DOLAR

38,2636$% 0.12

Created with Highcharts 8.2.212:0012:3013:0013:3014:0014:3015:0015:3016:0016:30
EURO

43,8214% -0.6

Created with Highcharts 8.2.212:3013:0013:3014:0014:3015:0015:3016:0016:3017:00
GRAM ALTIN

4.180,08%-0,69

Created with Highcharts 8.2.212:3013:0013:3014:0014:3015:0015:3016:0016:3017:00
ÇEYREK ALTIN

6.916,00%0,04

Created with Highcharts 8.2.209:0009:3010:0010:3011:0011:3012:0012:3013:0013:3014:00
TAM ALTIN

27.579,00%0,04

Created with Highcharts 8.2.209:0009:3010:0010:3011:0011:3012:0012:3013:0013:3014:00
ONS

3.399,10%-0,77

Created with Highcharts 8.2.212:3013:0013:3014:0014:3015:0015:3016:0016:3017:00
BİST100

9.312,13%-0,10

Created with Highcharts 8.2.210:3011:0011:3012:0012:3013:0013:3014:0014:3015:00
İmsak Vakti a 02:00
Bursa AZ BULUTLU 18°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
SON DAKİKA

DOLAR 38,2636

EURO 43,8214

ALTIN 4.180,08

BİST 100 9.312,13

İmsak 02:00

18°
  • Bursa Gündem Haber
  • Kültür & Sanat
  • Umur Talu’nun Yeni Kitabı “Edebi ve Edepsiz Beyoğlu, Bohem Bir Rehber” Raflarda: “Beyoğlu’nun Çapkın, Yılgın, Serseri, Hayalperest Yüzleri Sizinle Arşınlayacak Caddeyi”

Umur Talu’nun Yeni Kitabı “Edebi ve Edepsiz Beyoğlu, Bohem Bir Rehber” Raflarda: “Beyoğlu’nun Çapkın, Yılgın, Serseri, Hayalperest Yüzleri Sizinle Arşınlayacak Caddeyi”

ad826x90

Editör, yönetici ve yazar olarak Türkiye’de gazeteciliğin en saygın isimleri arasında yer alan Umur Talu‘nun yeni kitabı “Edebi ve Edepsiz Beyoğlu, Bohem Bir Rehber” Literatür Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Talu, bu eşsiz Beyoğlu rehberinde semtin sokaklarını muharrirler, şairler, filmler, kitaplarla birlikte anlatıyor.

“Edebiyatın, edepsizliğin, avare gezenlerin kokusunu taşıyan şık bir kaos”

Kitap şöyle tanıtılıyor:

“Bu küçük rehber başkalarına benzemiyor, sevgili okur. Çünkü kentini hiç bırakmayan Umur Talu, her sokağa kendinden bir parça yerleştirerek Cadde-i Kebir’i arşınlıyor. Zaman zaman diğerleri da eşlik ediyor ona; müellifler, şairler, bazen sırf kitaplar, en çok kitaplar, filmler.

Ama bu bir anı kitabı da değil. Bir semtin zamanlar boyunca dönüşümünün, değişiminin, insanlara ayak uydurma serüveninin hikayesi. Büyük bir Beyoğlu kitaplığı. Edebiyatın, edepsizliğin, avare gezenlerin kokusunu taşıyan şık bir kaos.

Kitabın sayfaları arasında Eftalikos’ta Sait Faik‘e rastlayacaksınız. Park Otel’de Yahya Kemal olacak. Nazım Hikmet ilk şiirini yazacak, Cemal Süreya bir şiir daha okuyacak. Yusuf Atılgan yürürken Aylak Adam’a rastlayacak! Bihter ile Zavallı Necdet aynı yerden alışveriş yaparken tahminen oralarda bir yerlerde eğlence peşindedir Behlül…

Satırların arasında, tahminen defalarca geldiğiniz tahminen de hiç görmediğiniz Beyoğlu’nun çapkın, yılgın, ayyaş, serseri, entelektüel, zıpkın, hayalperest ve bohem yüzleri sizinle arşınlayacak caddeyi.”

