla, kendi elimizi zayıflatır hale geldik.”
DW Türkçe’ye sansürsüz nasıl erişebilirim?
MHP’den Sinan Ateş Davasına İlişkin Açıklama: Saklayacak Bir Şeyimiz Yok
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.