Kitaptan tadımlık…

Sınav Galatasaray Lisesi’nde. Kazanırsam artık kapanacak olan ilk mektebin son seferine yetişeceğim. Kapıdan girip birkaç adım attıktan sonra bir büst gösteriyorlar bana. Evde de fotoğrafı var, eski bir gümüş çerçeve içinde. Sakallarından tanıyorum. Büyük dedem, Recaizade Mahmut Ekrem. Başımdan aşağı kaynar sular… Güya o, dedemi ve babamı da alıp imtihanda beni izleyecek. Hepsi mektepli bir şekilde. Büyük dedem öğretmen, dedem öğrenci ve öğretmen. Babam öğrenci. Kemal Tahir’le sınıf arkadaşı. Sıra büyük kızım Çiğdem’e de gelecek. Ondan önce de yeğenim Eren’e.

Sınav babamın vasiyetine uygun bitiyor. Ama ilk mektep orada değil, Ortaköy’de. Ev Bağlarbaşı’nda. Sonra bir sene Pangaltı’da, derken uzakta, Londra Asfaltı üzerinde, ilk gazeteci kooperatifi Basınköy’de oturuyoruz. Annem arada İstiklal’e indiriyor beni. Basınköy’deki komşularımızın kitaplarını da görüyorum kitapçılarda. Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Çetin Altan… Tarkan,

Karaoğlan, Kara Murat… Doğan Koloğlu da orada, İslam Çupi de. Abdullah Ziya Kozanoğlu ve Kemalettin Tuğcu yapışıyor kitapçılarda üzerime.

Fakat bu kitaptaki seyahatimizin odağı sırf benim yaşantılarımdan ibaret değil. İstiklal’de dolaşacağız birlikte. Tamam, Recaizade de eşlik edecek size, Bihruz da. Oğlu Ercüment Ekrem Talu, şahsen kendisi. Tamam, Halit Ziya da kolunuza girecek, Ahmet Cemil de. Tamam, Eftalikos’ta Sait Faik’e rastlayacaksınız, sonra da Tünel’deki Çocuk’a… Tamam, Park Otel’de Yahya Kemal sizi fark etmeyecek, Sessiz Gemi süzülecek. Tahminen de Tokatlıyan’dan çıkıp geldi, kim bilir? Tamam, Nazım Hikmet ilk şiirini yazacak, Cemal Süreya bir şiir daha okuyacak. Bihter ile Zavallı Necdet aynı yerden alışveriş ederken tahminen oralarda bir yerlerde eğlence peşindedir Behlül… Yusuf Atılgan yürürken Aylak Adam’a rastlayacak! Aylak Adam bir aşağı bir yukarı gidecek.


Ercüment Ekrem Talu, Tevfik Rüştü Aras ile.

Çünkü yazarlarla kahramanları, şairlerle dizeleri, yönetmen ve oyuncularla film ve sahne kahramanları, müzisyenlerle müzikleri aynı sokaklarda dolaşır, aynı havayı solur. Kahramanları vasıtasıyla “alafranga, züppe, özenti” hayatı eleştiren birçok yazar, temelinde müşahedelerini tam da o kurgu karakterler için ilham aldıkları ve onlara can verdikleri yerlerin müdavimleri olarak edinmiştir. Sadece bu değil; Yeni Osmanlılar’dan İttihat ve Terakki’ye, Edebiyat-ı Cedide ile Servet-i Fünun’dan İkinci Yeni’ye ve “Baylancılar”a, oradan fotoğraf sanatındaki sıçramalara; siyaset ve sanat da yaratıcılık da, dedikodu ve kapışma da, muhbirlik ve casusluk da hücrelerindedir.

Elbette Beyoğlu üstüne çok yayın var. Aslında hepsinden minnetle yararlandım. “Kaynakça” kısmında umarım birçoğunu atlamadan anmış ve teşekkür etmiş olurum. Ancak kimilerini özellikle burada da zikretmek isterim:

Said Duhani’den Eski İnsanlar Eski Evler

Salah Birsel’den Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu

İlhan Berk’ten Galata ve Pera

Turan Akıncı’dan iki Beyoğlu

John Freely ve Brendon Freely’den Galata, Pera, Beyoğlu

Burcu Pelvanoğlu’dan Beyoğlu Düşerse

Özlem Kumrular’dan İstanbul Eğleniyor

Bahriye Çeri’den İstanbul Edebiyat Haritası

Rinaldo Marmara’dan Galata-Pera

Onur İnal’dan Pera’dan Beyoğlu’na

Çelik Gülersoy’un kitapları…

Ve vilayetle de Sermet Muhtar Alus tanıklıkları ve külliyatı…

“Peki senin yaptığının farkı ne?” diye sorarsanız… Buna kendim de cevap veremem. Lakin yapmak istediğim şuydu: Ortaokul ve lisede yatılı ve gecelerine, kaldırımlarına, arka sokaklarına kayıtlı yedi yılı Beyoğlu’nda yaşadım, onu yaşadım. Sonra da yıllarca (ve yıllardır) Doğan Apartmanı, Galata, Asmalı, Beyoğlu… Derken bir gün anlatmam gerektiğinde, bir de çalıştım. Bir de sarmaş dolaş oldum. Kapı kapı, anı anı dolaştım. Bazen sabahın körüydü, geceden mi kalmaydı, erkenden mi çıkmaydı… Bazen öyle tek, bazen sevdiklerimle, bazen sessiz, bazen kahkahalarla. Bir elde hüzün, bir elde daima gülümsemeler.

İzninizle bina bina gitmeye çalışacağız… Binaların tarihinden fazla, o binalardan gelip geçenlere uğrayacağız. Lakin zaman mefhumu olmadan, tarihe takılmadan. Unuttuklarımız olacak ama umarım unutulmazlar. Önce Taksim’den Tünel’e sağdan sağdan… Sonra yine aynı istikamette soldan soldan… Arada ara sokaklara şöyle bir girip biraz Ayaspaşa’ya, Sıraselviler’e, Tepebaşı’na ve Galata’ya uğrayıp çıkacağız.

Tarihçe değil yaptığımız. Bir gün siz oralardayken, sizi küçük dokunuşlarla zaman tünelinde dolaştıracak bir gezinti. Esas olarak da 1850-1950 diye, muğlak sınırını kabaca çizebileceğim bir 100 yıla dair. Unuttuklarımızla, unutamadıklarımızla. Eksiğiyle ama umarım keyifle.

Mario Levi’nin Pazarın Yalnızları… Beyoğlu kitabı ses versin caddeye girmeden ve ardından sorsun size: “Beyoğlu daima kendini doğurdu. Önce masalcıyı, şairi, ressamı, yabancı gezgini ve kendini yabancı hissedeni; orospuyu, yalnızı, aylağı, kafasızı, umut tacirini, pezevengi, yemek ve alkol düşkününü, eşcinseli, kaçağı, oyuncuyu, ruh hastasını, gönül yarası taşıyanı, isyankârı, sinema-kitap ve tiyatro tutkununu, hatta delisini, gerçek deliyi, esrarkeşi, züppeyi, anılarına tutsağı, zengini, yoksulu, hayalperesti, çapkını, sefili, terk edeni veya edileni, pusulasını kaybedeni, sığınmacıyı, fotoğrafçıyı, dindarı, dinsizi, evsizi çeker, barındırır mıydı aksi hâlde?”

Yangınlardan, yıkımlardan, işgalden, 6-7 Eylül’den, sığınanlardan, kaçan ve kaçırılanlardan hem hüzünle hem coşkuyla süzülen, ne binalara ne de anılara, kitaplara sığan Beyoğlu. Hemingway’e göre “her ulustan insanı ve bütün müttefik askerleri tuzağa düşüren” Beyoğlu…

1841’de “eski” Pera’yı arşınlayan masalcı Andersen’in, “Ne kalabalık! Ne hengâme!” deyişinden neredeyse iki asır sonra yine: Ne kalabalık! Ne hengâme! İşte o kalabalıkta, farklı vakitlerde da olsa vakti durdurarak Jean-Jacques Rousseau’nun saray saatçisi babası, Polonyalı şair ve devrimci Mickiewicz, şimdi minikken şair André Chénier, Troçki, Fransız yazar Théophile Gautier, İstanbul yazarı Edmondo de Amicis, Josephine Baker, Sarah Bernhardt. Pierre Loti, gezgin Nerval, Agatha Christie, İtalyan-Fransız Ubicini, Çaykovski, İtalyan birliğinin babası Garibaldi, Casanova, Franz Liszt de geçiyor. Rastlarsınız mutlaka!

Öyle ya, Hüseyin Rahmi’nin Şıpsevdi’sinde Semih, kışın Horhor’da, yazın Erenköy’dedir ama “aklı Beyoğlu’nda.” Olsun mu?

TAKSİM HAYALETLERİ

Fotoğraftaki çocukluğum, Taksim Meydanı’nda anıt kıyısından geleceğe baktığında, gerisinde geçmişi de görüyor. Sararmış bir fotoğrafta babası, bugünkü Gezi Parkı’nın orada, Taksim Stadı’nda futbolcu; iki takım da hakemin etrafında sevinçliler. İşgal altında Harrington Kupası da orada, Cumhuriyet bile ilan edilmeden Romanya ile ilk milli maç da.

Gezi’den önce, ayak topçularından da önce, tam orada mukim Topçu Kışlası’nı görüyor mu çocuk? O sırada yok, dümdüz edilmiş Kirkor Balyan yapıtı, “31 Mart Vakası”nın kışlası. Kışla, işgal dönemi McMahon kışlası; işgal ordularının Afrikalı askerleriyle.


Eski Taksim Stadı. Muvakkar Ekrem Talu geride, ortada.

Başka ne görüyor tarihin zaman tünellerinde? Kışladan Harbiye istikametine, önce Ermeni mezarlığı. Ayaspaşa’ya doğru Müslüman mezarlığı. H. Goebbels’in mimarı olduğu ama bitişini göremediği Almanya Konsolosluğu ile Park Otel’in altı mesela. Şinasi’nin gömüldüğü kabristan. Aya Triada’ya doğru Rum Ortodoks mezarlığı. Mezarlıklarda Edmondo de Amicis’in turları, notları.

En sonrası Gezi Parkı. En komünü Gezi. En işçisi, en acı ekmeği, onca umutla gelip onca ölüye dönüşen 1 Mayıs 77. Çocuğun, 19 yaş gençliğinin son çeyreğindeki coşkulu ve trajik varoluşu. Tam orada, üst penceresinden de ateş açılmış otelin kafesinde sonradan Onat Kutlar ve Yasemin Cebenoyan bomba tuzağında yok olmuş.

Meydanda Henri Prost’a rastlıyor çocuk. Prost meydanı açan, uzun soluklu konuk şehir plancısı. Kazablanka’dan sonra İstanbul’da imar aşkı. Birçok nefes alanı kadar birçok tarihi yıkımın da plancısı, ilham kaynağı. Atatürk Kültür Merkezi tartışmaları onun imar velayetinden de; Vali Muhittin Memduh Üstündağ’ın vilayetinden de. Kültür merkezini isteyenler ve istemeyenler ikiye ayrılmış: Bir tarafta “evet” diyen Serteller mesela. Bir tarafta “hayır” diyen Peyami Safa, Hüseyin Cahit ve zamanın Cumhuriyet gazetesi. Bu ayrım o II. Dünya Savaşı öncesi ve sırasının başka ayrımlarına da mı tekabül ediyor? Çocuk bilmiyor. Siz biliyor musunuz?

Az ötede, bir başka İstanbullu olan Lamartine(in) Caddesi’nde yaşayan Prost’un iki konuğu olmuş o günlerde. Biri Auguste Perret, Şişhane’de bir güldürü tiyatrosu tasarlamış. Biri de mimarlık dünyasının klasik ismi, o sıra çok genç olan Le Corbusier ve Boğaz’dan süzülürken İstanbul’a sarılan hayranlığı.

Taksim Caddesi’nde, Arşak’ın Kahvesi’nde kimler çay, kimler kahve söylemiş; hangi masanın muhabbeti başkalarını bastırmakta sanki? Yine Genç Türkler mi? Akşam olmuş, Kör Sebuh’un İnce Saz’ı başlamış mıdır? Gezi Parkı’nın bir köşesindeki Bella Vista Kahvesi’nde kimler var? Ya sonradan orada açılmış Taksim Belediye Gazinosu’ndaki şıklık ve şen şakraklık da ne? İşte oradaki bu melodiler de çocuğun hafızasında dans edip durmuş.

Ayaspaşa’dan Gümüşsuyu’na pek inmeyeceğiz. Lakin şu Yahya Kemal değil mi, yine Park Otel’e giden? Babasıyla orada oturduğunu hatırlıyor çocukluğum. Sessiz Gemi de oradan kalkmış işte. Ölümü mü anlatmış, ayrılığı mı? Falih Rıfkı Atay’a mı sorsak hazır oteldeyken? Hemen oralarda evi olan Ahmet Hamdi Tanpınar bilir miydi bunun karşılığını? Kral Edward da oteldeki kral dairesindedir tahminen. Bir ihtimal Nazi Almanyasının Ankara elçisi Von Papen de şimdi gelmiştir ve Emir Erkilet’le de sohbete koyulacaktır. Ya Cahide Sonku? Arka sokaklardan önce orada işte.

Çocuğun gençliğinden beri sık gittiği Rus lokantası peki? Dayısının başhekimlik yaptığı Gümüşsuyu Askeri Hastanesi’ne gide gele mi Ayaspaşa Rus lokantasının cazibesiyle tanışmıştır yoksa daha sonra mı, hatırlamıyor. Sonradan öğrenecek Bülent Ecevit’in, Rahşan Ecevit’e burada evlenmeyi teklif ettiğini. Şimdi onlar yok ama lokanta hâlâ yaşıyor.

Çocuk da gençlik de çıkmaz sokaklarını besleyen Sıraselviler’den -ki adı Sıraserviler’dir, eski mezarlıklardaki sıra sıra servilerden ötürü- Cihangir’e, Firuzağa’ya şöyle bir göz atıyor: Hemen solda Majik Sineması, bugün otel. Arada Venüs Sineması olmuş. Ama esas şöhreti, Maksim’den önce Büyük Maxim vakti. Maxim kim? Beyaz Rusyalı ama “siyah” Rus! Asıl adı Frederick Thomas olan ABD’li bir Rus. Öncesinde Şişli’de Stella’yı açmış, Maksim sonrasında birkaç yıl içinde ölmüş.

Maksim’in sürprizi, Fikret Adil’in deyişiyle “İstanbul’u esas cazla tanıştıran” iki siyah Amerikalı Bob ve Tom’dur, yedi kişilik Seven Palm Beach grubunun müziğiyle.

Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore romanındaki Maksim, işgal günlerinin şahididir: “Necdet mırıldanarak, homurdanarak yürüdü. Kırk elli adım ötede Maksim Bar’ın durmadan açılıp kapanan feneri gözüne çarptı. İçinden, buraya gireyim, bir iyi sarhoş olayım, dedi.”

Beyaz Ruslardan Valentina Julianovna Verjenskaya, yani Barones Valentine von Clodt Jurgenzburg, evvelce Amerikan Hastanesi’nde çalışır; “müzisyen olarak ilk işi” ise işte bu eski Majik’tedir. Maestro Polyatskin’le. Gündüzleri de Rejans’ta meşhur “Balalayka” orkestrasıyla çalar. Kocası Alexander Taksin’le -ki kendisi St. Petersburg Hukuk Fakültesi mezunudur, vaftiz babası çardır. Beyoğlu’nda Müzisyenler Kahvesi’nde tanışırlar. Birlikte Majik’te de Novotni Birahanesi’nde de çalışırlar. Bazen de Fransız Tiyatrosu’nda. Barones’in piyanosunun sonraki durağı İstanbul Radyosu olur: “Radyonun ilk piyanisti olarak kayıtlıydım.” Mesut Cemil de orkestra arkadaşıdır. “İstanbul Radyosu’nun sinyal müziği olan açılış fanfarında benim piyanom vardır,” der Barones. Paris’e gitse bile Beyoğlu hasretine dayanamaz, döner. İlk fotoğraf makinesini Tünel Meydanı’nda Lumiere’den alır. Aynı yerde La Grande Librarie Mondiale’dan ve Rus kitabevi Znanie’den kitaplar, Beyoğlu 154’te Gürciyan’dan müzik aletleri ve satranç grupları alır. Fotoğraflarını Phebus’ta, Sébah & Joaillier’de çektirir. 65 numaradaki Jules Kanzler’e günlerce poz verir. Tepebaşı’nda Harry’s Amerikan Pazarı kıymetlidir, Pera 303’te Maurice Faraggi’den parfümler ve Markiz çikolataları, Glavani Sokağı’ndan çıkıp Bon Goût’dan pasta…

Tarih de yaşamış olan hayattır ya aslında, işte öyle gariptir: Fransız Amiral Dumesnil’in komutasındaki müttefik donanması başta, Kızıl Ordu’dan kaçan “Beyaz Ruslar” biraz işgal İstanbul’una, biraz da Gelibolu’ya taşınmıştır ya, tahminen 100 tahminen 250 bin kişi; onları Kırım’dan süren ordunun başında Taksim Anıtı’na nakşedilecek Frunze, Kızıl Ordu’nun en başında da Troçki vardır. Frunze anıtta kalacak, Troçki İstanbul’da ancak sürgün olarak kalabilecektir.

Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler’de sahnenin içine giren Beyaz Ruslara bakıp durur: “Şu lokantaya bak. Yarısından fazlası Rus muhaciri. Birkaç Rum ve Ermeni bezirganla bizim mirasyedilerden başka hepsi Rus. Bunların birçok geleli

bir sene olmadı. Şimdi hepsi kendi sanatlarını bize kabul ettirerek para kazanıyor. Sinemalara dekor yaparak, fotoğraf yapıp satarak, ev duvarı boyayarak… Bir yığın musikişinas geldi. Tepebaşı’nda baleler, oyunlar veriliyor. Yazık ki biz gidemeyiz. İşimiz var.” Ama işimiz olsa da gideriz, giderler!

Belçika ve Romanya konsoloslukları Mermi ve Kara ailelerinin konutlarıdır öncesinde. Bu meskenlerden Pierre Loti de geçer, Zinnur ile Nuriye Hanım’ın kalplerinde ve Kırık Hayatlar’da da iz bırakarak.

İlhan Berk için Sıraselviler’in, işe değilse bile, düşe ayıracak vakti yoktur: “Bir yalnız bir yorgun. Cadde-i Kebir’in koşutu olarak doğdu. Bir yandan kendini Taksim’e vererek yaşar. Dünyanın en güzel çıkmazlarını kapmıştır. Düşe ayıracak vakti yoktur.” Hatırlatmadan da geçemez, randevucular kraliçesi Madam Atina’nın evini. Oysa Taksim’den Cihangir’e, oradan Tophane’ye ve tersine ne düşler akar duru, adı mezarlık ağaçlarından gelme Sıraselviler’de. Berk yine itiraz eder, bu kez bir sokağı şahit göstererek: “Maç Sokağı bir futbol topunu düşünde bile görmemiştir.” Bunda tahminen de haklı olabilir, çünkü bir dönem da olsa en üst ligde oynamış, bir Rum yıldızı, Lefter Küçükandonyadis’i Fenerbahçe’ye sunmuş Ermeni kulübü Taksim Spor bile artık Taksim’de değil, Şişli ilçesinde, Feriköy’dedir.

Çocuğun annesiyle hemen her oyununa gittiği Devekuşu Kabare: Metin Akpınar, Zeki Alasya, Kemal Sunal, Ayşen Gruda. Az ileride, bugün bir üniversite olan Alman Hastanesi. Ondan önce Şinasi’nin doğduğu ev tam orada. ABDülhak Şinasi ise Cihangir ölümlü. Cihangir Apartmanı olmuş Rüya Apartmanı. Necmettin Molla Konağı’na bitişik. Ferit Edgü de Cihangir doğumlu. Beyoğlu ölümlü.  Orhan Kemal oralı değil, ama müzesi var artık. Altındaki, müdavimi olduğu İkbal Kahvesi de esasen oralı değil, Cağaloğlu’ndan ama artık orada. Selim İleri ise daima orada… Bu kitap yayına hazırlanırken vedasıyla da!

Halit Ziya çocukluğunun Cihangirinden nefret etmiş. Yahya Kemal, gurup vaktine bayılan dizeler yazmış. Asaf Halet Çelebi, “Deniz pırıltısı içindeki konutum,” diye anmış. Emine Semiye’nin Sefalet’inde Sabite, Rabite Hanım’dan bir tahsilat için “Yayan olarak Galata’ya, oradan da Cihangir’e” sarfiyat, yanında Uğraş ile. Dönüşte de Karaköy’de poğaçacıya.

Pierre Loti işte. “Behice Annem” dediği yaşlı kadını ziyarette. “Hem paşa kızı hem paşadan dul kalmış. Seksenlik ve düşkün. Kur’an’dan daha Müslüman, katılıkta şeriat hukukundan daha ileri. Kocası merhum Şevket Davut Paşa, II. Mahmut’un çok paha verdiği bir adamdı, yeniçeri ocağının lağvı sırasında yeniçeri katliamına karışmış, Behice Hanım kocasını bu yolda çok yüreklendirmişti. Yaşlı Behice Hanım, Taksim sırtlarındaki Türk mahallesi Cihangir’de bayır aşağı inen bir sokakta oturuyor. Evinin zati uçurumlara bakan odalarının önünde cumbalar var. Kuşbakışı görünümü Fındıklı semtine, Dolmabahçe ile Çırağan Sarayı’na, Boğaz’a, mavi bir örtü üzerinde ceviz kabuğu gibi duran Deerhound gemisine, Üsküdar’a, bütün Asya kıyısına hâkim. Birçok zaman Aziyade dizlerinin tabanındadır.”


Muvakkar Ekrem Talu.

Çocuk Firuzağa’da oyalanırken büyük dedesine rastlıyor. Recaizade Mahmut Ekrem. İstinye’deki yalısını, ABDülhamid’in zorlamasıyla ve şehir içi sürgünü yüzünden ne zaman satacak? Tahminen de sattı. İki evi birleştirmiş, küçük bir konak yapmış Çukurcuma’ya inen sokağın başında. Oğlu Ercüment Ekrem anlatıyor: “Çocukluk ve ilk gençlik çağlarımda, İstinye’deki yalıda veya Firuzağa’daki konakta merhum babacığımın etrafında daimi bir halka teşkil eden dost, tilmiz[1], ahbap ve aşinaları tanımak gururuna erdim.” Recaizade, çocuklarının tahsili için seçmiştir burayı. Ercüment Ekrem, konak dediği evin küçük, basık tavanlı, köhne bir mesken olduğunu da yazar.

Ercüment Ekrem o konağı babasıyla paylaşırken, Abidin Dino’nun da dedesi olan Abidin Paşa’nın kızı Feriha Hanım’la ilk evliliğini yapar. 1909’da doğan oğulları Muvakkar Ekrem, kızı Çiğdem Talu’nun ön ismini, çok sevdiği annesinin anısıyla Feriha koyacaktır sonradan.

Büyükada’da olduğu gibi, Recaizade’nin burada da en sadık ziyaretçisi Halit Ziya. Bir de Tevfik Fikret, Ahmet İhsan, Mehmet Rauf, ABDülhak Hamit, Ali Ekrem, Udi Cemil, Peyami Safa’nın babası İsmail Safa, bir “hafıza” üstadı İbnülemin Mahmut Kemal, Hacı Arif Bey, Asım Beyefendi gelir. Bu isimlerden bazıları Servet-i Fünun mecmuasının başına onun geçmesini ister. “Hâlâ devlette vazifelerim vardır” mı diyor Recaizade? O zaman Fikret oradan derginin yönetmeni olarak çıkar.

Recaizade arada Reji İdaresi’ne uğrar, çok yakın olduğu “merhumun arkadaşı” Namık Kemal ile eski Genç Osmanlı olan “kardeşim” dediği Nuri Bey’i ziyaret ederken, Halit Ziya’nın odasına da gidermiş. Recaizade oğlu Nijad’ı kaybedip Büyükada’nın Karanfil Sokak’ında karı koca inzivaya çekildiklerinde, diğer oğlu Ercüment Ekrem’in deyişiyle “Bir tek kişi o matemhaneye devam etmek vefâkarlığını ve fedakârlığını gösterir.” Halit Ziya Beyefendi. O da bir yıl kadar önce kendi evladını kaybetmiş, Ada’ya çekilmiştir.

Halit Ziya’nın ömrünün son yıllarında ise büyük oğlu Vedat Tiran da intihar edecektir. Halit Ziya bu kez Yeşilköy’deki köşküne kapatır kendini. İki ay sonra da kendisi veda eder hayata. Ercüment Ekrem onun el kadar kâğıtlar üzerine yazdığı müsveddeleri mütevazı bir edayla okuyuşunu da hatırlar.

Çukurcuma’ya inmiyoruz. İnerseniz bir başka Orhan’ın müzesi, Pamuk’un kitabından Masumiyet Müzesi orada. Lakin esas Kafamda bir Tuhaflık Var’da Mevlut arşınlamaktadır Beyoğlu’nu, azgınlıkların kaçırdığı azınlıkların peşinde.

Neden Beyoğlu? Bugünüm çocukluğumun elinden tutup “Venedik Dükü Gritti Bey’in oğlu Alvise’nin orada konağı varmış da o yüzden öyle denmiş,” diye anlatıyor. Çocuk zor inanıyor, “Tek konakla Beyoğlu olur muymuş?”

İsterseniz ilk adımlarımızı Aylak Adam’la atalım. Manisalı Yusuf Atılgan’ın İstanbullu adamıyla: “Taksim’den inince kadın yanındaki adamın koluna girdi, yürüdüler. O da yürüdü artlarından. Az sonra kadın dönüp ona baktı. İtici bir bakıştı bu… Büyük Cadde’ye girdi. Sağ kaldırımdan yürüyordu. Karşı sıradaki derin localı sinemanın hizasına gelince başını sola çevirdi. Şaşı kadın yoktu. Sol kulağını kaşıdı. Ağa Cami’nin önüne varınca, başı açık bir kız duvara tutunup yere tükürdü. Karnı açtı. Hem önce Tünel’e kadar yürümesi gerekti. Tünel’e, daha doğrusu o bildiği sokağa yaklaşırken birden geriye döndü. Karnı açtı. Bu gece canı et istiyordu. Tepebaşı’ndaki pahalı lokantalardan birine girerken karşıdaki saati gördü.”


[1] Öğrenci.

 

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, 1957 İstanbul doğumlu. Annesi Güzin Talu, babası gazeteci-yazar-spiker Muvakkar Ekrem Talu’dur.

İlk, orta ve liseyi Galatasaray Lisesi’nde yatılı okudu. 1980’de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi kısmından mezun oldu. Üniversite süresince Türk-İş’e bağlı Demiryolu Sendikası’nda araştırma-eğitim uzmanı ve T.C. Marmara ve Boğazlar Belediyeler Birliği’nde Uluslararası İktisadi Teşebbüsler Sekreteryası sorumlusu olarak çalıştı. Üniversiteden hemen sonra Kasım 1980’de Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliğe Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk’te devam etti. Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. Medyakronik, Gazete Duvar gibi çok sayıda web sitesi ile mecmuada makaleleri yer aldı.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi. Türkiye medyasında ilk “ombudsmanlık” kurumunun kurulmasını sağladı. 1998’de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ni hazırladı. Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Mükafatı, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Mükafatı, Çağdaş Gazeteciler Derneği Mükafatı başta olmak üzere, çeşitli mesleksel ödüllere kıymet görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı mükafatı aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Bayanımızın Hatıra Defteri, Vicdanımızın Hatıra Defteri, Cumhuriyetimizin İlk Durağı, Tarladan Okula Bir Damla Daha gibi belgesellerde metin müellifliği yaptı, son üçünün çekimlerinde bulundu. Sosyal Demokrasi, “Fransa” Bölümü (Turhan), Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Tabansız Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest), Senin İsmin Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes kitabının (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. Hala T24’te yazıyor.

 

Diğer Güncel Haberler İçin Tıklayın / Bursa Haber – Bursa Gündem – Bursa Gündem Haber – Bursa Haberleri – Bursa Son Dakika 

Bizi İnstagram’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi X’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHbr

Bizi Facebook’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Youtube’da Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber

Bizi Linkedin’de Takip Edebilirsiniz / @BursaGündemHaber 

YORUMLAR

s


En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Uzmanı Uyardı: Çocuğunuza Asla Bu İltifatı Etmeyin

HIZLI YORUM YAP